5 Nisan 2018 Perşembe

Ayaspaşa Rus Lokantasında Romans

Öncesi



Her anı "sevelim diye varolmuş günler"in güzelliğine


Yaşayacağımız bir masal, bunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Şu an sadece bir masada iki kişi var. Biz de on dakika erken geldik. Rezervasyon sorumlumuz adına ayrılmış masa hemen piyanonun yanında, sandalyelerden birinin duvara bakar halini saymazsak âlâ. Sandalyeyi hemen diğer yana alıyoruz ve masamızın güzelliğine güzellik katıyoruz. Yeni doğmuş bebek gibi her tarafı inceleyip hafızamıza kaydediyoruz. Rus şarkılarının çalındığı mekânla fena halde kaynaşıyoruz. Çünkü ruhu var, ve bu ruh geçmişin tüm güzelliklerini içinde barındırıyor; sıcacık, kendine güveniyor, şefkatli ve güvenilir. Ne hava atıyor, ne de en ufak bir kasılma emaresi taşıyor. Ve hatta an itibari ile bayılmış ve kendimizi ona teslim etmiş durumdayız. İlk görüşte aşk bizimkisi.

Her masaya koyulmuş küçük vazolardaki papatyalar şirin. Masadan kaldırılan, rezervasyon yapanın adının yazılı olduğu kartı rica ediyor ennn sevdiğim kadın. Ayaspaşa hatırası. İtiraz edeceğimiz, eleştireceğimiz hiçbir şey yok an itibari ile. Barın arkasındaki Abi kadim. Gece boyunca herkese yetişen, Özbek olduğunu düşündüğümüz ve finalde bunu teyit ettiğimiz bıcır bıcır genç kız menü ile geliyor ve zarifçe masamıza bırakıp, çekiliyor.


"Bir etli votka tabağı lütfen, yalnız menüde 3 kişilik yazıyor, onu iki kişilik yapmak mümkün mü?"

"Elbette."

"35'lik mi karaf?"

"10 shot çıkıyor."

"Bir karaf da sarı votka lütfen."

"İsterseniz yarım karaf getirir diğerini dolapta bekletirim."

"Teşekkürler."

"Bir de havyarlı blini lütfen."


Etrafı süzmeye devam ediyoruz. Süzdükçe bütünleşiyoruz. En sevdiğim fotoğrafçı yine bir şeyi yakaladı derken bara doğru yürüyor. Ve yukarıdaki fotoğrafla dönüyor.

Gitmeden önce sitelerinde menüyü incelerken Rakı fiyatının 500 TL oluşu dikkatimi çekmişti; bunun kasıtlı olduğunu düşünmüş ve ennn bayıldığım kadınla paylaşmıştım. Menünün altındaki, sonuna gülücük koyulmuş "Rus lokantasında rakı içmenin bedeli" cümlesini görünce kahkahayı koyveriyoruz. Belki de bu ülkede en çok satacakları içkiden, konsepte sadakat göstererek, her şeyin öncelikle kazanca odaklı olduğu bu dönemdeki bu vazgeçişi takdir ediyoruz.


Tüm yiyeceklerin taze taze hazırlandığı bu güzide lokantada önce buzzzzzz gibi sarı votkamızın ilk yarısı geliyor. Birer shot koyuyoruz bardaklarımıza. Hoş geldik... İyi ki geldik!

""На здоровье"

"Ha здоровье"*


İçinde dana dil, erikli tavuk rulo, soğuk haşlanmış antrikot ve kızarmış ekmekler olan etli votka tabağı göz alıcı. Krep içine havyar koyularak rulo yapılmış ve dilimlenmiş blini hoş. Sarı votkaya bayılıyoruz. Onunla ilk tanıştığım âna gidiyorum, Eylül ayında çıkmaz bir leke gibi kalan o meşhur darbenin hemen arkası günler, şahane bir grubuz, Aziz şu alemin en iyi mekânlarında çalışmış, orduevinin her şeyi olan kişi. O unutulmaz anların yaşandığı şehre anlam kattığı kesin. Onun yaptığı sarı votka gününü doldurdu. İçilebilir. Hepimiz için bir ilk. Şahane bir limon, karabiber, votka buluşması. Başka bir boyut. Muhteşem bir lezzet. İz bırakıyor.

Sonraki yıllarda çok kere kendim de yapıyorum. Ve bugün anlıyorum ki biz limon kabuğunu fazla koyup onu baskın kılarak işi biraz limonçelloya çeviriyormuşuz. O günden bugüne kadarki zaman aralığında içtiğim sarı votkalar da kendince güzel. Ama olması gereken, ilk içilendeki o olağanüstü lezzete ulaşabilen bu. Tadını çıkaralım o zaman.


Biz güzelden anlayan, samimiyeti hissedebilen, değişik tatları anlamlandırıp, kendi alışkanlıklarımızdan uzak olsa bile güzelliğini fark edip tadını çıkarmasını bilen, onların hikâyesine kolaylıkla adapte olan iki kişiyiz. Belki de yemek konusunda tutucu olan, standartları belli, alışkanlıklarından ötesini anlamlandırıp kıymetli bulmayan insanlar için uzak bu lezzetler. Tadı tuzu konusunda farklı duygular taşıyabilirler. Bizse bayılıyoruz. Blininin içindeki havyar için siyah olsaydı, diyoruz elbet. O zaman oluşacak fiyata ne denirdi peki, ve tadını çıkarıyoruz soğuklarımızın. Bir de şuba salatası sipariş ediyoruz. Yarım hazırlatırım diyor, genç kızımıza Junior diye hitap eden genç adam. İkisi de baba diyorlar barın ardındaki maestroya.


Selyodka, pancar, patates, havuç, soğan, yumurta, mayonez: içinde küçük parçalar halinde turşu da olan şuba salatasının diğer oyuncuları. Tüm oyuncuların katlar halinde güzel bir armoni oluşturduğu, kendine has, bizce güzel tadı olan, geceye yakıştırdığımız bir lezzet bu. Arada bir dilinize gelecek marine edilmiş balık parçacıklarına itirazınız yoksa, afiyetle yiyin.

Saat 20'sularına gelince  yükünü almaya başlıyor lokanta. Rezervasyonsuz gelenler geri çevriliyor, telefonla arayıp yer ayırtmak isteyenlerden özür dileniyor. Bizse cumartesi akşamı için kaç ay evvelden ayırtmıştık masamızı. 

Canlı müzik saatleri geldi. İki güzel ve zarif kadın; piyanistimiz ve solistimiz. Kimseyi rahatsız etmez adımlarla geliyorlar. Piyanonun sesi ilk tuşa basıldığı andan itibaren ele geçiriyor ruhlarımızı ve ona eşlik ediyor kış buğusu sesiyle solist. Müziğin kıymetli, eğitiminin kaliteli ve yüksek olduğu bir coğrafyanın insanları sonuçta. Rusça şarkılarsa bize yakın. Gecenin zarafeti ve sıcaklığı gittikçe katmerleniyor. O halde "Za drujbu!"


Piyanonun sihirli tınıları ve Rus dilinin o romantik, en hareketli şarkılarda bile hüzün izleri yüklenmiş, anlamadığınız sözcüklerdeki hikâyeleri aklınıza çizip, ruhunuzun derinliklerine gönderebilme becerisi; yaşadığımız masalı boyutlandırıyor. Bitmesi istenmeyen gecelerden biri bu.

"Bakar mısınız lütfen!"

"Bir Piroskhi ve bir patlıcan rulo lütfen."


Birer ısırık alalım bakalım piroşkilerimizden, sıcacık, bir yudum da sarı votka. Hımmmmmm âlâ. Lahanalar muhteşem pişmiş, güzel bir ara sıcak. Hemen pişi ile eşliyor aklım. Fırından çıkmış gibi gözükseler de ben yağda çok başarılı bir şekilde, gram çektirmeden kızartıldıklarını söylüyorum. Soruyoruz genç adama. Önce bir miktar fırınlandığını, sunum aşamasında ise yağda kızartıldığını söylüyor. Havamı atıyorum elbette. Gurme miyim ben yoksa?

İçinde peynir, kendi yapımları tuzu az tadı tatlıya yakın mayonez, sarımsak ve bir miktar yeşillikle muhtemelen ızgara edilmiş ya da piroşkideki gibi başarıyla kızartılmış patlıcanlarla rulo yapılarak tamamlanmış bu soğuk yiyecek çok hoş ve lezzetli. Votkaya şahane bir eşlikçi. Bayılıyoruz.



Hımmmmmm bu şarkı çok tanıdık, Миллион алых роз .*** Solistimizin yorumu ise alıp götürüyor. Ama gecenin finaline doğru Kalinka başlayınca, salonu tutmak mümkün olmuyor. Genç adam ve genç kızımız da pek güzel eşlik ediyorlar şarkıya. Barın ardındaki Abi zaten muhteşem. O çoğu zaman gözlerini şarkıların söylendiği yerden alamıyor. İfade şahane, o ifadenin dışa vuran duygusu ise öylesine tertemiz ki. Bir roman yazılabilir; alt yapısı dokunaklı Rus tınıları olan olağanüstü güzel gece ve güzel gözlerle baktığı her şarkıyı alkışlamaktan geri durmayan bu şahane abi üzerine.

Birden Happy Birthday'in Rusçası başlıyor, kalabalık bir masada doğum günü var. Kimse duyarsız kalmıyor, geniş katılımlı bir kutlama halini alıyor doğum günü. Bir süre sonra da bir başka masaya geliyor üzerinde mumlarla doğum günü pastası, aynı şarkıyla ve aynı coşkuyla iyice kaynaşıyor salon.

Bu küçük ve şirin lokantanın orta kısmına, barla piyano arasına ve yakınına iki kişilik masalar koyulmuş. Dört kişilik ve daha kalabalıklar için olan iki masa da salonun iki tarafına ve bunların arkasına. Güzel bir akşam için çok ince bir düşünüş bu. Bir çok yerde olduğu gibi olayın dışında bir alana atmamışlar çiftleri. Baş başa güzel bir gece için her şeyi yapmışlar.

Ana yemek içinse seçim zorluğu içindeyiz. İki farklı ana yemek söyleyip paylaşmak için halimiz yok. Çünkü final hayalimiz medovik. Oysa aklımızda fır dönenler çok. Ana yemek menüsü zengin. Hepsi birbirinden çekici.

"O halde bir klasiği deneyelim mi? Hem kendi yaptığım kievskilerdeki başarımı test etmiş olurum."

"Âlâ"

"Bir porsiyon kievski lütfen" 


Burası  mahallemizdeki bir lokanta. Bir kaçı methini duyup da başka semtlerden gelmiş, ağırlık bölgemizin insanları. Sanki evimiz bir kaç sokak ötede. Tüm bu insanlarla bir göz aşinalığımız var sanki. Aynı zevkleri paylaştığımız ve iyi insanlar olduğumuz kesin. Müdavimleriz. Rafine ama sıcak ilişkiler kurabilen zevklere sahibiz. Genç yaşlı hepimizin hayatla ilişkisi şahane. Ortak bir çok zevkimiz olduğu mutlak. Şu doğum günü kutlanan masadaki genç adam kadehindeki şarabı ne de zarif, incelikli ve güzel çalkalayıp renklerine ayırıyor. Vallahi yakışıyor. Biraz önce coşkulu bir şarkıyı söylerken solistimiz, hızlanmışken piyanoya dokunan zarif parmaklar, arka masadan kalkan, yaşça bizden büyük hanımefendi nasıl da önlerine gelip bara bir şey söylerken, iki arada bir derede şovunu sergileyiveriyor. Hem ne kadar tatlıydı. Ya gittiği masadaki, saçları kırlaşmış, şık takım elbisesi içindeki uzun boylu yakışıklı beyefendi. 


Mekânı, orada olmanın verdiği hissiyatı, yaşadığımız tadı yukarıdaki cümlelerle anlatıyoruz birbirimize. Hiçbir yerde olmayı burası kadar özlemeyeceğimiz kesin. Zamanın tüm kirlenmişlerinden uzak, ruhuna dokunulmamış, lezzetli ânların, huzurun, neşenin, mutluluğun ve aşkın en güzel hissedilebileceği bir yer bu kadim lokanta. Her şey açık ve net. Kusursuz, güvenilir ve sempatik bir hizmet sunulan.

"Ben mi kesim siz mi kesersiniz?"

"Siz kesin lütfen."


İlk izlenimim, sarılması dışında benim yaptıklarımdan pek farkı olmadığı noktasında. Belki ben biraz daha yağ çektiriyor olabilirim ki o hali seviyorum. Bir de içine tereyağı ile birlikte kaşar peyniri ve tane karabiber koyuyorum. Lokma alındığında karabiber patlasın ve onun acılığı votka ile dindirilsin diye. Kendi yaptığımın dışında hiçbir yerde kievski yememiş olduğumun da altını çizmeliyim elbette. Bu ilk.

Biraz daha keselim ve açalım üstünü... İlk lokmalar... Hımmmmmmmmm, pek lezzetli. Ben de yapıyormuşum ama! Önemli nüanslar var, kabul. Mesela bir daha yağ çektirmemeye gayret ederim. Sonrasında fırınlarım, içi biraz daha pişsin, yağ üzerinden gitsin diye. Kullandığım kaşarı kesinlikle başka peynirle değiştireceğim, ıspanağı kıyacağım ve başka bir yeşillikle de deneyeceğim mutlak.

Garnitürün sosunu kıskanıyorum. Çıtır çıtır havuç rendelerine ve patateslere çok yakışmış. Ekşiliği kıvamında, çok lezzetli ve votka ile şarkılar söyletiyorlar damaklarımıza.

Gece muhteşem devam ediyor. Eksik olan kar. Buz tutmuş camlar ve kayıp düşmekten sakınarak yürünecek sokaklar. Bir gün mutlaka!


"Bir medovik lütfen."

"Medovik maalesef."

"Biraz önce şu masaya servis edilen medovik'e benziyordu?" 

"Napolyon; benzer ve içinde az miktarda vişne var."

"O zaman Napolyon lütfen." 

Hayalim yıkıldı, Antalya yazısında bu geziye ve burada yenecek medovik'e gönderme yapmıştım oysa. Artık bir başka zamana. Cuma ve cumartesi  Napolyon'un. Karafın ikinci yarısı da bitmek üzere, birer shot finale.

Hımmmmmmmm lezzetli. Eser miktarda şeker içeren krema ve kararında pişip, krema ve vişne ile lezzetlenmiş iç kısmı hafifçe yumuşamış milföy süper. Üzerine serpiştirilmiş hamur kıtırları lezzetli. Güzel yemeğe, güzel akşama, güzel bir final. O halde şerefe.

Kapanış saati geçti. Rusça şarkılar banttan. Masalar yavaş yavaş boşalıyor.

"Hesap lütfen"

Menüdeki porsiyonların bölünmeyeceğini varsayarak bir tahminim vardı. Ama bölünebilir olunca, rakamı revize ediyorum. Ennnnn tatlı kadının en tatlı haliyle yaptığı tahminle aramızda epey fark var. O daha yukarıda. İkimiz de yanılıyoruz. Üzerinde olmak kaydıyla daha yakın benim tahminim ama.. Paha biçilimez bir tat aldığımız bu akşamda, tam 5 saati keyifle geçirdiğimiz bu güzide mekâna ödediğimiz para 295TL+bahşiş oluyor.

Samsun'dan sadece burada bir akşam yemeği için geldiğimizin ve memnuniyetimizin altını çizip teşekkür ediyoruz, babaya. O da öyle güzel cümlelerle karşılık veriyor ki.

"Her şey o kadar güzeldi ki..."

"Çok teşekkürler."


Dışarıda şefkatli bir kuzey soğuğu var. İstiklâl açık dükkanları ile gündüz kalabalığında. Akdeniz şefkatli. Tünele yaklaştıkça kalabalık ve hayat yavaşlıyor. Büfeden iki su alıp vuruyoruz aşağı. Asmalı'nın mekânlarında insanlar var ama nerede o eski canlılık... Otelin hemen yanındaki binanın en üst katında müzik alabildiğine. Odanın kapısında sorun var, elektronik kart açmıyor. O halde resepsiyona.


Vişneli çikolata tadında bir İstanbul günü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP