25 Ocak 2021 Pazartesi

Meğerse Gökyüzünden Sessiz Atlar Geçiyormuş

Uyanıyor, yataktan çıkmıyor, yeni başladığım ve yan yastığımın üzerinde duran bir öncekine oranlarsak tuğla sayılacak 322 sayfalık romanımı alıyorum elime. Okuma lambamı yaktım. Yastığı dikleştirdim ve akşam kaldığım yerden okumaya başladım: Gerçek bir roman, eski zamanlardaki niteliklere sahip, ne satar planlamalarının bulaşmadığı, dönem okuyucusu ne alır hesaplarının yapılmadığı, buram buram edebiyat kokan ve elden bıraktırmayan bir kitap! Ve gerçek bir entelektüel, hayatın tozunu yutmuş, savaş alanı görmüş, dünya görüşü sağlam, muhteşem bir yazar!

Bir süre sonra, saat henüz altıya varmışken, çıkıyorum yataktan. Salona geçiyor, çalışma alanı olarak da kullandığım, salona açık mutfağımın manzaraya paralel masasına oturuyor, açıyorum bilgisayarı. Yazılar okuyor, sohbet tadındaki yorumlara bir kez daha bayılıyor, sohbete dahil olup yanıtlıyorum onları. O ara gecenin kepenkleri iyice açılıyor. Gözlerimi ekrandan alıp pencereye bakıyorum ki, ufuk çizgisinde bir sanat faaliyeti var: Denizin minik prens ve prensesleri, evden sıvışmışlar, ellerindeki boya kovaları ve fırçalarla gökyüzünü boyuyorlar. Afacan ama yetişkin halim ve yetişkin ama çocuk sevinçlerimle bir süre gülümseyerek seyrediyor, hatta az önce aklımdan geçirdiğim betimlememe bayılıyorum. Bu beni tetikliyor. Üşenmiyor, az sonra silineceğini düşünüyor ve gidip oraya erebilecek fotoğraf makinesini alıyorum.

Anı yakalıyorum; denizden esen ve günün rengini belli eden şefkatli ısı yüzümü usul usul okşayıp, ruhuma coşku katarken Aklım olaya müdahil oluyor, ve diyor ki: "Hani geçenlerde; oyun parkındaki kaydırak için sokak lambasının sakin ışığına bağdaş kurmuş Buda gibi diyordun da ve tam onu çekecekken bir sesle,  belki de  omuzunda bekleyen meleklerin bir dokunuşuyla  başını sağa çevirmiştin ve ondan vazgeçip gökyüzünün büyüsüne kapılmıştın ya!"

Bu kadarla kalıyor, çünkü bunun refleksimi harekete geçireceğini biliyor. Çeviriyorum kafamı. Hızlılar ve o an içinde ancak altı kare çekebiliyorum. Sonra yatak odama geçip, balkonundan dört kare daha ama!.. Ancak arkalarında  bıraktıkları toz bulutlarını. Üzülmüyorum çünkü elimde son hızla geçtikleri ilk an fotoğrafları var! İyi ki de enstantane ayarı ile falan uğraşmamışım, diyorum. Atların net halleri yerine uçarak gidişlerini gösteren rüzgâr izli bir tablo gördüğüm; ardları toz duman. Seviniyorum.


Sonra çakma kumru ekmeklerimden yapıyorum. Bir de kahve. Yine blog yazıları, gazeteler falan devam ediyorum. Elbette payıma düşenleri alıyorum ki bir tanesi Sevgili Okul Arkadaşım'ın Her Güne Üç Güzel Şey adlı yeni bloğunun içindeki - O'nun ifadesiyle- Nazım Hikmet'in çok sevdiğim eseri Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan uyarlanmış Bir Tren Kalkar Haydarpaşa Gar'ından başlıklı şiir dinletisi...*

Çalışma odasına yürüyor, kitaplıkta arıyor ve kitapla dönüyorum. 21.11.1978. Ucu soğuk bir tükenmez kalemle atmışım ki biraz kazınmış bir siliklikte tarih; ve altında da o zamanki çocuk imzam.

Kitaba atılmış tarih beni 11 yıl önce, üzerine aksiyonlu günler dahlinde bir yazı* yazdığım an'a götürüyor.


Sevgili Okul Arkadaşım hatırlar mı tanık oldu mu, daha önce söz ettim mi? bilmiyorum. Çünkü onların oturdukları apartmana yakın ve o sırada inşaat halindeki bir binanın üst katlarından birinde asılıydı, O. Yerinden memnun olarak bir süre asılı kaldıktan sonrasıysa bir şenlikti ki sormayın. O yıl kitaba attığım yıl olabileceği gibi, bir önü ya da arkası da olabilir, diye de düşünüyorum şu an!

Dinleti başlıyor. Kitabımı açıyorum. Ne güzel ki ilk sayfadan başladı. Bir an elimdeki kitabın kalınlığına bakıyorum; sayfa sayısı 464, dinletiyse 1 saat 18 dakika, küsur... Nasıl olacak ki? diye düşünüyorum. Takibe devam ederken bir an geliyor ve kitapla dinletinin yolları ayrılıyor. O ara kulaklık takmışım, dünyadan kopmuş ve olaya iyice dahil olmuşum. Bir anda  kala kalıyor, panikliyor, acaba bendeki kitap arızalı mı? diye düşünüyorum. Sonra uyanıyorum!

Arıyorum vardıkları yeri... ve nihayetinde buluyorum. Sayfa numarasını not alıyorum!

Yeniden senkronize olduk. Ve birlikte devam ediyoruz.

Muhteşem anlatıcılar, sayfa olarak bir kez daha benden kopuyorlar. Peşinizdeyim bırakmam, diyorum ve sabırla ve bir an öncesinin telaşıyla ama, tekrar arayıp buluyorum gittikleri sayfayı.

Fakat bu arada dinletiyi hiç durdurmuyorum, şırıl şırıl akıyor; kâh vagonlarda, kâh yolcu bırakılacak istasyonlarda, kâh hüzün denizlerinde kulaç atarken konuşulanlara kulak kabartmış bir durumda ve varlığım görünmez bir kenarda, onlarlayım.

Öyle kapılmışım ki dinletiye, koptuğumuz yerlerde video'yu durdurup da onlarla aynı yerde buluşmayı, aynı yerden birlikte devam etmeyi akıl edemiyorum! Üstelik ikinci kez aynı durumu yaşayınca kan ter içinde kalıyor, kaçıracağım diye telaş ediyor, bir an içimdeki boşvermişi dinliyor, arama bırak, izle diyorum. Bu halimden hemen sıyrılıyorum sonra... Şiir okuma özürlü biri olarak onlar gibi okuma becerisi kazanmak için azmediyor ve yeniden buluyorum gittikleri yeri.

Zorlandım bu kez çünkü: beni, dolayısıyla mantığımı ters köşeye yatırmışlardı;  elimdeki kitaba göre ileri gitmek yerine geri dönmüşlerdi! Buluşunca çok sevindiğim için kızmıyorum elbette.

Ama sonra bir kaçış daha, artık biraz daha uyanığım; çok uzağa gidemeden yakalıyorum. Zıpkın gibi finalde bir daha kopuyoruz, bir teşebbüste bulunuyorum elbette, ama öyle bir vurgu ile içimi titretiyor ki abla, öyle kopmuşum ki dünyadan, çakılıp kalıyorum.

Çok mutluyum. Enfes bir dinleti izledim, bir iki yerde kelimeleri farklı kullansalar da yüzlerine vurmadım! Zor bir işi yakışır bir biçimde yaptıkları için yürekten alkışladım. Sonra, Sevgili Okul Arkadaşım'ın yazısına döndüm ve fırından yeni çıkmış coşkumla, not aldığım yol haritasını da bırakarak, mutlu mutlu bir yorum yazdım.



*Dinleti linki, yazı ve yol haritası bıraktığım yorum için buradan lütfen.

Aksiyonlu Günler dahlindeki yazı için de buradan lütfen.

10 yorum:

  1. Sevgili Okul Arkadaşım,
    Ne diyor Nazım Hikmet Kuvay-i Milliye Destanında?

    "dörtnala gelip uzak asya'dan
    akdenize bir kısrak başı gibi
    uzanan bu memleket bizim.
    bilekler kan içinde,
    dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
    kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu davet bizim...
    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim..."

    Bu yazıya yakışan fotoğraf hiç şüphesiz gökyüzünden geçen sessiz atlar olacaktı. Çok güzel!
    Dinleti hakkındaki yorumunuz nefis, benim o "harika" diye kestirip atmamdan çok daha anlamlı olduğu kesin.

    Kitaba attığınız tarihle, aksiyonlu günlerdeki olay aynı sene ise, (bir öncesinde ve sonrasında da) ben artık güzel kentinizde değildim.
    Nasıl olduğuna hâlâ çok şaştığım şekilde, her sene ikmale kalarak filan, yine de tam üç senede 1977'de liseyi bitirmiş ve aynı sene İstanbul'da üniversiteye girmiştim. Bir sene sonra İstanbul'a toptan taşınmıştık.
    Aksiyon haline şimdiden bakınca, bir miktar eğlenceli bile geliyor. Ne var ki, o günlerde olan bitenden tüm yaşanandan gerçekten dehşete düşüyorduk.
    Ne demeli bilemedim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Çok teşekkür ederim, hava işte, el verdi, ilhamla bir araya geldiler ve başlık ortaya çıktı:)

      Kendinize haksızlık yapmayın; siz söz etmeseniz ben muhtemelen lay lay lomdum; sizin yazınız ve elbette beğeni düzeyiniz ve sözcüklerinizdeki duygu tetikledi de izledim. Futbol deyimiyle söylersem, aldığım pas gollüktü, e sonuçta lisemizin de bir namı vardı bu ülkede, özellikle edebiyat hocaları açısından şanslıydık diye düşünürüm:)

      Dün kağıt kalemi aldım ve tarih konusunu netleştirdim, üç yıl aynı yıllarda okuldaymışız, koridorlarda karşılaştığımız kesin. Lise bire aynı yıl başlamışız, siz geçmişsiniz ben kalmışım, siz ikiyi okurken ben biri tekrar etmişim, siz üçteyken ben hayatımın en güzel yıllarından birini yaşadığım, ve şu hayattaki enn iki arkadaşımla tanıştığım unutulmaz sınıfım 5/Fen C'deymişim. Siz mezun olduktan sonra ben devam etmişim ki muhtemelen bu olay siz mezun olduktan sonrası:)

      Sil
    2. Bu arada blog önerisi için çok teşekkürler, gerçekten dolu dolu ve insanın ufkunu geliştiren bir blog keşfi oldu bu! Hemen proje'li kimliğimle takibe aldım!

      Sil
    3. Rica ederim, Sevgili Okul Arkadaşım çok kıymetli:)

      Sil
  2. ''Afacan ama yetişkin halim ve yetişkin ama çocuk sevinçlerimle bir süre gülümseyerek seyrediyor'' ama ben bu cümleyi tekrar tekrar okudum. o kadar çok sevdim ki. sizin ve ekmekçi kız blogunun iletişimin o kadar seviyorum ki. tanımadığım insanların mektuplaşmalarına tanık olmak ve onları uzaktan uzaktan gülümseyerek okumak gibi. ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cümlem güzel kabul, içimden geliyor bazen fakat yazma konusundaki bazı özellikler açısından senin eline su dökemem; özellikle şu gencecik yaşındaki dünyaya bakışın ve duruşun seni -bu alemde- özel kılıyor:) Biz de zor yıllarda yetişmiş ama iyi yetiştirilmiş bir nesiliz sonuçta, bu zaman gençleri gibi çıtayı yükseltmek adına -kalite açısından- ekstra çaba ve daha çok emek gerektirmiyordu hayat, lisemiz bugünkü -bir kaçı hariç-üniversitelere nal toplatırdı:)

      Sil
  3. Ne kadar güzel betimlemişsiniz.. Yaşadığınız yer, koyu mavi ve koyu kırmızı, öyle hasret kaldım ki bu renklere. Burada beyaz ve gri içindeyiz, o da güzel elbette ama insan arıyor, özlüyor. Ve bu şekilde, bu kadar güçlü kelimelerle anlatılınca, bence "şiirsellik" tam olarak bu işte.
    Hayatımda hiç sesli kitap dinlemedim. Podcast ve radyo programlarını severim ama nedense sesli kitaba dair bir çekincem var. Şimdi ekmekçikız'ın yeni bloğunda gezinirken birkaç site önerisiyle de karşılaşınca, evet deneyeceğim..

    YanıtlaSil
  4. Teşekkür ederim:) Kitaba elim değmeli diye düşünürüm, çünkü dinlerken başka hülyalara dalıp koparım kaygım var, bazen kitapta da oluyor ama geri dönüyorum sonuçta, bu nedenle denemedim:)

    YanıtlaSil
  5. Gün doğarken çektiğin görsellere bayıldım. Hele ki o ikinci fotoğraf, ve fotoğrafa yüklendiğin anlam; "atların net halleri yerine uçarak gidişlerini gösteren rüzgâr izli bir tablo gördüğüm; ardları toz duman." şahane!. Pandemide her zamankinden daha da derin; / kitaplarla, filmlerle, fotoğraflarla, albümler ve anılarla yüklü/ geçirdiğimiz şu günler!.. 'hayatımızın unutulmazlar'ı arasında yer bulacak, bu kesin. Bu süreçte benim günlerim, daha çok resimle iç-içe geçse de, küçük nefes alma duraklarımda 'laparagas'ın sayfalarında dolaşmak hep ayrı bir keyif oluyor. Sağlıkla, esenlikle ve hep hayatın içinde 'sanatla kal' değerli buraneros. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak bunun sebebi etkilendiğim sanatçılar olabilir:) Hatta epey emekle ortaya çıkan tablolardaki anlam belki de doğaya farklı bakmamda bir rehber olmuştur kimbilir:) Daha hızlı düşünüp, görüp, deklanşöre de hızlı ama yine de olur olmaz kararlarla basmıyorumdur belki:) Ben de aynı düşünüyorum, pandemi bir şey kattı kesin, en basitinden daha çok yazdığımın farkındayım ve daha çok okuduğumun da... Sokaktan alıkoydu belki ama yerine çeşit çeşit ve kültür sanat dolu çok hoş sokaklar koydu:) Bir de zamanın kıymetini farkettirdi sanırım, o sahadan çekildiğinde biz biraz daha farkında insanlar olarak güzel şeyler yaşayacağız:)

      Dileklerine çok teşekkür ediyorum ve aynılarından diliyorum:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP