Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2022 Perşembe

Özlemin Eski Tadı Var

Geçen gün bir tetiklenmeyle başladığım Hayata Ve Sevmeye Dair Bir Kaç Dakika başlıklı yazıya son noktasını koyup onu bir okur gözüyle, ben yazmamış gibi okurken bir anda uzun yıllar öncesindeki bir kitabın başlığına uçtum.

Çok kere ve çok bilmişlikle çok havalı bulduğum adı ve ondan edindiklerimi arkadaş sohbetlerinde "entelektüel" edalarla ve keyifle kullanmıştım, kullanırdım. Şimdilerde, gençler tarafından bilinir mi kendisi pek emin değilim. Oscar'lı bir film yıldızı, bir entelektüel, Yves Montand'ın eşi; Simone Signoret! 1921 doğumlu.

Kitabın adı dilime yapışmıştı. Yıllarca dilimden çıkarıp pek çok ideolojik ve bilimsel cümleye ek olarak, elbette yeni yetmeliğin çok bilmişlik tadıyla ve havalı bir referans olarak hem siyasal hem de hayata dair sohbetlerin orta yerine, elinde full as olan bir kumarbaz keyfiyle saçtım.

Yani kocaman bir zenginlikle dilime oturmuş bir kitaptı, Özlemin Eski Tadı Yok. Çok keyifli bir okumaydı. Bir nehir söyleşiydi ve nehir gibi de akmıştı.

Bir söyleşi ürküntüsüne rağmen bir roman tadındaydı. Soruları soran aynı zamanda yanıtları da verendi. İçinde kimlerden söz edilmiyordu ki. Adlarını duyduğumuz, bildiğimiz dev gibi entelektüeller; sinema oyuncuları, yazarlar, dünya siyasetine damgasını vurmuş, soğuk savaş yıllarının pek çok popüler karakteri.

Kruşçev, Tito, André Malraux, Nazım Hikmet, Picasso, Vanesse Redgrave...

Çehov yüzünden kaçırılan gala gecesi, vesaire.

Katherine Hepburn, Doris Day, Elizabeth Taylor, Audrey Hepburn... ve Simone Signoret.

Oscar adayları olarak gazetelerde.

Dünyanın dört bir yanına seyahatler.

O yılların dünyasından kareler ve elbette anılar.

Bir yeni yetme için bu kitabı okumuş olmaktan, ondan alıntıları sohbetlere katmaktan daha havalı ne olabilirdi ki?

Hem bunun üzerinden konuşmak mekaniklik içeren ideolojik kitaplardan cümleleri tartışmaktan daha sıcak, daha insani sohbetlerin kapısını açıp zihinlere daha lezzetli cümleler bıraktırıyor, bunun yanı sıra da romantizmi getirip konduruyordu o yeni yetme masaların orta yerine.

Hafiften alkolün etkisi, çok taze ve yeni yetme bir romantizm, işte benim sevdiğim çocuk kıvancıyla ve bedeninin enfes yumuşaklığı ile sarılan sevgilinin eli avuçlardayken akan kelimeleriniz ve dolayısıyla sevgilinin sizinle gurur duymasının tadı... Ve cümlelerinizin bitimiyle ve alkolün genç bedenleri kolaylıkla ele geçirmesinin rahatlığı ile ama coşkuyla o bedenin kedicik bir tavırla bu kez yanağınıza kondurduğu öpücük... Dünyaya bedeldi.


Bir anı kitabı Özlemin Eski Tadı Yok, bence enfes bir nehir söyleşi. Çok keyifli çünkü sorular tek satırlık. Bu da bir roman okuyormuş hissi veriyor. Özellikle ben kuşağı için çok keyifli bir okuma olacağı kanaatindeyim çünkü içindeki pek çok ismi yeni yetmelik çağlarından hatırlayacaklardır. Mesela devamını yazmayacağım şu ilginç paragraf,

" 31 aralık 1959 günü saat geceyarısını çaldığında, büyük salonun lambaları söndü, kocamı öptüm, omuzuma bir el kondu ışıklar yandığında, Montand'ınkinden başka bir el. Gary Cooper'dı bu, o gece yeni yılımızı ilk kutlayan kişi oldu."

Kitabı 1.1.1980 tarihinde almışım, tarihle birlikte imzamı da atmışım; kendime yeni yıl armağanı. Coşkuluyum çünkü üniversite için tüm evraklarım Amerika'da. Onlara ekonomi desem de aileye çalım atacağım ve televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olacağım. O yaz hayatımın en efsane gezisini yapacağım. 12 Eylül darbesiyle son kısmı kesilecek olsa da, 12 Eylül günü hayatımın en şahane karakterleri ile en şahane akşamlarından birini yaşayacağım*... Amerika'dan henüz bir ses çıkmayınca ve içimdeki bir hisle seyahat dönüşü aradan çıkarmak için askere gideceğim ve henüz bir aylık askerken, o his gerçek olacak ve ölüm Aralık sonunda gerçekleşecek.

Kardeşim çocuk yaşta okulu bırakıp mağazaya geçecek ve ikimiz de erken büyüyeceğiz. Bunu epey zorlu süreçlerin ardından elbette avantaja çevireceğiz. Ve bir yıl içindeki bu yaşanmışlıklar bana şu cümleyi kurduracak: Ama bir gerçek de şu ki biz kuşağı için özlemin eski tadı var.

En azından benim için!

Yoksa şöyle cümleleri yazmazdım, yazamazdım yetişkinliğimde:

"Özlemek, tek tek de çok anlamlı olan, ya da anlamlar yüklenen bir çok duygunun hepsidir. Özlemek bir uzaklık ifadesi gibi görünse de aslında dibinde olmaktır."

"Uzaklık, sanki başka başka anlamlar yüklenebilecek, farklı yüreklerde, farklı kelimeler hatta başka başka duygularla yakınlıkla eş anlamlı hale getirilebilecek kocaman bir sözcüktür benim için."

O halde çağının büyük seslerinden birinden gelsin ve bu yazı fazlasıyla uzama ihtimaline karşı tam da kıvamındayken, Nazım'ın Piraye için yazılmış sözlerinden bestelenmiş enfes bir şarkı ile bitsin.

Yves Montand söylüyor.




*11-12 Eylül-1980 Marmaris; Çok Anlatılmış Ama Yazılamamış Bir Eylül Hikâyesi

25 Ocak 2021 Pazartesi

Meğerse Gökyüzünden Sessiz Atlar Geçiyormuş

Uyanıyor, yataktan çıkmıyor, yeni başladığım ve yan yastığımın üzerinde duran bir öncekine oranlarsak tuğla sayılacak 322 sayfalık romanımı alıyorum elime. Okuma lambamı yaktım. Yastığı dikleştirdim ve akşam kaldığım yerden okumaya başladım: Gerçek bir roman, eski zamanlardaki niteliklere sahip, ne satar planlamalarının bulaşmadığı, dönem okuyucusu ne alır hesaplarının yapılmadığı, buram buram edebiyat kokan ve elden bıraktırmayan bir kitap! Ve gerçek bir entelektüel, hayatın tozunu yutmuş, savaş alanı görmüş, dünya görüşü sağlam, muhteşem bir yazar!

Bir süre sonra, saat henüz altıya varmışken, çıkıyorum yataktan. Salona geçiyor, çalışma alanı olarak da kullandığım, salona açık mutfağımın manzaraya paralel masasına oturuyor, açıyorum bilgisayarı. Yazılar okuyor, sohbet tadındaki yorumlara bir kez daha bayılıyor, sohbete dahil olup yanıtlıyorum onları. O ara gecenin kepenkleri iyice açılıyor. Gözlerimi ekrandan alıp pencereye bakıyorum ki, ufuk çizgisinde bir sanat faaliyeti var: Denizin minik prens ve prensesleri, evden sıvışmışlar, ellerindeki boya kovaları ve fırçalarla gökyüzünü boyuyorlar. Afacan ama yetişkin halim ve yetişkin ama çocuk sevinçlerimle bir süre gülümseyerek seyrediyor, hatta az önce aklımdan geçirdiğim betimlememe bayılıyorum. Bu beni tetikliyor. Üşenmiyor, az sonra silineceğini düşünüyor ve gidip oraya erebilecek fotoğraf makinesini alıyorum.

Anı yakalıyorum; denizden esen ve günün rengini belli eden şefkatli ısı yüzümü usul usul okşayıp, ruhuma coşku katarken Aklım olaya müdahil oluyor, ve diyor ki: "Hani geçenlerde; oyun parkındaki kaydırak için sokak lambasının sakin ışığına bağdaş kurmuş Buda gibi diyordun da ve tam onu çekecekken bir sesle,  belki de  omuzunda bekleyen meleklerin bir dokunuşuyla  başını sağa çevirmiştin ve ondan vazgeçip gökyüzünün büyüsüne kapılmıştın ya!"

Bu kadarla kalıyor, çünkü bunun refleksimi harekete geçireceğini biliyor. Çeviriyorum kafamı. Hızlılar ve o an içinde ancak altı kare çekebiliyorum. Sonra yatak odama geçip, balkonundan dört kare daha ama!.. Ancak arkalarında  bıraktıkları toz bulutlarını. Üzülmüyorum çünkü elimde son hızla geçtikleri ilk an fotoğrafları var! İyi ki de enstantane ayarı ile falan uğraşmamışım, diyorum. Atların net halleri yerine uçarak gidişlerini gösteren rüzgâr izli bir tablo gördüğüm; ardları toz duman. Seviniyorum.


Sonra çakma kumru ekmeklerimden yapıyorum. Bir de kahve. Yine blog yazıları, gazeteler falan devam ediyorum. Elbette payıma düşenleri alıyorum ki bir tanesi Sevgili Okul Arkadaşım'ın Her Güne Üç Güzel Şey adlı yeni bloğunun içindeki - O'nun ifadesiyle- Nazım Hikmet'in çok sevdiğim eseri Memleketimden İnsan Manzaraları'ndan uyarlanmış Bir Tren Kalkar Haydarpaşa Gar'ından başlıklı şiir dinletisi...*

Çalışma odasına yürüyor, kitaplıkta arıyor ve kitapla dönüyorum. 21.11.1978. Ucu soğuk bir tükenmez kalemle atmışım ki biraz kazınmış bir siliklikte tarih; ve altında da o zamanki çocuk imzam.

Kitaba atılmış tarih beni 11 yıl önce, üzerine aksiyonlu günler dahlinde bir yazı* yazdığım an'a götürüyor.


Sevgili Okul Arkadaşım hatırlar mı tanık oldu mu, daha önce söz ettim mi? bilmiyorum. Çünkü onların oturdukları apartmana yakın ve o sırada inşaat halindeki bir binanın üst katlarından birinde asılıydı, O. Yerinden memnun olarak bir süre asılı kaldıktan sonrasıysa bir şenlikti ki sormayın. O yıl kitaba attığım yıl olabileceği gibi, bir önü ya da arkası da olabilir, diye de düşünüyorum şu an!

Dinleti başlıyor. Kitabımı açıyorum. Ne güzel ki ilk sayfadan başladı. Bir an elimdeki kitabın kalınlığına bakıyorum; sayfa sayısı 464, dinletiyse 1 saat 18 dakika, küsur... Nasıl olacak ki? diye düşünüyorum. Takibe devam ederken bir an geliyor ve kitapla dinletinin yolları ayrılıyor. O ara kulaklık takmışım, dünyadan kopmuş ve olaya iyice dahil olmuşum. Bir anda  kala kalıyor, panikliyor, acaba bendeki kitap arızalı mı? diye düşünüyorum. Sonra uyanıyorum!

Arıyorum vardıkları yeri... ve nihayetinde buluyorum. Sayfa numarasını not alıyorum!

Yeniden senkronize olduk. Ve birlikte devam ediyoruz.

Muhteşem anlatıcılar, sayfa olarak bir kez daha benden kopuyorlar. Peşinizdeyim bırakmam, diyorum ve sabırla ve bir an öncesinin telaşıyla ama, tekrar arayıp buluyorum gittikleri sayfayı.

Fakat bu arada dinletiyi hiç durdurmuyorum, şırıl şırıl akıyor; kâh vagonlarda, kâh yolcu bırakılacak istasyonlarda, kâh hüzün denizlerinde kulaç atarken konuşulanlara kulak kabartmış bir durumda ve varlığım görünmez bir kenarda, onlarlayım.

Öyle kapılmışım ki dinletiye, koptuğumuz yerlerde video'yu durdurup da onlarla aynı yerde buluşmayı, aynı yerden birlikte devam etmeyi akıl edemiyorum! Üstelik ikinci kez aynı durumu yaşayınca kan ter içinde kalıyor, kaçıracağım diye telaş ediyor, bir an içimdeki boşvermişi dinliyor, arama bırak, izle diyorum. Bu halimden hemen sıyrılıyorum sonra... Şiir okuma özürlü biri olarak onlar gibi okuma becerisi kazanmak için azmediyor ve yeniden buluyorum gittikleri yeri.

Zorlandım bu kez çünkü: beni, dolayısıyla mantığımı ters köşeye yatırmışlardı;  elimdeki kitaba göre ileri gitmek yerine geri dönmüşlerdi! Buluşunca çok sevindiğim için kızmıyorum elbette.

Ama sonra bir kaçış daha, artık biraz daha uyanığım; çok uzağa gidemeden yakalıyorum. Zıpkın gibi finalde bir daha kopuyoruz, bir teşebbüste bulunuyorum elbette, ama öyle bir vurgu ile içimi titretiyor ki abla, öyle kopmuşum ki dünyadan, çakılıp kalıyorum.

Çok mutluyum. Enfes bir dinleti izledim, bir iki yerde kelimeleri farklı kullansalar da yüzlerine vurmadım! Zor bir işi yakışır bir biçimde yaptıkları için yürekten alkışladım. Sonra, Sevgili Okul Arkadaşım'ın yazısına döndüm ve fırından yeni çıkmış coşkumla, not aldığım yol haritasını da bırakarak, mutlu mutlu bir yorum yazdım.



*Dinleti linki, yazı ve yol haritası bıraktığım yorum için buradan lütfen.

Aksiyonlu Günler dahlindeki yazı için de buradan lütfen.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP