Çok kere ve çok bilmişlikle çok havalı bulduğum adı ve ondan edindiklerimi arkadaş sohbetlerinde "entelektüel" edalarla ve keyifle kullanmıştım, kullanırdım. Şimdilerde, gençler tarafından bilinir mi kendisi pek emin değilim. Oscar'lı bir film yıldızı, bir entelektüel, Yves Montand'ın eşi; Simone Signoret! 1921 doğumlu.
Kitabın adı dilime yapışmıştı. Yıllarca dilimden çıkarıp pek çok ideolojik ve bilimsel cümleye ek olarak, elbette yeni yetmeliğin çok bilmişlik tadıyla ve havalı bir referans olarak hem siyasal hem de hayata dair sohbetlerin orta yerine, elinde full as olan bir kumarbaz keyfiyle saçtım.
Yani kocaman bir zenginlikle dilime oturmuş bir kitaptı, Özlemin Eski Tadı Yok. Çok keyifli bir okumaydı. Bir nehir söyleşiydi ve nehir gibi de akmıştı.
Bir söyleşi ürküntüsüne rağmen bir roman tadındaydı. Soruları soran aynı zamanda yanıtları da verendi. İçinde kimlerden söz edilmiyordu ki. Adlarını duyduğumuz, bildiğimiz dev gibi entelektüeller; sinema oyuncuları, yazarlar, dünya siyasetine damgasını vurmuş, soğuk savaş yıllarının pek çok popüler karakteri.
Kruşçev, Tito, André Malraux, Nazım Hikmet, Picasso, Vanesse Redgrave...
Çehov yüzünden kaçırılan gala gecesi, vesaire.
Katherine Hepburn, Doris Day, Elizabeth Taylor, Audrey Hepburn... ve Simone Signoret.
Oscar adayları olarak gazetelerde.
Dünyanın dört bir yanına seyahatler.
O yılların dünyasından kareler ve elbette anılar.
Bir yeni yetme için bu kitabı okumuş olmaktan, ondan alıntıları sohbetlere katmaktan daha havalı ne olabilirdi ki?
Hem bunun üzerinden konuşmak mekaniklik içeren ideolojik kitaplardan cümleleri tartışmaktan daha sıcak, daha insani sohbetlerin kapısını açıp zihinlere daha lezzetli cümleler bıraktırıyor, bunun yanı sıra da romantizmi getirip konduruyordu o yeni yetme masaların orta yerine.
Hafiften alkolün etkisi, çok taze ve yeni yetme bir romantizm, işte benim sevdiğim çocuk kıvancıyla ve bedeninin enfes yumuşaklığı ile sarılan sevgilinin eli avuçlardayken akan kelimeleriniz ve dolayısıyla sevgilinin sizinle gurur duymasının tadı... Ve cümlelerinizin bitimiyle ve alkolün genç bedenleri kolaylıkla ele geçirmesinin rahatlığı ile ama coşkuyla o bedenin kedicik bir tavırla bu kez yanağınıza kondurduğu öpücük... Dünyaya bedeldi.
Bir anı kitabı Özlemin Eski Tadı Yok, bence enfes bir nehir söyleşi. Çok keyifli çünkü sorular tek satırlık. Bu da bir roman okuyormuş hissi veriyor. Özellikle ben kuşağı için çok keyifli bir okuma olacağı kanaatindeyim çünkü içindeki pek çok ismi yeni yetmelik çağlarından hatırlayacaklardır. Mesela devamını yazmayacağım şu ilginç paragraf,
" 31 aralık 1959 günü saat geceyarısını çaldığında, büyük salonun lambaları söndü, kocamı öptüm, omuzuma bir el kondu ışıklar yandığında, Montand'ınkinden başka bir el. Gary Cooper'dı bu, o gece yeni yılımızı ilk kutlayan kişi oldu."
Kitabı 1.1.1980 tarihinde almışım, tarihle birlikte imzamı da atmışım; kendime yeni yıl armağanı. Coşkuluyum çünkü üniversite için tüm evraklarım Amerika'da. Onlara ekonomi desem de aileye çalım atacağım ve televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olacağım. O yaz hayatımın en efsane gezisini yapacağım. 12 Eylül darbesiyle son kısmı kesilecek olsa da, 12 Eylül günü hayatımın en şahane karakterleri ile en şahane akşamlarından birini yaşayacağım*... Amerika'dan henüz bir ses çıkmayınca ve içimdeki bir hisle seyahat dönüşü aradan çıkarmak için askere gideceğim ve henüz bir aylık askerken, o his gerçek olacak ve ölüm Aralık sonunda gerçekleşecek.
Kardeşim çocuk yaşta okulu bırakıp mağazaya geçecek ve ikimiz de erken büyüyeceğiz. Bunu epey zorlu süreçlerin ardından elbette avantaja çevireceğiz. Ve bir yıl içindeki bu yaşanmışlıklar bana şu cümleyi kurduracak: Ama bir gerçek de şu ki biz kuşağı için özlemin eski tadı var.
En azından benim için!
Yoksa şöyle cümleleri yazmazdım, yazamazdım yetişkinliğimde:
"Özlemek, tek tek de çok anlamlı olan, ya da anlamlar yüklenen bir çok duygunun hepsidir. Özlemek bir uzaklık ifadesi gibi görünse de aslında dibinde olmaktır."
"Uzaklık, sanki başka başka anlamlar yüklenebilecek, farklı yüreklerde, farklı kelimeler hatta başka başka duygularla yakınlıkla eş anlamlı hale getirilebilecek kocaman bir sözcüktür benim için."
O halde çağının büyük seslerinden birinden gelsin ve bu yazı fazlasıyla uzama ihtimaline karşı tam da kıvamındayken, Nazım'ın Piraye için yazılmış sözlerinden bestelenmiş enfes bir şarkı ile bitsin.
Yves Montand söylüyor.
*11-12 Eylül-1980 Marmaris; Çok Anlatılmış Ama Yazılamamış Bir Eylül Hikâyesi
Simon Signoret ve Yves Montand, ikisine de bayılırım. Kitabı ben de okumuştum ama sizin kadar gençken değil, epey olgunluk çağlarımda. Gerçekten anı olmasına rağmen roman tadındaydı. Şimdi Montand'ı dinleyelim...
YanıtlaSilGençken okumak bir avantaj oldu sanki, ayaklarım biraz daha yere bastı, çünkü entelektüel kelimesinin dilimize çok yapıştığı ve kendimizi okuduğumuz kitaplar nedeniyle öyle nitelediğimiz bir süreçti, TDK'nın çıkardığı yeni kelimeleri kullanmaya bayılırdık:)
SilÇok başka insanlarmış onlar, o dönemin Paris entellektüelleri; yaşanan hayatlar, hızlı değişimler dönemi, aşkların açık ve isyankar oluşu...
YanıtlaSilKitabı çok severek ve etkilenerek okuduğumu biliyorum, sizdeki basısından daha sonra almış olmalıyım, acaba ödünç alıp okuduklarımdan mıydı, kütüphanede yok şimdi.
Ne güzel bir yazı, aldı nerelere götürdü. :)
Elimdeki kitap şubat 1979'da basılmış, 11 ay sonra da ben almışım. Çok severk okudum ben de, en büyük faydası bir yandan hava atma imkanı verirken bir yandan da daha çok fırın ekmek yememiz manasında ayaklarımın yere basmasını sağlamıştı Sevgili Okul Arkadaşım:) Yazıya övgü için de çok teşekkürler:)
SilVay be böyle bir kitabı o yeniyetmelik zamanlarda okumak, adam olacak genç belli oluyor işte. Yves Montand zaten aldı götürdü, ellerine yüreğine sağlık Buraneros..
YanıtlaSilBu ne ki desem! O dev gibi ideolojik kitapları bir görsen şaşarsın. İçerik açısından hepsi boyumuzdan büyük üstelik ve biz lise öğrenciyiz ve her cümlelerini fena halde kutsuyoruz. Ama bugünden bakınca iyi ki o günleri yaşamışız da diyorum. Yediğimiz copların yerinde güller açtı çünkü:) Hayatı ve ideolojileri sentezlemek adında çok faydasını gördük. Enfes tartışmalar yapa yapa, bazılarını ata ata ideal benliklerimize eriştik o sayede:) Çok teşekkür ederim, senin de yüreğine sağlık:)
Sile öylece kalakaldım . Yazı güzeldi tabii ama Nazımla, Montand ile bitmiş ki daha ne isterim...ellerin dert görmesin sevgili Buraneros! beni aldın, nerelere götürdün bir bilsen...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sevgili Şule, zaman yolculukları iyidir, bazen büyük bir özlemle göz ucuna damlalar sıralasalar da ... Her zaman, dokunluğunda tınnn sesi verecek bir bünyeye tercih etmişimdir:)
SilÜslûbunuzdaki zarafet bir yana o dönemde yaşadıklarınız, sanata ve kültüre olan ilginiz, sosyal ilişkileriniz, eğlenceleriniz bende farklı bir dünyada yaşadığım hissini uyandırırken hüzünle okuyorum yazılarınızı. Dönüp kendime baktığımda ve yaşanmamışlıklarımla yüzleştiğimde hüznümün nedenini kavrıyor, özlemin eski tadı yok diyerek mazinin o paha biçilmez anlarını yad edenleri daha iyi anlıyorum. Teşekkürler Buraneros...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Kaystros Tyrha. Şanslı bir çocuktum kesinlikle, 8 kişilik bir kalabalıkta küçük ve kira bir evde yaşarken bile... Çünkü başta enn amcam olmak üzere hem çalışıp hem okuyan insanlardı, dedem bir demiryolu emekçisiydi ve emekliydi, babanne ki benim babımdamdı bir ağa kızıydı ki zarafetini ve sandığını görmek lazımdı. Bir -nispeten- yoksul evde emekçi bir prenses, masal gibi:) Halam bankacı olmuştu falan... Her daim kitap olurdu, halam her maaşından kesinlikle bana bir kitap alırdı. Ha keza enn amcam da... Velhasıl, bu birliktelik babamın yükünü de azaltırdı, ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda basamakları hep birlikte alın teri ve bir tür imece ile tırmandık, ve ben de o süreçlerin hepsine tanıklık ederken rol modellerimin her birinden bir şeyler kapmışım biraz:)
YanıtlaSilHer ikisini de ilk kez duydum. Denk gelirsem okumak isterim kitabı. :)
YanıtlaSilKitaba denk gelmek biraz zor gibi sanırım, sonradan bir yayınevi tekrar basmış ve tükenmiş, sahaflarda belki:)
SilValla keyifle okudum. Gene döktürmüşsünüz. :)
YanıtlaSilKeyif verdiysem ne mutlu, çok teşekkür ederim:)
SilBıçağın İki Yüzü'nün fragmanının tadı müziğiyle birlikte hala damağımda ve bir hevesle geldim. Yazıya başlayınca da gidemedim :) Filmleriyle büyüdüğümüz kahramanları buldum. O kısacak alıntıyı okurken Garry Cooper benim omzuma da dokunmuş olabilir. :)
YanıtlaSilBıçağın İki Yüzü bittiğinde koltukta bir süre kalıp, derin bir nefes alıp, üzerine arada kalmışlıkla düşünelesi ve bir anlamda da sizin muhafazakarlık sınırınız nerede başlar ve nereye kadar testi yaptırası bir film. Öyle bir nefeste yazılası değil yani:) Kitap bulunabilirse, fazlasıyla keyif verecektir kesin, Üstalik Garry Cooper omuza dokunmuşken:)
YanıtlaSilSelamlar, yazı gelmiş. :) Yemek hazırlığı ortasında bir kontrol edeyim diye gelmiştim. Çok kısa göz attım. Tekrar uğrayacağım. Gençliğimde sinema salonunda Mum Kokulu Kadınları izleyip muhafazakarlığımı sınamış ve gideceğim filme dikkat etmem gerektiğini anlamış biri olarak sinemada izleyemem diyorum. :) Tekrar görüşmek üzere....
SilFragmanı ben seyretmemiştim ama yazılardan anladığım çok ustruplu olduğuydu, o bakımdan yazıda sahnelerin altını çizip vurgulama ihtiyacı duydum; ülkemiz -konu sanatta olsa- sinemada izlemek adına kadınlar açısından ne yazık ki o seviyeye gelemedi henüz:)
SilNazım der ya,
YanıtlaSilYüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının..
Özlemek yüzyıl kadar uzak dün gibi yakın.
Velhasıl güzel ve kıymetli bir şeydir, hissetirenlere, hissettirebilenlere selam olsun.
Sil