Bu yazıyı yazmak fikri dün aklıma geldi. Yolum, iş nedeniyle caminin olduğu ilçeye düşünce, ki Ordu'ya gidiyorduk. Elbette, yolda durup meşhur Yalıköy Köftesini yemeyi de ihmal etmedik.
İlçeden çıkışı, caminin içinde bulunduğu mezarlığın önündeki caddeden yapınca, hikayeyi de paylaşınca Göksenin abiyle, bloga yazıp tarihe önemli bir not düşmek elzem oldu. Çünkü benim yazacaklarım, belki de Türkiye'deki hiç bir kaynaktan ulaşılamayacak ve birinci ağızdan edinilmiş bilgiler.
Bundan en az 15 yıl önce, mağazanın kapısının önünde bir Volkswagen minibüs durdu. Arabanın direksiyonundan inen kişi tanıdıktı; müze müdürlüğünün Pick-up'ını kullanan, tanıdığım en sorumlu, aracına en iyi bakan devlet şoförlerinden biriydi. İşi, Türkiyenin en uzun soluklu kazılarından biri olan İkiztepe'nin arkeologlarını ve elbette kazı malzemelerini taşımaktı. Konuya kişisel olarak da ilgi duyan biri olduğu için, işini büyük bir zevkle yapıyordu. Ondan söz ederken, o zamanki müze müdürü Mustafa Bey'den söz etmeden geçmek olmaz; devletin kıt bütçelerine aldırmaksızın, şehrin insanlarını harekete geçirip, bir şekilde yürütüyordu işleri. Ülkenin önemli ilaç fabrikalarından biri olan Adeka'nın, müdür beyin fark ettirmesiyle müzenin yeniden düzenlenmesine yaptığı katkılar unutulmaz. Müzenin aracının yedek parça sorumluluğu da bize yıkılmıştı; yıl boyunca, ihtiyaç duyulan yedek parçaları verir, parasını da yaz deftere yapardık. Sorumluluk duygusu, tatlı dil ve samimiyet, devletin bile ilgisiz kaldığı ya da yeterli ilgiyi göstermediği bir alandaki bir devlet görevlisinin kişisel çabası, yılanı bile deliğinden çıkarabiliyordu?
Yazıları biraz da kendime notlar olarak oluşturduğum için, uzun bir girizgah yapıyorum. Bu sizi sakın sıkmasın! Çünkü buradan edineceğiniz bilgi, olası bir Karadeniz Turunda, belki sizi güzergahınız üzerindeki bir sapaktan iki yüz metre kadar içeri sokacak ve bir "dünya malı"nı, bir tarihi, çok daha hissederek solumanızı sağlayacak.
O gün arabadan inen diğer şahıs bir Amerikalı profesördü; ertesi gün, Trabzon'da bir toplantıya katılmak üzere yola çıkmıştı ve arabasının ufak bir arızasını gidermek için Müze Müdürlüğünün şoförü ile sanayi sitesine gelmişti. Arabasını bizim karşımızdaki oto elektrikçisine yolladıktan sonra, başladık sohbete... Sohbet gelip dayandı bizim kültürel varlıklarımızın ne kadar farkında olduğumuza...
Profesörün konusu ağaçlardı; onları inceleyerek, o coğrafyalarda neler yaşandığını anlayabiliyordu. Çok doğal olarak da ağaçlardan yola çıkarak tarihler saptayabiliyordu. Bana bir takım yazılarının fotokopilerini vermişti. Yazıları, DSİ'nin dergisinde yayımlanmıştı. Bu yazıları yazma nedenlerini şöyle anlatmıştı: Sakarya Nehri üzerinde bir inşaat esnasında, DSi'nin kepçeleri suyun altından bol miktarda kütük çıkarıyorlar. Bu da, o sıralarda Ankara'da, şu an yanlış hatırlıyor olabilirim ama sanırım Kayaş' da incelemeler yapıyor. O bölgenin asırlar önce derin bir kuraklık yaşadığını ve önemli bir veba salgını sonucunda önemli canlı kayıpları olduğunu tespit ediyor. Bölgedeyken, bir şekilde bu kütüklerden haberdar oluyor ve derhal DSİ'nin hafriyat yaptığı yere gidiyor. İncelemeleri sonunda bu kütüklerin, Gordion yolunun en önemli köprülerinden birine ait olduğunu saptıyor. Elbette bu yitiklik haline çok üzülüyor ve bunun üzerine, özellikle DSİ operatörlerine hitaben, bu tip hafriyatlarda daha dikkatli ve duyarlı olmaları ve yetkilileri haberdar etmeleri konusunda bir makale yazıyor. Elin gavuru işte!
Elin gavurunun bundan sonra anlattıkları ise çok daha şaşırtıcıydı. Bu konuda son derece hassas ve meraklı olan ben bile kendimden utanmıştım. Bir camiden söz etmeye başlamıştı; şehrin önemli ilçelerinden, arabayla yarım saatlik mesafedeki Çarşamba'da bulunan bir camiden. Daha önce incelediği bu caminin yapılış tarihini saptayan oydu. Onun tarihi saptadıktan sonra akıl yürüterek ve dönemi inceleyerek oluşturduğu kanaatleri şunlardı: Selçuklu hükümdarı l.Gıyasettin Keyhüsrev Trabzon'da bulunan Rum imparatoruna karşı bir sefer düzenliyor. Kış dönemini geçirmek ve hazırlıklar yapmak için Çarşamba ilçesinin bu bölgesine konuşlanıyorlar. Bölgeye Yeşilırmak üzerinden geliyorlar. Caminin yapılışında kullanılan tekniğin, gemi yapımındaki gibi; çivi kullanmaksızın ve tahtaların birbirlerine geçirilerek eklenmesi yöntemiyle yapılmış olmasından dolayı bu saptamaları yapıyor Profesörümüz. Yani l. Keyhüsrev caminin olduğu bölgede bir yandan Trabzon'a yapacağı sefer için gemiler yaptırırken, aynı ustalara bu camiyi de yaptırıyor. Aynı zamanda caminin içindeki direklerin dibine halıyı kaldırıp baktığınızda, bir nevi yay sistemi ile karşılaşmak şaşırtıcı. Bunca yıldır yıkılmamış olmasının temel sebebi de deprem esnasında yapının esnemesini sağlayan bu sistem.
Bu caminin aslında tahtadan bir minaresi de varmış, ama 'kıymet bilen varlıklar' olarak ne yazık ki, yıkılmasına ve yok olmasına engel olamamışız. Elbette yıkımlar bunlarla da kalmamış, çatısında fark ettiğiniz ucubelik de yenileme çalışmaları sonucunda oluşmuş. Kiremit çatı, çağdaşlaştırmış camiyi!
Aslında o günlerin, camiden daha önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken kıssadan hissesi ve utancı şudur benim için: O hafta sonu bir arkadaşım ve kardeşimle birlikte kameramı da alarak Çarşamba'ya gittik. Amerikalı Profesörden aldığımız tarife göre bir yere ulaştık ve herhangi bir levha olmadığı için sorup soruşturmaya başladık. Çok doğal olarak da "en iyi bilenler onlardır" diye bir taksi durağına gittik. "Buralarda tarihi bir cami varmış arkadaşlar, nasıl gidebiliriz?" diye sorduk. Bize tarif edilen yer; yine tarihi olan, hala işlevini sürdüren ve ilçenin merkezindeki bir popüler cami idi. Onu aramadığımızı, aradığımız caminin ağaçtan yapıldığını söyledik. Verilen yanıt şuydu: "Şu mezarlığın içinde bir cami var, o olabilir." Tarif ettikleri yer, bulundukları noktanın üç yüz metre ilerisiydi. Hem de aynı caddeden düz gitmek koşuluyla... İlçede yaşayanların bile değerinin ve varlığının farkında olmadıkları bir camiyi elin gavuru biliyordu.
Dış yüzeyi zaman içinde rüzgarın taşıdığı kumların etkisiyle betonlaşmış hissiyatı yaratan caminin arka tarafından gelen kuran dersindeki çocuk seslerinin melodisinde bir tatlı huzur bulmuş, ortamın ulviliğinden etkilenmiştik. Caminin içine girdiğimizde, yan kapıdan, başları fesli kuran okuyan çocukları görebiliyorduk artık. Afacan tavırlarla hocanın söylediklerini tekrar etmeye çalışan oyunbaz halleri, kızlı erkekli ve renkli giysileri, ve caminin içinin, dışarının sıcağına inat serinliğinin yarattığı ambiyans, gerçekten çok güzeldi. Yüzyılların ötesinden bir mekanda hala çocuk seslerinin yankılanıyor olması hoştu. Caminin tavanlarındaki işlemeler, ağaçların kusursuz düzlüğü, köşelerdeki çivisiz birleşmeler şaşırtıcıydı
.
Biraz sonra, caminin hocası; az önce çocuklara ders veren kişi, yanımıza geldi. Biraz sohbetten sonra içerideki floresan lambalarının tahtaların yüzeyinden geçen kablolarını göstererek "bunlar bu caminin yanmasına neden olabilir" diye bir uyarı yaptık. Sonra ekledik:"Yangın söndürücünüz var mı? Hoca başını yukarı kaldırarak, gözleriyle duvarda asılı duran söndürücüyü işaret etti. Gördüğümüz; bir otomobil yangın söndürücüsüydü.
Hani, bizim elin gavuru Trabzon'a gidiyordu demiştim ya! İşte o elin gavuru minibüsüyle Trabzon'a giderken camiye uğramış, o da bizim gibi durumu fark etmiş ve aracının yangın söndürücüsünü camiye bırakmıştı. Hoca, halkın ve ilgililerin yardım konusunda ilgisizliğinden şikayetçiydi. Caminin verandasının kenarındaki çatıyı tutan direklerden birinin üzerine asılmış bir kumbara vardı. Dokunulduğunda gurulduyordu. En azından, kabloların içinden geçirileceği borular alınsın diye bir miktar parayı kumbaraya attık. Caminin bizim bakışımızda, sadece dinsel nedenlere dayalı bir önceliği ya da bu noktadan bir önemi yoktu. Onu gözümüzde değerli kılan "dünya malı" olmasıydı.
O günlerde, Barış Manço; "Adam Olacak Çocuk" adlı efsane programının içinde bu türden haberlere yer veriyordu. Yaptığım kayıtları kurgulayıp ona göndermeyi düşünmüştüm. Bugün- yarın derken kalmıştı. İzlenimlerimi müze müdürü ile paylaşmıştım. Sonra bir levha koyulduğunu gözlemledim ana yola... Sonra, zaman zaman medyada yer buldu kendine Göğceli Cami... O profesör hala yaşıyor mu bilmiyorum. Ama sanırım hikaye artık yaşayacak, belki de birileri bunun üzerinden ilerleyerek daha önemli bulgulara ulaşacak.
*Fotoğraflar 22. Şubat. 2012 tarihinde yeniden çekilmiş olup caminin son halidir.
OKUDUKLARIM 2024/77 GİZEMLİ KÜTÜPHANECİ
1 saat önce
"Göğceli cami'nin hikayesi"'ni okurken oldukça etkilendim sevgili buraneros...
YanıtlaSilbenzer duyumsamaları, keşfetmek için gezerken ve araştırırken;var olduğu halde bilinmeyenler karşısında hayretler içinde kaldığım(ız) anları ve o anlardaki hissettiklerimi! yaşıyorum satırlarında...(yeni keşif yapmışcasına sevinirken o anlarda, bir yandan da gördüğüm manzara karşısında!..böylesine aymazlığıklara! ve cahilliklerimize!..ve daha neler neler!..nasıl üzülürüm anlatamam!..)
bu önemli tarihi mirasın izlerini süren duyarlı duruşuna, elin gavuru dediğimiz insanın gösterdiği duyarlılığa!..(Prof. ün en detay ayrıntılara varıncaya kadar bilgisi, hassasiyeti içindeki fark yaratan tutumuna...)ve tarihi dokuların ortaya çıkarılıp korunması yönünde gösterdiğiniz örnek davranışlara değin!..dersler alınacak çok şeyler var yazında...
Yazının sonlarına doğru okurken "ahh dedim yoksa elektrik kontağı vs...ile yandı mı o güzelim tahta camii!.."korktum bir an!..artık her şey Allah'!a emanet halde çünkü!..işte böyle elin gavurları bulup detayları ortaya çıkarıyorlar!..bir de aynı duyarlılıkta çarpan yürekler ve akıllar bir tek!.ama endişelerimiz hep sürmekte! çünkü, bugün var ama yarın ne olacağı?? hep meçhul!..
teşekkür ederim hassasiyetin ve bu önemli bilgi paylaşımın için...
esenlikler dilerim..
Sevgili Esmir,
YanıtlaSilAsıl ben çok teşekkür ederim; sizden almam gereken çok ders olduğu ve bu dersleri de usul usul aldığımı belirterek.
O kadar zarif ve duyarlısınız ki sizi izledikçe kendimi; ciddi anlamda tembellikten sıyırmam ve okuduklarıma, o okuduklarımı yazanlara karşı daha hassas olmam noktasında sürekli uyarmak ihtiyacı hissediyorum.:))
Özellikle yazılara yorumlarınızla yaptığınız katkıların ve bu konuda hiç de ihmalkar olmayan tavrınızın
ergeç bana da bulaşacağını umuyorum:))
Cami içinde bulunduğu mezarlıkta yapılan düzenlemeler sayesinde biraz daha fark edilir olsa da küçük cematinin dışında insanlardan hala katkı alamıyor. Gerçi yangına karşı bir sitem kurulmuş, bu çok yeterli görülmese de en azından "elin gavurunun yangın söndürücüsüne" ihtiyacı kalmamış artık.
Camiyi yapanların, depreme önlem olarak direklerin altına esnemeyi sağlayan bir nevi yay sistemi kurmuş olmalarına rağmen günümüz teknolojisine sahip insanların yangın önlemi konusundaki ihmalleri de ayrı bir ilginçlik tabii ki:))
Tekrar ve asıl ben teşekkür ederim, yazıyı çoğaltan katkılarınız için.
Sevgiler...
Dün akşam bu yazınızı ve tabii ki Kars Şehir Sineması serinizi (ilk 3 bölümünü) okudum. Rahmetli Gülsen Hoca'nın yorumu ve sizin yanıtınız vardı, sanırım 3. bölümde. Gece gece gülmekten öldüm. Siz çok yaşayın emi:))
YanıtlaSilNeyse, sadete geleyim hemen. Sevgili Buraneros, bu yazıdan tıpkı sevgili Esin gibi ben de çok etkilendim. Çok ilginç bir hikâyesi varmış gerçekten. Duyarlılığınız şapka çıkarılası.
Yazıya Google'a yazarak girdim. Çarşamba Belediyesi bile sizden kaç sene sonra yazmış bu camiyi.
Hikâyenin detayları ve siz, 1958'di galiba. Aydın-Geyre'ye baraj açılışına giderken Aphrodisias Antik Kenti'ni ilk keşfeden yani kaşifi olan Ara Güler'inkine ne kadar da benziyor.
Emeklerinize sağlık diyorum.
Söyle bir sorum var yalnız:
İzniniz olursa blogda Göğceli Camii'den kısaca bahsedip sizin bu yazınıza yönlendirebilir miyim?
Çok teşekkür ederim Sevgili Zeugma, elbette yapabilirsiniz, çok da sevinirim, sonuçta burada bir imece içindeyiz:) Gülsen Hoca ben gibi, sanırım onu tanıyan herkes için çok özel. Ben burada tanıdım onu, ilginç de bir tanışmamız var; ilk kez sayfasına yorum yazmayan birine yorum yazığını vurgulayan bir yorum yazmıştı bana. Hayatımın en özel hediyelerinden biridir benim için: Aynı şehirliyiz ve o benden epeyi önce olmak üzere aynı liseden mezunuz ve meğerse benim çok ama çok sevdiğim bir abinin eşinin teyzesiymiş. O gün oradaydım, telefonla konuştular, eve geldiğimde o andan bağımsız olarak yazımın altında yorumu vardı. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Sonra o güne dair bir yazı yazmıştım.
YanıtlaSilhttps://laparagas.blogspot.com/2020/05/rastlant.html
Onayladığınıza sevindim. Çok teşekkür ederim. En kısa zamanda o halde:)
SilGülsen Hoca 80 yaşına çok yakındı biliyorsunuzdur. Ajda Pekkan'dan büyük olduğunu söylemişti bir yazısında:)) 2009 gibi takibe aldı beni. Ben de onu. Güzel yazardı. Yorum yazmaya gayret ederdim kendisine. Onun bende 2 yorumu vardır. Aylar sonra yazdığı ilk yorumunda konuyla ilgili bir şeyler ifade ettikten sonra aynen şöyle bitirmişti:
''ve... sırası olmasa da; sana bundan önce de yazdığım yorumlarımın neden onaylanmadığını sormak geldi birden aklıma.. :)'' 25 Haziran, 2010
Ben şok... Hayatımda ilk kez gerçekleşti bu. Bir benzeri halen yok. Neyse açıklamalar yaptım bir sürü, gelip bir şey söylemedi nedense. Birkaç hafta sonra bir de baktım başka birine daha aynı yorumu yazmış. Anladım ki unutma problemi yaşıyor, yorum yazmadan yazdım sanıyor bazılarına.
https://anfaengerwriter.blogspot.com/2010/06/prensibine-sahip-ck.html#comment-form
2'inci ve son yorumunu 2015'te yazmış, yazıyı ve beni öve öve bitirememişti ama rahmetli.
Yazıyı merak ettim, hemen ışınlanıyorum:)
Rica ederim:) Yaşlı olduğunu tahmin etmiştim ancak kaç olduğunu bilmiyordum, aramızdaki iletişimi çok sevmiştim hatta yorumlarımızın bir kısmından bir yazı yapmıştım, ölümünden sonra. Cehennem Deresi'ni almıştım, öldükten sonra elim gitmedi. Hiç karşı karşıya gelmediğim bir insanla sadece yorumlar üzerinden oluşmuş, benim için muhteşem tadı olan bir iletişimdi ki elinden sevdiği bir oyuncağı alınmış çocuk gibi boşluk oluşturdu, gidişi.
SilSizin iletişiminiz muhteşemmiş gerçekten. Bizimki biraz sorunluydu sanırım. Cehennem Deresi'ni ben de aldım. Hatta bir tanıtım yazısı hazırlayıp blogda da yayınladım. Fakat benimkinden önce ve sonra tüm tanıtımlara gidip yorum bıraktığı halde beni atladı ve asla gelmedi. Beğenmediği fikrine kapılıp sildim ben de. ''Öğretmen beğenmedi'' gibi bir korku oluştu sanırım:(
SilSon anlarına ve gidişine ben de fazlasıyla üzüldüm. Allah rahmet eylesin.
Bir Gülsen Varol geçti bu diyardan deyip rahmet diliyorum ben de. Güzel bir vesileyle anmış olduk diyelim kendisini ve bugüne dönelim Sevgili Zeugma. Bu arada bir not. Daha sonra Sevgili Esin Göğceli'ye geldi ve oldukça detaylı bir yazı yazdı, ben profun ad soyad ve üniversitesini yazmaya gerek görmemiştim, sonuçta bir anlatıydı benim yazım ama o araştırıp oldukça detay yazmıştı, isterseniz bir göz atın ona da.
SilSevgiler.
Ülkemizdeki tarihi eserlere gereken değeri ve özeni gösteremiyor olmak ne kadar üzücü. Göğceli Camii'ye gittiğimizde çok kolay bir şekilde bulmuştuk. Hatta navigasyon üzerinden ve tabela yardımıyla bulduğumuzu hatırlıyorum. Böyle muhteşem bir yapıtın tekrar gün yüzüne çıkartılmasına katkı sağladığınız için de size teşekkür ederim.
YanıtlaSilBir de son olarak yetişmekte olan neslin tarihi eserlere karşı farkındalık sahibi olmayışı da beni üzen konulardan biri. Gerçi yetişkin olup da gittiği farklı şehir ya da ülkelerde bile o milletin tarihi yerlerini, eserlerini ziyaret etmeden ''ben şu şehri gezdim, şu ülkeye gittim'' diyen de bir sürü insan var.
İşte biz haberdar olup el atmasaydık siz o kadar kolay bulamayacaktınız.:) Düşünebiliyor musun, aynı yol üzerindeki taksiciler öneminin farkında değil:) Rica ederim, ancak asıl teşekkürü o profösör hak ediyor, yolumuz kesişmese, benim mümkün değil haberim olmazdı.En son pandemiden önce gittim, bakımlıydı:)
Sil