
Meşguliyetsiz zihin; şeytanın atölyesidir.
Northern Exposure dizisinden tesadüfen.
Görsel: Jasona Levesek (widelec.org)
Fuayeden Yazılar
Maviye İz Süren Sekiz uzun yazı yazdırıyor şehir bana.* Hayatımızın enn keyifli yolculuğu desem abartmış olmam. Uçuş güzergâhımız muhteşem b...


Amerikan Sineması'nın, sosyal sorunları yansıtan filmleri bile; aksiyonu, gerilimi, kısaca sinemanın ilgi çektiren klişelerini kullanarak anlatma tarzının iyi örneklerinden biridir Brubaker...
1992 yılında En İyi Yabancı Film Oscarı'nı almış olan Akdeniz: savaş karşıtı bir tavır ortaya koyan eğlenceli bir İtalyan filmi.
Aslında planımız bir türlü denk getiremediğimiz Buz Devri 3'ü izlemekti. Dün Tırtıl'dan gelen telefon, filmin hala vizyonda olduğu ve bugün 14.30 da izleyebileceğimiz üzerineydi. Dolayısıyla okul çıkışında buluşup filmin oynayacağını söylediği sinemaya gitmek üzere anlaşmıştık; emir demiri her zaman kestiği için de, öğleden sonra programımı emre göre düzenlemek durumunda kalmıştım üstelik...
Aslında, güncel bir iki toplumsal olayda yer alan bireylerin duruşlarından yola çıkarak insanların, ben merkezci bir görmezlikle kendi haklılığından bakarken ve bunu eylemle ortaya koyarken, diğer insanların haklarını da çok kolayca gasp edebilen duyarsızlıkları üzerine bir yazı yazmayı planlamıştım. Ve bu yazımda kullanmayı düşündüğüm görsel de; ilk gördüğüm anda vurulduğum, arınmışlığı ve saflığı çok güzel yansıtan bu fotoğraf* idi....
O ''bağlanma korkusu var'' derken; adam, kendince bir ilişkiyi daha sağlamlaştırmak için, daha net ve tamam şimdi denilen bir noktada olma arzusundan; ya da kendi dip duygularının, bilinçaltından olası sonuçlara karşı korumacı uyaranlarının dile, düşüncelere yansımalarından; bazen bir ilişkideki yerle ilgili tereddütler yaşayıp bazı alt duyguların insanı dürten, karıştıran, dedikodu ağızlı hıyarca uyaranlarının anlık ele geçirmeleriyle düşünüyor olmak gibi insani bir zaaf yaşıyor olmaktan, bu anlarda kendini koruma reflekslerinin dilinden cümleler kurulmasından, bunların kadın algısındaki yanlış değerlendirmelerinden söz etti; kadında sezdiği sorulara yanıt olabilmek için...
Sonra bu anlık içsel direnişleri aşıp ''sen ne niyetde olduğunu biliyorsun, bu tereddüt niye?'' güdüsüyle yola devam edebilmek gerektiğinden bahsetti. Ve tüm bu kaygıların sonundaki çakma sanmalardan, o sanmaların teredütlerinin sorulmayan sorularından ve sorulmayan sorulara (kendince)verilen yanlış yanıtlardan...
Sonra kadının gözlerine saklanıp, ''bütün bir geçmişe baktığımda; bugün senin beni çağırmandaki nedenin gibi; hepimiz, belki de en çok, el frenini bırakarak konuşabileceğimiz birini arıyoruz şimdilerde... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek, olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak uslup sanırım en çok aranan'' diye devam etti.
Sonra bu cümlelerden yola çıkarak yaşadıkları hiçbir ciddi ilişkide ötekine yön veren bir çaba içinde olmadıklarından, bunu değerli bulmadıklarından falan söz ettiler. Bazı sonların kattıklarıyla daha derin farkedişler ve dirençlerle ileriye doğru yürüme becerisinden, insanın kendi bahçesini yaratabilmesinden konuştular gün ışığını haber veren sabah ezanının melodisini duyana kadar.
...
Mine benim için Türk Sineması'nda yeni bir çağın başlangıç filmidir. Tam da Türkan Şoray'ın jön ve star eksenli Yeşilçam Filmlerinden, biraz da dünyadaki kadın başkaldırısına paralel gelişen Türkiye'deki ''feminist'' hareketin yükseldiği bir zamanda, kendi oyunculuğunu sıçrattığı filmdir.
Evrenin Dünyası'ndaki Gitmek Köklerinle Birlikte başlıklı yazının içindeki; Bugün Sevgili Pino'nun; 34. yaşını kutlamak üzere, gecikmeli de olsa uğradım durağına, Gitmek İstiyorum yazısını okudum... Ve okurken, yanda gördüğünüz fotoğrafa, yorumlarda kelebek olsam diyen Uzağa Giden Kadını fark ettim; o şehir şehir dolaşıyor biliyorsunuz, satırlarını ve yazının tamamını okuyunca, ve altındaki yorumlara da göz atınca düşündüm ki; bir yolculuk arzusu almış başını gidiyor. Bu sabah bir dergiyi kurcalarken gözüme ilişen Kaya Tanış imzalı bir yazıdan sonra konu üzerine bir şeyler yazma fikrimden ve eyleminden vazgeçtim.Tasavvuf Edebiyatında "telvin", halden hale geçmektir. Bir halden bir başka hale geçmek, dönüşmek, değişmek... Bu geçiş esnasında, ilk durumu çoğunlukla unutmak ve içinde bulunulan duruma uyum sağlayıp; bir sonraki telvin halini -durumunu- düşünmek ve buna hazırlanmaktır. Kişinin içsel olarak kendini tamamen bırakması ve bir arayışın içine girmesidir. Ozanın deyişiyle: "Bir kapıdan içeri girilir, kapı kapanır. Ve sonra, bir kapı aranmaya başlanır; başka bir kapı: O odadan çıkmak için gerekli olan, bir başka kapı."
Kişi telvin halindeyken bir başka boyuta erişmiş şekildedir. Durgun gibi görülen, ama kendi içerisinde yoğun bir devinimle bütünleşen, derin ve erişilmesi zor bir boyuttur bu. Her bir adım içsel yolculuklarda katedilen yolları neredeyse arındırarak atılır; her bir zerre bu yolculuklarda tıpkı han misali; kişinin tüm yoğunluğuna ve yorgunluğuna ortak olur ve her bir kapı; bir halden başka bir hale geçişin, önceki ile sonrakinin, geçmiş olanla gelecek olanın kilidini ve anahtarını üzerinde barındırır.
Kapı kapanır, bir yol açılır; kapı açılır, bir yol kendine yürür...
David Le Breton'un unutulmaz eseri Yürümeye Övgü'de bahsettiği gibi; "Yürümek, aslında yaşamın o kendine özgü zamanını yeniden bulmaktır." İşte telvin halindeki insan da en çok bu nedenle yola çıkmıştır. Bulmak için: Zamanı, içindekileri ve kendini bulmak için...
Tüm yolculukların da içinde ve sonunda barındırdığı, o en temel öge bu değil midir? Aramak ve bulmak. Bu yüzden her yolculuğa çıkışımda kendimi tıpkı bir telvin halinde gibi hissederim. Büyük bir arayışın içinde yoğunlaşmış, neredeyse kendimden geçmiş ve herşeyi unutmuş... Birçok yolculuk da bu nedenle yapılmaz mı zaten? Unutmak için. geçmişi, geride kalanı... ve tanımak için; o anı, şimdiyi...
Hayatlarının büyük bir bölümünü ya da önemli bir bölümünü bitmeyen yolculuklarla geçiren insanlar; durmadan yorulmadan meydana gelen bu hal değişikliklerini özümsemesini, hayatı tıpkı bir yol gibi özenle adımlamasını, durulan yerle gelinen yer arasındaki o ilişkiyi; kalanla gelen arasındaki o ilişkiyle bütünleştirmesini bilen insanlardır. Tüm bunların üzerine bir de yazma eylemini eklersek, ortya şu çıkar: Bedenen katedilen yollar, ruhen bir sonsuzluğa ulaştırmıştır insanı: Yazıya...
Yazı; 25 Eylül 2009 tarihli k adlı dergide Kaya Tanış tarafından kaleme alınan Alberto V. Figuero üzerine bir analizden alıntıdır.

Dün ve hatta bugün Hürriyet com tr de yer alan, "Turkuaz yeşili elbisesi ve derin göğüs dekolteli kıyafetiyle sahneye çıkan sanatçı, hareketli ve romantik parçalarıyla sevenlerine unutulmaz bir gece yaşattı. Elbisesinin azizliğine uğrayan ünlü sanatçı, iş kazası yaşayınca göğüs uçları zaman zaman göründü." diye devam eden Sibel Can Elbisenin Aziziliğine Uğradı başlıklı yazıyı okuyunca, aslında iş kazası denen şeyin iş kazası olmadığına tanıklık ettiğim bir olay geldi aklıma: Dünyadaki örneklerinin çoklukta olduğu bu iş kazasının Türkiye'de hem görsel hem de yazılı medyaya yansıyan belki de ilk örneğiydi bu.
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep ayağı öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı -
bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır.
Patrick Süskind - Güvercin sayfa 63
Yazı sevme nedenlerimden bir tanesi belki de en önemlisi, odalardan dışarı atmasıdır beni. Bir diğeri de, her ne kadar filmleri sinemada izlemeyi sevsem de yazın güzel ve yıldızlı gecelerinde kendi yeraltıma sığınıp sinema salonlarından, dolayısıyla üzerine para yatırılıp kâr beklentileri hedefine kurulmuş, satabilmesi için insan algısına yön verecek pazarlama unsurlarının, sinemanın klişelerinin sonuna kadar kullanılmasıyla ortaya çıkan (Hollywood) filmlerinin samimiyetine duyduğum şüpheden kurtulmuş olmaktır.
© Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008
Back to TOP