Yatağa girip keyifli, hayalli bir uykuya kendini emanet etmişken, saat 24 civarı telefon sesiyle uyandı. ''Senle konuşmam lazım,'' diyen bir eski arkadaşının ''bunaldım!'' cümlelerinin ardından, iki kadeh rakı içmiş olmanın trafikte başına açabilecekleri karmaşasıyla kendini direksiyonda buldu. Sonra, aklının çok telaşsız olduğunu fark etti. Ruhunun gecenin sessiz haline, kaloriferin yüze vuran sıcaklığı ile radyoda çalan şarkılara gösterdiği uyumu sevdi. Lastiklerin sokak ışıklı asfalt üzerindeki çoşkulu sesleri eşliğinde, zamanın keyfini çıkaran bir hızda yol alırken de düşündü!.. İçinde neler olursa olsun, hayat güzeldi.
Şu anda bile, sabahın beş buçuğunda, bir gün önce erken yatacağım derken sabahı ettiği sürenin içine koca bir hayat sığmıştı.
Telefondaki ses çok eskide kalmış bir arkadaşlığın ötekisiydi. İkisinin de kendi evlilikleri süresince karşılaştıkları sosyal ortamların dışında merhabanın ötesine geçmeyen konuşmaları vardı. Adamın ayrı yaşamaya başladığı süreçte ve bu geceden bir kaç yıl önce, bir gün öğle vakti karşılaştıkları bir restoranda aynı masada oturmak zorunda kaldıkları bir yemekte, günlük hayata dair, temelinde havadan sudan sayılabilecek şeyler konuşmuşlardı.
Dün gece telefonu çaldığında duyduğu ses bütünüyle sürprizdi. Geçmişte çokca şey paylaştığı, arkadaş grupları içinde birlikte zaman geçirdiği bu okyanus gözlü kadın, yanaşılamaz ve yanaştırmaz güzelliği ve dominant duruşu yüzünden, aslında kendi şeçimi bu tavrın yalnızlığını da yaşıyor gibiydi. Eski yıllarda daha birer liseliyken, ortak arkadaşlarından birinin doğum gününde aralarında oluşan yakınlığın nedeni, o gün için getirdiği plaklar olmuştu.
Plaklar üzerinden başlayan o günkü yakınlaşma, kadının avizenin tavanda oluşturduğu renkleri anlamlandırması, kendi yaptığı resimlerden söz etmesiyle doğum günü kalabalığından balkona çıkan yalnızlaşmaları; kitaplara, sinemaya, siyasete kadar uzamıştı. Ortamda başka heveslerle bulunanları rahatsız etse de aralarındaki ilişki; derin ve uzun süreli olamamıştı. İkisi de, temelde duygularının farkında ve onların karşılıklarını arayan ama aynı zamanda özgür, denemeye cesaretli, sınırda yaşamanın heyecanını seven karakterler olmasına rağmen adamın önceliği henüz bir bedenden öte geçemediği yıllar olduğu için, uzun süreli bir bağlanmayı gerçekleştirememişlerdi.
Telefondaki ses alkol ve gözyaşı kokuyordu; ve onu görmek istediğini söylüyordu. Evinin kapısına gittiğinde zile uzanmasıyla onun aşağı gelmesi arasındaki sürede hiç de şaşkın olmadığını fark etti. Yaşam çok şey öğretmiş olmalı ki, aşağı yukarı ne olduğunu sezmişti. Arabaya bindiğinde usul bir nasılsın sonrasında kadının yüzündeki ruhun sınır çizgisinden geçip geri dönmeye başladığını fark etti. Alkole bulanmış yüzün beyaz tenindeki kırmız ruj, göz kapaklarındaki mavilik, simsiyah kirpikler, iri okyanus gözler, zeytin kara boyanmış saçlar, üzerindeki siyah kürk mantosunun parlak tüyleri, siyah, desenli tül çorapları, yanağındaki allık, parfüm kokusu, göze değmiş yaşların parlağı; aslında başka bir yüzde abartı gibi duracak tüm bu renkler ona, o an'a, o ruh haline fazlasıyla yakışmıştı.
''Deniz kenarı bir yere gidelim,'' dedi kadın. Adamın sığınaklarından, gara giden rayların altındaki sahile doğru yürümeye başladılar. Gecenin o vaktinde, ayrı ayrı kendi sıcaklarına sığınarak raylar boyu sessiz bir tonda karanlığa saklanırken; kadının, yalnızlıktan sıyrılmış olmanın getirdiği güvenle konuşmakla konuşmamak arasındaki tereddütleri yaşadığını hissetti. Onu aramadan önce kendi kendine konuştuğu ve büyük olasılık kafasının içinde ona sarfettiği tüm cümleleri, tüm sıkıntılarını tekrar etmekten, ona anlatmaktan vazgeçtiğini sezdi. Soğuğun uzun süre hareket halinde olmanın verdiği ısıyla yer değiştirmesinin ardından gar binasına vardılar. Bir süre perondaki banklardan birinde oturarak; aldıkları kanyak ve çikolatalarla okulu kırdıkları bir gün atladıkları trenle eski kente gidip dönüşlerini konuştular. Gece vardiyasına gidecek trenin demire sürten fren sesinin geceyi kalabalıklaştıran gıcırtılarıyla gara girişini dinlediler. Getirdiği işçileri bırakıp, yenilerini alarak usul gıcırtılar ve güçlü bir motor sesiyle yol almaya başlayan treni bir süre izledikten sonra, biraz da üşümeye başlayınca, gar binasından içeri girip bekleme salonun görkemli yalnızlığının banklarından birine oturdular bu kez... İkisi aynı anda, ayyaşlar gibi, "İçtiklerimize cila olsun,'' deyip, gazete kağıdına sarılmış bira içme isteklerine güldüler. İstasyon binasının hemen karşısındaki dolmuş durağının dibindeki büfeye sıçrayıp gazetelere sarılmış dört şişe bira aldı adam.
Bütünüyle ısssızlığın çöktüğü yüksek tavanlı kocaman bekleme salonunda, mekânın o anına tezat iki insandılar. Temelde ilişkiler, daha çok kadının anlattıklarına erkek dilinden tercümeler yaparak insanı konuştular. Bunları konuşurken de her cümlede kadının biraz daha sıyrıldığını gördü üzerine giydiği karanlıktan...
O ''Bağlanma korkusu var,'' derken... Adam, kendince bir ilişkiyi daha sağlamlaştırmak için, daha net ve tamam şimdi denilen bir noktada olma arzusundan ya da kendi dip duygularının, bilinçaltından olası sonuçlara karşı korumacı uyaranlarının dile, düşüncelere yansımalarından; bazen bir ilişkideki yerle ilgili tereddütler yaşayıp bazı alt duyguların insanı dürten, karıştıran, dedikodu ağızlı hıyarca uyaranlarının anlık ele geçirmeleriyle düşünüyor olmak gibi insani bi zaaf yaşıyor olmaktan, bu anlarda kendini koruma reflekslerinin dilinden cümleler kurulmasından, bunların kadın algısındaki yanlış değerlendirmelerinden söz etti; kadında sezdiği sorulara yanıt olabilmek için... Sonra bu anlık içsel direnişleri aşıp ''Sen ne niyette olduğunu biliyorsun, bu tereddüt niye?'' güdüsüyle yola devam edebilmek gerektiğinden bahsetti. Ve tüm bu kaygıların sonundaki çakma sanmalardan, o sanmaların tereddütlerinin sorulmayan sorularından ve sorulmayan sorulara verilen yanlış yanıtlardan...
Sonra kadının gözlerine saklanıp, ''Bütün bir geçmişe baktığımda; bugün senin beni çağırmandaki nedenin gibi; hepimiz, belki de en çok el frenini bırakarak konuşabileceğimiz birini arıyoruz şimdilerde... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek, olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak üslup sanırım en çok aranan,'' diye devam etti. Sonra bu cümlelerden yola çıkarak yaşadıkları hiçbir ciddi ilişkide ötekine yön veren bir çaba içinde olmadıklarından, bunu değerli bulmadıklarından falan söz ettiler. Bazı sonların kattıklarıyla daha derin fark edişler ve dirençlerle ileriye doğru yürüme becerisinden, insanın kendi bahçesini yaratabilmesinden konuştular gün ışığını haber veren sabah ezanının melodisini duyana kadar.
Onu evine bırakıp, uykusuna bıraktığı yerden devam etmek için eve doğru gelirken, o an'a ve bir yakın zamanda yapılacak yolculuğa taşıyacağı cümleleri düşündü; kendi kendiyle konuşup tebessümler ederek. Sonra yatağına girip yorganı çektiğinde, yüzüne konmuş tebesüme güldü. O gülmeye sarılarak uyudu.
...devam edecek; zamanın ötesinden berisinden bi günde ama ! ...Zamansızca yani!... demişim. Bugün, yani 25 Ağustos 2021'de fark ettim ki aslında yazmışım. Buradan lütfen!
Elveda Gülsarı / Vicdan Sızlar (Kitap)
19 dakika önce
Teknik bir nedenle yeniden yüklediğimiz yazının ilk yayınına Sevgili Evren tarafından yapılan yorumdur:))
YanıtlaSilEvren dedi ki...
güzel bir gün olacak, güzel bir yazıyla başladığı için...
yüze konan tebessüm aşkın en güzel hallerini çağrıştırır bana ama bazen aşk yokken ve hiç olmayacakken de gelip konar o tebessüm yüze, bu sabah ki gibi... seviyorum ben bu romanımsı serisini; sürükleyen bir akıcılığı var, içine çeken detaycılığı...
Sevgili Yazar;
siparişim kabul ettim, aldım gittim... seni de büyük bir dertten kurtarmışımdır dimi? hadi çık artık koltuğun arkasından :))
Sevgili Okuyucu;
YanıtlaSilgüzel sözleriniz kahvemize keyif kattı,yani bazen okurken ben bile adam güzel yazmış ya diyorum .özelikle bazı halleri ifade edişine baktığımda ya bunlar benim tanıdığım kişiden mi çıktı şimdi diye de düşünüyorum:))
Özellikle bir yükü üzerimizden alıp saklandığımız yerlerden çıkmamıza olanak tanıdığınız için teşekkür ederiz.Gününüzün devamıda güzel olsun:))
bende sabah dejavu mu dedim sonra nasıl yani dedim, sonra sandım mı dedim... erenlere karışmadığıma sevindim :)
YanıtlaSilUzun ve koşuşturmalı bir haftanın ardından geldim okudum az nefes aldım. Güzel ve sürükleyici...
YanıtlaSilBağlanma konusunda kaldım. Bebeklikte anne ile kurulan bağlanmanın eş seçimi üzerinde etklili olduğunu yazmıştım bir ara:)
Devamı için uğrarım!
Teşekkür ederim uzağa giden kadın.Buradaki bağlanma korkusu olası bir son korkusundan ve yaşanabilecek acı üzerine...Her zaman bekleriz efendim:))
YanıtlaSil"El frenini bırakarak konuşmak" tam "Bu işte!" dediğim bir tanımlama. Öyle bir arkadaşım var. Konuşmak o kadar keyifli ki... AMA... Ama işte kocaman bir "ama" var maalesef mevzuda.
YanıtlaSil"... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak üslup sanırım en çok aranan..." demişsin. İlla ki o ne düşünür kaygısı yaşanıyor. Ya yanlış anlarsa? Ya benim böyle düşünmeme içerlerse?... Bu kaygıları konuşma anında hissetmesek bile sonrasında "Keşke öyle demeseydim. Şöyle anlaşılır mı ki?" gibi endişeler hissediyor kadınlar maalesef kaçınılmaz olarak.
Sevgili Kuyruksuz Kedi,
SilBulmayan örnekler az belki ama var, ben de aslında o manada örnek insanın az olduğunun altını çiziyorum. Elbette yazının kastetiği seçim için bir yaşam olgunluğu gerekiyor, yaşla çok ilgili değil üstelik bu! "İşte şu, ya yanlış anlarsa" kaygısı başa bela. Bu aslında insanın kendi engeli, hepimiz yaşadık ancak deneyimledikçe aşıyor ve olgunlaşıyor insan ve gelişiyor; işte o zaman başkası ne der kaygısı da azalıyor. Elbette o konuşma güvenini alabileceğimiz insan sayısı az ama var, ve yaş aldıkça ve bir çevre oluşturdukça o sayının hiç de az olmadığını görüyor insan, kolayca da bulabiliyor. Sen henüz gençsin ama müthiş bir alt yapın olduğunu söyleyebilirim. Sordukça ve cevap aradıkça kendi dünyanda geliştiğinin tadına varacaksın, emin ol:) Bunun cinsiyet ayrımı yok aslında, erkekler de büyük cesaretlerle gelmiyorlar dünyaya... ve kazık kadar olduklarında bile o kaygıyla yaşayan çok erkek var. Hepimiz o basamakları birer birer çıkıyoruz; bazımız hızlı, bazımız yavaş, bazımız hiç. Hani Selvi Boylum Al Yazmalım'da bir söz vardır, Sevgi emektir der, aslında bunun anlamı geniştir, güzel yaşamak da emek ister:)
Sevgili Buraneros,
YanıtlaSilÖncelikle henüz genç olduğumu düşündüğünüz için çok teşekkürler :)) Bir süredir dükkan camlarındaki yansımamı görünce ürperiyorum. Ben kendimi hâlâ 20lerimde (?!) sanırken camdaki yansımam baya baya 35 yaşında evli barklı, çoluklu çocuklu bir kadın olduğumu bas bas bağırıyor gibime geliyor :)))) Hafiften komplekse giriyorum sanırım :P
Yaş almanın, büyümenin, gelişmenin sonu olmayan bir derya olduğunu geç anlıyor insan. Ergenlikten itibaren "Ben büyüdüm artık" başta olmak üzere büyük büyük laflar ediyoruz. Oysa 30'den önce ve hatta 30'dan sonra bile çocuğuz hepimiz. Ben 33'te biraz büyür gibi oldum, 35'te devam ediyorum ama şimdiki aklımla kalkıp asla "Ben büyüdüm / Ben oldum" demem.
Arkadaşlık, dostluk söz konusu olunca büyürken çok şanslıymışım. Çok yakın arkadaşlarım vardı, çoğu erkek. Ama büyüdükçe karşı cinsle arkadaşlık zorlaşmaya başladı maalesef. Sınırları belirlemek zor, farklı yetiştirilmek tarzları ve bakış açıları arkadaşlıkları zorlaştırıyor. Hadi arkadaş olduk, her şey tamam bu kez de çevreye dert anlatmak zor. Çocukluk arkadaşı, iş arkadaşı, eş arkadaşı dışında ilerleyen yaşlarda karşı cins ile tanışıp samimi arkadaş olmak toplum nazarında imkansız gibi bi'şey maalesef. Ama toplumu çok da takmamak lazım tabi. Önemli olan var olan arkadaşlığı koruyabilmek.
Sevgili Kuyruksuz Kedi,
YanıtlaSilRuh yaşlanmasın, mesele bu, diğeri sadece rakamdan ibaret:) İnsan bir dönem sayılara takıyor, çünkü toy; sonra o toyluğun hiç bitmeyen bir tatlılık olduğunu öğreniyor ve ondan sonrası muhteşem:) O kompleksler sağlık işaretleri, usul usul sahneden çekilecekler emin ol:) Senin tarafından bakınca kabul ediyorum ki karşı cinste tehlike var ancak sen geliştikçe ve yüreklendikçe karşının cesareti de azalıyor. Birazcık da had bildirmeyi öğrenmiş oluyorsun:) İfadelerindeki en öenmli mesele şu kaygı: Çevreye dert anlatmak zor.
Lise başlarında ya da ortaokul sonlarında falandım, televizyonda Forum diye bir program vardı, tek kanallı siyah beyaz yıllar ama o zamanki genel müdür İsmail Cem ve harika yayınlar yapıyor TRT. Program sunucusu Turan Erdemgil. Hiç unutmuyorum çünkü onun bir ifadesi, şu aşağılık kaygıyı alt etmeme sebep olmuştu. Benden büyük, üniversiteli bir genç demişti ki kız arkadaşımla yürüyoruz, o ara bir inşaattan çalışanlar bakıyor, onun hafif bir kız olduğunu düşünüyorlar ve bu beni rahatsız ediyor. Sunucu da hatırladığım kadarıyla, senin öyle düşünmen onların öyle düşündüğü anlamına gelmez, o an'ı sen öyle adlandırdığın için öyle sanıyorsun. Çünkü oraya bakan sensin, toptancı bir önyargın var.
Karşı cinsle arkadaşlıkta mesafe belirlenebilir ve korunabilir bir şeydir, gönül korumak istemezse de varsın korumasın:)
Toplum diye bakmamak lazım, bir kısım insan dersen mesele olmayacağını görürsün, öyle bakarsak eğer hepmizin rahip ve rahibe olmamız gerekirdi.
Bu sohbet çooook uzar gider keyifle ama ben sayfayı şimdilik çok işgal etmeyeyim 😅 Her şey zihnimizdeki algılarla ilgili her zamanki gibi 😊
Sil:))
Sil