28 Şubat, 2.Avarelik Günü
Bir kaç gün önce yoğun saatlerde AVM'de geçirdiğim gün hoşuma gidiyor. Bugün de avarelik yapasım var.
Komiğim, çünkü burnumun dibinde eczane varken yıllardır 12 kilometre uzağımdaki eczaneye gidiyorum. Trendeyim ve sırt çantamda da mahallemdeki pastane Pastacım'dan aldığım gül böreklerim ve bir de üzümlü pastam var;
elbette okumakta olduğum bir de kitabım.
Varınca hedef coğrafyaya önce caminin bahçesindeki çay ocağından bir çay alıp onları güle oynaya yemeyi düşünüyorum.
Sonra bundan vazgeçiyorum;
börekçi abiye ayıp etmiş olmamak adına.
Şimdi geniş bulvarın geniş kaldırımındaki banklardan birindeyim. Yavaş yavaş yoğunlaşmaya başlayan trafiğin akışını izlerken götürüyorum börekleri. Sonra Piazza'ya doğru yürüyorum çünkü açılmak üzere. Üstelik amaçlarımdan biri çekemediğim gemi fotoğraflarını çekmek. O sırada köprünün hemen kenarındaki mini parkı fark ediyorum; yerleştirmelere seviniyor ve basıyorum deklanşöre.
Ve köprünün üzerindeyim. Açıkta gemiler, fakat günün ışığından gemiler adına memnun olmamanın yanı sıra mini makinenin de istediğim sonucu çıkaramayacağını düşünüyorum ve buna rağmen çekiyorum fotoğrafları ki sonuç benim için sevindirici olmuyor. Artık bir başka sefere diyor, hemen yakındaki Piazza'nın ilk kapısından içeri giriyorum.
Çalışanlar sabah mahmuru, ben dışında bir kaç kişi daha var. Migros'tan kuru pasta türevi atıştırmalık bir şeyler alıp yanına 22 TL'lik kapuçino eklemeyi düşünüyorum ve bir de enn sevdiğim kadına bir paket Etyopya'lı filtre kahve alıyorum raftan. Onları almış ve elim doluyken de telefonum çalıyor ve ben elimdekiler nedeniyle açana kadar kapanıyor.
Kız Kardeşim.
Geri arıyorum; benim mutfaktaki ocak üstü havalandırmanın modelini soruyor ki benim mutfak salona açık olduğu için sizinkilerden farklı diyorum.
AVM sabah mahmuru. An itibariyle çalışanlar dışında bir kaç kişi var. Bir kaç gün önceki aynı masama oturuyor, sırt çantamı bıraktıktan sonra da kahvemi almak üzere dönerciye doğru yürüyorum. Çalışan önündeki bir takım kağıtlarla meşgul, beni fark edince onları bırakıyor. Lütfen diyorum, siz devam edin, benim için bir sorun yok. O yine de bırakıyor ve benim kahvemi makinenin düğmesine basarak karton bardağıma dolduruyor. Teşekkür ediyorum, ödememi yapıyor ve masama dönüyorum. O sırada ön tarafı tamamen açık yan mağazadaki genç kızın beni izlediğini fark ediyorum ki önceki gelişimden de bir tanışıklığımız var. Ona günaydın diyorum. Gülümseyerek karşılık veriyor. Kahvem masamda, az sonra uzanıp da sırt çantamdan alacağım kitabım sabahın sakinliğinde.
Bu sakinliği terk etmek istemiyorum. Zaten iş saatlerim başlamış durumda ki umurumda değil. Yüreğimin götürdüğü yerdeyim ve onun peşine takılmak hoşuma gidiyor. İkinci kahve için bir kez daha araftayım. AVM hareketlenmeye başlıyor. Gün henüz öğlene varmadı. Usulca masamı terk ediyor, katların her birini ağır adımlarla yürüyerek zemine iniyor ve binadan çıkıyorum.
Trendeyim.
Bir kaç gün önce yoğun saatlerde AVM'de geçirdiğim gün hoşuma gidiyor. Bugün de avarelik yapasım var.
Komiğim, çünkü burnumun dibinde eczane varken yıllardır 12 kilometre uzağımdaki eczaneye gidiyorum. Trendeyim ve sırt çantamda da mahallemdeki pastane Pastacım'dan aldığım gül böreklerim ve bir de üzümlü pastam var;
elbette okumakta olduğum bir de kitabım.
Varınca hedef coğrafyaya önce caminin bahçesindeki çay ocağından bir çay alıp onları güle oynaya yemeyi düşünüyorum.
Sonra bundan vazgeçiyorum;
börekçi abiye ayıp etmiş olmamak adına.
Şimdi geniş bulvarın geniş kaldırımındaki banklardan birindeyim. Yavaş yavaş yoğunlaşmaya başlayan trafiğin akışını izlerken götürüyorum börekleri. Sonra Piazza'ya doğru yürüyorum çünkü açılmak üzere. Üstelik amaçlarımdan biri çekemediğim gemi fotoğraflarını çekmek. O sırada köprünün hemen kenarındaki mini parkı fark ediyorum; yerleştirmelere seviniyor ve basıyorum deklanşöre.
Ve köprünün üzerindeyim. Açıkta gemiler, fakat günün ışığından gemiler adına memnun olmamanın yanı sıra mini makinenin de istediğim sonucu çıkaramayacağını düşünüyorum ve buna rağmen çekiyorum fotoğrafları ki sonuç benim için sevindirici olmuyor. Artık bir başka sefere diyor, hemen yakındaki Piazza'nın ilk kapısından içeri giriyorum.
Çalışanlar sabah mahmuru, ben dışında bir kaç kişi daha var. Migros'tan kuru pasta türevi atıştırmalık bir şeyler alıp yanına 22 TL'lik kapuçino eklemeyi düşünüyorum ve bir de enn sevdiğim kadına bir paket Etyopya'lı filtre kahve alıyorum raftan. Onları almış ve elim doluyken de telefonum çalıyor ve ben elimdekiler nedeniyle açana kadar kapanıyor.
Kız Kardeşim.
Geri arıyorum; benim mutfaktaki ocak üstü havalandırmanın modelini soruyor ki benim mutfak salona açık olduğu için sizinkilerden farklı diyorum.
AVM sabah mahmuru. An itibariyle çalışanlar dışında bir kaç kişi var. Bir kaç gün önceki aynı masama oturuyor, sırt çantamı bıraktıktan sonra da kahvemi almak üzere dönerciye doğru yürüyorum. Çalışan önündeki bir takım kağıtlarla meşgul, beni fark edince onları bırakıyor. Lütfen diyorum, siz devam edin, benim için bir sorun yok. O yine de bırakıyor ve benim kahvemi makinenin düğmesine basarak karton bardağıma dolduruyor. Teşekkür ediyorum, ödememi yapıyor ve masama dönüyorum. O sırada ön tarafı tamamen açık yan mağazadaki genç kızın beni izlediğini fark ediyorum ki önceki gelişimden de bir tanışıklığımız var. Ona günaydın diyorum. Gülümseyerek karşılık veriyor. Kahvem masamda, az sonra uzanıp da sırt çantamdan alacağım kitabım sabahın sakinliğinde.
Bu sakinliği terk etmek istemiyorum. Zaten iş saatlerim başlamış durumda ki umurumda değil. Yüreğimin götürdüğü yerdeyim ve onun peşine takılmak hoşuma gidiyor. İkinci kahve için bir kez daha araftayım. AVM hareketlenmeye başlıyor. Gün henüz öğlene varmadı. Usulca masamı terk ediyor, katların her birini ağır adımlarla yürüyerek zemine iniyor ve binadan çıkıyorum.
Trendeyim.
Gecenin Gizemli Saatleri
Havaların soğuması nedeniyle uzun zamandır gitmediğim, verandasına bayıldığım kitap okuma noktalarımdan Afiyet'e doğru evden çıkıyorum. Gün artık akşam karanlığında. Zihnimde kuru pastalar dönüyor. Sahile varıp sağa döndüğümde karanlığın içindeki bu cismi görüyorum. Yalnız şöyle enteresan bir durum var: Benim dışımdaki herkes duyarsız. Diyorum normal, sonuçta sen neredeyse bebeliğinden beri buradasın. Belki de sadece sana görünüyorlar!
Uzun süre kadim çamları siper alarak izliyor, bir kaç poz fotoğraf çekiyorum. O ara içimdeki benlerden biri, "Bir ziyaret etseydik," diyor. "Hem belki bir de tur attırırlardı bize." Ona diyorum ki ya geri getirmezlerse? Kalıyor.
Yola devam ediyorum. O sıra Afiyet'in kapalı bölümü geliyor aklıma. Giriyorum içeri ki sıcacık. Şu ışıklı küreyi çoktan unuttum.
İçeride başka memleketlerden gelmiş genç, siyahi çocuklar var, muhtemel ki üniversiteli. Konuştukları dili anlamıyorum. Bir de genç bir kızla öğretmen ki onlar hemen arka masamdalar ve öğretmen genç kıza İngilizce çalıştırıyor.
Mahallenin pastanesi ve bu kozmopolit hal çok hoşuma gidiyor.
Lakin gizemli küre de aklımın bir köşesinde. Sipariş pastalarım geliyor. Kitabı açmıyorum çünkü ortam çok hoşuma gidiyor ve az önce komşu masama görme engelli bir çift ve hiçbir engelleri olmayan, onların arkadaşı çift geldiler, yan masadaki siyahi ve tatlı gençler onlara yardımcı olmak için hemen ayaklandılar. Ve ben onların ve diğer çiftlerin neşeli sohbetlerine bayılmış durumdayım.
Bu hoş, renkli ve sıcacık ortamın keyfini çıkarıyorum. Elimdeki kitabı bile kenara bırakmış ve hatta gizemli küreyi bile unutmuş durumdaydım.
Lakin içimde pek yerinde duramayan bir haylaz da var; ve o sürekli bu konuyu önüme getiriyor ve soruyor:
Küre ne iş?