21 Aralık 2011 Çarşamba

Soykırım

“1808'de Charlie Savage adlı bir İngiliz gemici tüfeklerle ve eşi görülmemiş bir amaçla donanmış olarak Fiji adalarına geldi. Savage tek kişi olarak Fiji'nin güç dengesini altüst etmeye kalkıştı. Pek çok serüveni arasında kanosuyla bir ırmağı izleyerek bir Fiji köyü olan Kasavu'ya gelip köyü çevreleyen çitin bir tüfek atımlık uzağında durup savunmasız yerlilere ateş etmek vardı. Kurbanlarının sayısı öylesine fazlaydı ki, hayatta kalabilen köylüler cesetleri üst üste yığıp cesetlerin arkasına saklanmışlardı ve köyün kenarından geçen dere kandan kıpkırmızı olmuştu.” (Tüfek, Mikrop ve Çelik)

Biz bugünlerde Fransa'yı yakın geçmişinde başka halklara karşı uyguladığı cani eylemleri sebebiyle rahatlıkla suçlayabiliyoruz. Fransa'nın yaptığı katliamların çoğu belgeli ve tüm dünyaca bilinen şeyler. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın Cezayir katliamında bizzat savaştığı biliniyor, hatta ne kadar doğrudur bilemem ama ölü bir Cezayirli'nin kafasına basarken objektiflere poz verdiği söylenmişti bir hocam tarafından. Kendisi görev yaptığı yıllarda Türkiye'nin AB'ye girmesi için Ermeni Soykırımı'nı tanıması gerektiğini şart olarak sunmuştur ayrıca. Tıpkı halefi dünyanın en ahlaklı siyasetçisi Sarkozy gibi!

Bir de buzdağının görünmeyen kısmı var. Avrupalılar Amerika'ya ilk olarak 1500'lerde çıktı. O zamanlar şimdinin “beyaz” Amerikalıları yaşamıyordu o topraklarda. Yaklaşık 3000-4000 yıl önce, Sibirya'yla Alaska arasındaki Bering boğazının donmasını fırsat bilen Mayaların, İnkaların ataları uzun yollar aşıp buralara gelip yerleşmişlerdi. Olayın sonuçları ise bize ortaokulda-lisede ders kitaplarının söylediği gibi Christoph Colombus amcanın Dünya için hayırlı bir iş yapıp “İşte alın yeni bir kıta keşfettim! Gelin buralara da yerleşelim, dostça kardeşçe yaşayalım.” mesajı vermesinden ibaret değil. Keşke öyle olsaydı.

Bugün Amerika kıtasında ana dilini tamamen unutmuş, Avrupa dilleri konuşan “yerliler” yaşıyor. Onlar çağlar önce, dünyanın o dönemki ileri medeniyetlerinden bir haber olmalarına rağmen piramitler yapmış, rasathaneler kurmuş, bugün bile geçerliliği olan bir takvim yapmış, Galilei'den çok önce Güneş ve Venüs yıllarını herhangi bir yardımcı elektronik alete sahip olmadan doğru hesaplayabilmiş insanların torunları. Yani Avrupalılardan daha salak ya da beceriksiz değiller. Dilleri ve kültürleriyle birlikte geçmişleri de ellerinden alındığı için bunun zararı yalnızca onlara değil, insanlık tarihine de oldu. Bugün antik Maya ve İnka kentleri hala çözülememiş birçok sır barındırıyor.

“18. yüzyılın başlarında Paskalya Adası'na ayak basan Avrupalı denizciler adeta
gözlerine inanamamışlardı. Şili kıyılarının 3050 km açığındaki bu küçücük kara parçasının her yanına yüzlerce dev heykel saçılmış duruyordu. Çelik kadar dayanıklı volkanik kayalar, tereyağı keser gibi kesilmiş;10.000 tonluk kayalar dağlardan koparılmıştı. Yükseklikleri 10 ila 20 ton arasında değişen 50 tonluk heykeller, hareket ettirilmeyi bekleyen robotlar gibi durmaktaydı.


Ne yazık ki bu küçük kara parçasına gelen ilk misyonerler adanın geçmişinin karanlık kalmasına sebep olmuşlardır. Ellerine geçen hiyeroglifli tabletleri yakmışlar, eski tapınma biçimlerini yasaklamışlar, her türlü geleneği yok etmişlerdi.” (Tanrıların Arabaları)

Tamamen tesadüf eseri, birbirleriyle bu kadar ilintili ve iyi bir ikili olabileceğini düşünmeden; finaller öncesi edinmem gereken birkaç ders kitabıyla birlikte sipariş ettiğim iki kitap “Tüfek,Mikrop ve Çelik” ile “Tanrıların Arabaları” geçmişi çözümlemeye çalışarak geleceğe ışık tutmaya çalışıyor. En azından iddiaları bu yönde. Metodları ise farklı, Jared Diamond bilimin bilinen kalıpları içinde çözümlemeler yaparken, Erich von Daniken daha “free” takılmış.

Tam bu satırları yazarkense şans eseri Tv'den şöyle bir ses duyuyorum:

"1200'lü yıllarda Moğollar 600 senede nice emeklerle elde edilmiş, hattâ İslâmiyetten önce de yapılmış pekçok mîmârî eserleri, kütüphâneleri, geçmişe ışık tutan târihin kıymetli vesikalarını, mektepleri, rasathâneleri yok ettiler. İnsanları kılıçtan geçirdiler ve şehirleri yakıp yıktılar."... (TRT 1-Batı'ya Doğru Akan Nehir adlı belgesel)

Not:“Tüfek, Mikrop ve Çelik”'i Emre Kongar bir Yorum Farkı sırasında bayağı övmüştü. “Tanrıların Arabaları” ise şanını, evde uzayla ilgili ne zaman bir muhabbet dönse kendisinin adını anan hane halkına borçludur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP