26 Mart 2010 Cuma

Savarona Hakkında Belki de Hiç Duymadıklarınız

Şu an gündemde olan haberler ışığından bakınca... Hani şu yeniden kiralanması gündeme gelince hatırlanan, tarihsel değerine anca o zaman vurgu yapılan, sıradan bir mal gibi bir işadamına pazarladığında yürek yakmayan, sahip çıkılmayan, hiç farkedilmeyen... Şu an itibariyle de televizyon haberlerinin magazin boşluklarını dolduran, derin vefa duygularına yalap şap hitap eden heyecan ve sorumluluk yüklü(!) magazinsel sözlerle döne döne anlatılan Savarona haberlerinin iki yüzlülüğüne, yüzeyselliğine, bir magazin yıldızı muamelesindeki anlatımların sıradanlığına ve bilgisizliğine bakınca, al sana tarihe notlar düşme sorumluluğu yükleyen bir an daha dedim kendime.

Savarona'yla tanışıklığımın çok eskiye dayandığını belirtmekle başlayayım sözlerime... Ve belki de daha önce hiç bir yerde rastlamadığınız, küçük notlar sereyim önünüze...

İlkokuldan mezun olduğum yılın yaz tatilinde, o an itibariyle Çanakkale Ziraat Bankası müdürlüğünü yapmakta olan en amcamın yanına gitmiştik. Babaannem, halam ve ben...

Kilitbahir'de burçlara oturup gazoz içmiş, boğazın en dar yerinin karşı noktasına bakmış, Settülbahir'e gözlerimi dikmiş, amca dilinden "Çanakkale Geçilmez!"in tüm öykülerini dinlemiş, onun her cümlesinde bütün bir olayı film gibi yaşamıştım. Şu an, bu yazıyı yazarken gözümün önüne gelenlerle farkediyorum ki, ben o anların içine girecek ve yazıyı uzattıkça uzatacağım. Çünkü, o kadar çok şey var ki anlatacağım. Tüm bunları başka bir yazıya bırakmaya karar vererek, an itibariyle başlıyorum Savarona notlarıma...

O dönemde Deniz Harp Okulu öğrencilerini gezdirmek, aynı zamanda onlara eğitim vermek amacıyla özellikle yaz aylarında, liman liman gezmekteydi Savarona. Gittiği her limanda da müze görevi üstlenerek ziyaretçilere açılmaktaydı. Bizim Çanakkale'de rastgelmiş olmamız çok daha anlamlı kılmıştı ziyaretimizi... Savarona'nın hikayelerini, tarihin en önemli savaşlarına tanık olmuş destansı bir denizin üzerinde dinlemek, Atatürk'ün oturduğu koltuklarda onu hayal etmek, yatağını görmek, gerçekten çok etkileyiciydi. Okulla gittiğimiz filmlerde gördüğüm Ülkü'nün bulunduğu yerde durup koltuğunda oturan Atatürk'e bakmak, 12 yaşındaki bir çocuğun o anında nasıl şekillenirse, tam o anlamda bir gerçeklik hali içindeydim. Açıkta demirlemiş Savarona'ya giderken bindiğimiz kayıktaki heyecanımı, merakımı anlatmaya kalksam, kelimeler yetmez. Yaşadığım her dakikasını, duyduğum her sözü bu kadar iyi aklımda tuttuğum iki andan biri Savarona gezisidir. Gemi bizim limana geldiğinde daha önce görmüş olmanın bilgiçliği ile nasıl kasım kasım kasıldığımı, ne havalar attığımı da bir kenara not edeyim.

Savarona hikayesine adının nereden geldiğinden başlamam gerek, biliyorum. O gün, bize yatı gezdiren ve anlatan görevlinin tüm söylediklerini bir bir yazacağım. Doğru yanlış sorgulamasını yapabilmem hiç bir şekilde mümkün olamayacağı için, varsa yanlış bilgiler, sorumluluk tümüyle o kişiye aittir.

Sava, o yıllarda Afrika'da nesli tükenmekte olan ve çok hızlı uçabilen bir kuşun adıymış, Rona da, yatın o anki sahibi kadının adı... İkisi birleştirilince, olmuş Savarona'nın adı... O günlerde dünyada bir benzeri olmayan yatın, ülkemiz adına alınış öyküsü de, ne gariptir ki bugünkü kaderiyle aynı... Rona adlı kadın satışa çıkarınca yatını; dünyanın dört bir yanından talipleri çıkmış... Kıran kırana pazarlıklar yapılmış... Tüm bu pazarlıkların olduğu süreçte, bizden daha zengin pek çok ülke ve kişi tarafından daha çok paralar teklif edilmesine rağmen bize satılmasının nedeni: Atatürk'ün ''Biz savaştan yeni çıkmış bir milletiz, ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız gerekiyor" diye başlayan ve cümlenin bir atasözü olduğuna vurgu yapan sözleriymiş.

Savarona'yı gezme şansına sahip olanlar bilir; yatta çok güzel bir şömine vardır. Onun hikayesi de (yine o gün bize anlatılana göre)çok ilginçtir. Çok elit ve zengin bir çevresi olan, dönem sosyetesinin gözbebeklerinden Rona, bir gün, bir arkadaşının evinde bir şömine görür. Ve o şömineye vurulur. Onu yatı için arkadaşından ister. Arkadaşı vermek istemez. Hırslı bir kadın olan Rona, zaman içinde arkadaşının ekonomik anlamda zor duruma düşmesine sebep olacak ortamı yaratarak, onu evini satmak zorunda kalacak hale getirir. Sonuçta o evi alır. İçindeki şömineyi çıkarttırarak yata getirtir. Ardından bütün olayların nedenlerini anlatarak şöminesiz evi arkadaşına iade eder.

O gün bize rehberlik yapan kişinin anlattığına göre daha sonra kendisi de ekonomik güçlükler yaşamaya başlayan Rona; bunun nedeninin o şömine olduğuna, yaptıklarından dolayı tanrı tarafından cezalandırıldığına inanır. Hem ekonomik nedenler hem de bu hissiyatı dolayısıyla satmaya karar verir yatı. Tek şartı adının değiştirilmemesidir. Yatı, genç Türkiye Cumhuriyeti'ne sattığı için mutludur.

Şimdi düşünüyor ve gülümsüyorum; gemiyi kırkdokuz yıllığına kiralayan kişinin daha yirminci yılında masraflarının çokluğundan dolayı işletmekten vazgeçip yeni sahipler aramasının nedeni şömine olabilir mi?

Tarih, Savarona'ya değen ellerden bir çoğunun adını silerken... Bir adın hala pırıl pırıl parlıyor olmasının bir anlamı olabilir mi? Atatürk.

Not: Ben o gün dinlediklerimi anlattım. Bir eksiklik ya da yanlışlık varsa... Sorumluluk o rehber kişiye aittir.:))

7 yorum:

  1. Mudanya Trilye'de Savarona diye bir balıkçı restauranı vardır ve balıkları nefistir :) Yolun düşerse uğramanı tavsiye ederim..
    Son cümlene bayıldım.. Tarih daha ne isimleri karartacak ileriki yıllarda hep beraber göreceğiz ama Atatürk herşeye rağmen hep parlayacak..

    YanıtlaSil
  2. olayın, yatın, hikayenin her şeyin saflığına/temizliğine inat sulu zırtlak "az sonra" diye höykürerek ellerine geçirdiklerini kirletenlerden nefret ediyorum.
    brrrr.

    YanıtlaSil
  3. az sonra Trilye'ye yola koyuluyoruz, belli mi olur hem Savanora'da balık yer hem de bu hikayeyi anlatırım...
    güzel geçsin pazarı/n/m/ız :)

    YanıtlaSil
  4. haha! yazdıktan sonra fark ettim ki galiba ben japonya'da bir balıkçıya gitmeyi hayal ediyorum...
    takdir edersin ki; savarona diyecektim... bu sefer diyebilmiş miyim, bir kontrol edeyim...
    ...
    ...
    demişim :)
    yok yok, anladım ben, bu pazar bu kafayla iyi geçer :)))

    YanıtlaSil
  5. Teşekkür ederim Asortik Krep... Yolum düşüyor elbette... Hatta düzelteyim cümlemi: Direk ve koşarak gidiyorum. Ama biri var ki, beni garajdan alıp Mudanya üzerinden Trilye'ye kahvaltıya sürüklüyor. Sonra bi sohbet bi sohbet... Dolayısıyla henüz kafamı oraya buraya çevirip bakamadığım için, farkına da varamadım Savarona'nın:))Notu aldım ama...

    YanıtlaSil
  6. Çok haklısın Nalan... Bir özelliştirme furyasında kiralanmıştı ve içimi yakmıştı. Bu kez birileri sahip çıkar da ait olduğu yere ve eski görevine geri döner umarım.

    YanıtlaSil
  7. Sevgili Evren, gününde yazamadığım için yorumu esprim bayatladı. Başka bir zaman için saklı tutuyorum hakkımı... Görüşeceğiz:))

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP