Nobel ödüllü yazar J.M. Coetzee'ye ilk çıkışını yaptıran bu kitabın, Afrika'daki sorunların biraz olsun anlaşılabilmesı bakımından, Terry George'un filmi Hotel Rwanda ile birlikte iyi bir ikili olacağını düşünüyorum. Hotel Rwanda, Afrika'daki durumu dış mihrakların nifakları ve etkileri kapsamında sorgularken, Barbarları Beklerken bundan biraz farklı olarak, bizzat devletlerin totaliter yönetimi özelinde ele alıyor.
Yazar, olayların geçtiği küçük sınır kasabasının bulunduğu ülkenin ismini vermese de, bir dönemin Güney Afrika'sına gönderme yaptığını anlamak zor değil. En azından kitabın arka kapağında böyle yazıyor. Zaten kendi de Güney Afrikalı... Barbarları Beklerken, imparatorluğun askerleri aracılığıyla azınlıklar (sözde barbarlar) üzerinde uyguladığı baskıyı, yer yer soykırıma varan, hatta ucu bizzat kendi vatandaşı olarak gördüğü ve büyük bir lütuf olarak yaşama hakkı tanıdığı insanlara dokunan boyutlarıyla ele alıyor. Olaylar, kasabanın en üst düzey idari yetkilisi olarak çalışan sulh yargıcının gözünden aktarılıyor.
Kitapta yardımcı oyuncu rolünde ise, herşeyin yanlış olduğu yerde doğrunun olamayacağını bile bile, yine de kendi doğrularını savunan; dolayısıyla insani değerleri temsil eden sulh yargıcımızın yaşadığı bulanık, belli belirsiz; ancak içten duyguların ördüğü bir aşk var. Coetzee sulh yargıcının ismini bizden saklasa da, o herhangi bir insanı (!) temsil ettiği için bunun bir önemi yok.
Barbarları Beklerken, Afrika üzerinden, baskıcı rejimlerin kendi koltuklarını sağlama almak uğruna yarattığı hayali düşmanları ve uyguladığı insanlık dışı politikaları anlatırken, bunu yine de "insancıl" bir gözle yapmayı başarıyor...
Yazar, olayların geçtiği küçük sınır kasabasının bulunduğu ülkenin ismini vermese de, bir dönemin Güney Afrika'sına gönderme yaptığını anlamak zor değil. En azından kitabın arka kapağında böyle yazıyor. Zaten kendi de Güney Afrikalı... Barbarları Beklerken, imparatorluğun askerleri aracılığıyla azınlıklar (sözde barbarlar) üzerinde uyguladığı baskıyı, yer yer soykırıma varan, hatta ucu bizzat kendi vatandaşı olarak gördüğü ve büyük bir lütuf olarak yaşama hakkı tanıdığı insanlara dokunan boyutlarıyla ele alıyor. Olaylar, kasabanın en üst düzey idari yetkilisi olarak çalışan sulh yargıcının gözünden aktarılıyor.
Kitapta yardımcı oyuncu rolünde ise, herşeyin yanlış olduğu yerde doğrunun olamayacağını bile bile, yine de kendi doğrularını savunan; dolayısıyla insani değerleri temsil eden sulh yargıcımızın yaşadığı bulanık, belli belirsiz; ancak içten duyguların ördüğü bir aşk var. Coetzee sulh yargıcının ismini bizden saklasa da, o herhangi bir insanı (!) temsil ettiği için bunun bir önemi yok.
Barbarları Beklerken, Afrika üzerinden, baskıcı rejimlerin kendi koltuklarını sağlama almak uğruna yarattığı hayali düşmanları ve uyguladığı insanlık dışı politikaları anlatırken, bunu yine de "insancıl" bir gözle yapmayı başarıyor...
hotel rwandanın her sahnesinden çok etkilenmiştim, madalyonun diğer yüzünü de bu kitap tamamlıyor gibi...
YanıtlaSilokuma listeme ekledim. teşekkür...