
Sonunda bu da oldu... Bloglar aleminin çok toy bir ferdi olarak sağ şeritte seyir halindeyken; bir gün ben de mimlenirsem kabusları yaşamaya başlamıştım usul usul... Kalabalık bir sınıfta öğretmenin sorularından -olmayan- köşe bucaklara saklanan öğrenci hallerinde mutlu mesut yaşıyordum. Meselem çalışmadığım yerden gelir korkusu değildi bu kez. Çünkü; biliyorum ki genelde yuvarlanan top hayatın içinden olacak, ki bu da en sevdiğim ders. Korkumsa sadece kameralardan....
Bir de şu var tabii: Konu hassas, mimleyen de bir kadın...
Pası aldığımda kafası çakır, mutlu mesut, bir kadının yarattığı kavgalardan tümüyle uzak, yatmaya hazırlanan bir adamdım. Şeytan dürttü bir kere! (ki ben buna asla inanmam ama onun da kadın olduğu söylenmekte) Şöyle bir nete bakim ne var ne yok, dedim.
Bakmamla nur topu gibi bir mimim olduğunu fark ettim. O andan itibaren de kâbuslara uyanmaktayım. Şimdi mimin cinsiyeti erkek olsa umurumda olmayacak, mimleyenin de olmayacak zaten. Hayatın tozlu raflarına atıp canımın istediği zamanı bekleyeceğim. Ama topu yuvarlayan bir kadın, üstelik isterseniz bırakın gitsin demiş! Hadi gel de bırak.
Bu yaşa geldim öğrendiğim en iyi şey: Rica eden, rica ederken seni özgür bırakan kadınsa, hatta bunu dillendirmeyip sadece aklından geçirmiş de olsa yapmaman gerekeni anla, sakın ola ki zamanın unutkanlığına bırakma... ve en kısa zamanda da beyin okumayı öğren.
İnsan neler ister olsaydı soru, o kadar kolaydı ki yanıtları; ama kadın bir derya, üstelik kullandığı dille anlatmak istediğinin tercümesi birbirinden farklı...
Onlu yaşların ikinci yarısıyla yirmili yaşların ilk yarısında meraklarla başlayan ve devam eden, ilişkilerdeki önceliklerin duygularla tatlanmaya başladığı bir yükselme döneminde; bir bedeni sevmekle bir ruhu sevmek arasındaki farkı fark etme yolculuğundaki ruhum, güzel olanın onunla uyanmak olduğunu hissettirene kadar işim ne kadar kolaydı. Ne zaman ki bu evreye geldim, aklım da başımdan gitti. Ben ben olmaktan çıkıp, ben öteki oldum. Ötekinin kullandığı dilin tercümesini öğrenene kadar da, derdimi anlatabilmek konusunda başıma gelmedik şey kalmadı.
Aslında istenilenin ne olduğunu bilmek yetmiyor, siz istediğiniz kadar gayrette olun, kadının takıldığı noktanın sizin fark ettiğiniz ya da sandığınızdan başka bir ücrada olduğunu öğrenene kadar yıllar geçmesi gerekiyor. Ve işin kötüsü bütün bu karmaşayı aslında o umurunuzda olduğu için yaşıyorsunuz. Ve işin daha kötüsü bunu o da fark ediyor. O zaman, zorun ne be kadının yanıtlarını arayıp duruyorsunuz.
Şimdi oldum mu? Yüksek lisansa hazırlanan bir adam hallerindeyim, ama nasıl? Kuramsal olarak.
Kadın ne isteri iki bölüme ayırmak gerek. Biri bildiğimiz arkadaş olarak ilişkide, diğeri de sevgililik, eşlik halinde...
Konu derya, aslında derya olan kadın. Dolayısıyla tam da bu mimi başıma saran Kırmızı Gün(lük)'ün vurguladığı gibi her bir kadına, her bir ilişkiye göre derinleşecek; farklı düşünüşlere, yaşanmışlıklara göre farklı değerlendirmeler yapılacak uzun ve hoş bir konu; içinde kadın olan her hoşluk gibi.
O yüzden, ben yaşadığım ve yazdığım üç farklı anla ilgili notlarımı kopyalayıp yanıtları okuyucuya bırakarak, kendi heybemden bu engin konuya katkılar yapıp, ilk mimlenme halimin yarattığı bu baskıdan usulca sıvışayım.
Olay 1: Çok eski bir arkadaşımla bir yemek yedik, bir yıl kadar önce; lise yıllarında birbirine ilgi duyan ama toplumsal sorumlulukları sırtlanıp kendine sorumlulukları bacılık muhabettlerine yükleyen bir arkadaşlık. İkimizin de hayatında yeni bir evreye başladığı sürecin sorularından ve çözümlerinden kurtulamadığı bir zamanda bir araya gelinmiş çok keyifli bir akşamdı. Yemek yemiş, sonra bara çıkmış, orada şarkılara eşlik etmiş, ordan inip masada kalan şarabımızı alarak gecenin ayazında okuduğumuz okulun bahçesine gitmiş, bir sürü eylem, konuşma yaptığımız kantin camlarından içeri bakmış, sonra da basketbol sahasının kenarındaki merdivene oturup kalan şarabı içmiştik. Çok sohbetli, çok keyifli bir geceydi. İşin garibi içinden çıktığımız uzun (evlilik) ilişkilerimiz konusunda hem birbirimizi hem de kendi ilişkilerimizin ötekilerini anlayıp hak vermiştik.
Olay 2: Yaklaşık iki yıl önce bir merhabayla başlayan, bu denklik ne hoş cümlelerinin tekrarlarıyla devam eden; çok keyifli, içinde bulunduğum ruh durumunun, karmaşanın bütün çıplaklığıyla anlatılmış halinin hiç sorunlar yaratmadığı tatlı bir flörtöz halindeyken bir anda Fall in Love'ımsı bir hal alan, hatta öyle olan ilişki; o ana kadar hiç sorun olmayan soruları sorun eder hale gelmişti. Uygarca koparttığımız bağ, sancıları geçene kadar sonlanmışken ilişkinin a hali; şimdi yeniden tatlı bir dostluk halinde devam ediyor. Ben onun canımsınıyım hâlâ... Değişen ne idi?
Olay 3: Nette tanıştığım bir arkadaşım var; karakter özelliklerimizin çok iyi örtüştüğü, çok keyifli sohbetler ettiğimiz... Bazen kameraları açarız. Bunlardan birinde saçlarının uçlarından alındığını, biçimlendirildiğini farketmiş, sesimi çıkarmamıştım. Konuşmalarımızda ağırlık da zaten geçmiş evliliklerdeki haller üzerinden kadın erkek ilişkilerine, kendi yaşanmışlıklarımıza göz atmak... O gün, yine aynı konularda sohbet ederken demiştim ki ''Beni çok seviyorsun di mi? Bu güne kadar farklı şeyler de düşünsek aynı konular üzerinde, hiç tartışmadık. Birbirimize kırılacak en ufak bir şeyimiz olmadı. Mesela bu gün saçlarını fark ettiğim halde özellikle ses çıkarmadım. Ve bu bir sorun yaratmadı. Ama sevgili olsaydık, çoktan suratını asmış, oraya takılmış, bütün akşamın keyfinden mahrum kalmıştın/kalmıştık. Ve ben ne yapsam da tamir edemezdim bu durumu, çünkü kepenkleri kapatıp duvara konuşur hale getirmiştin beni çoktan,'' demiş, gülüşmüştük.
Mesele bu sanırım. Hayatım boyunca kadınlarla çok iyi anlaştım. Çok iyi arkadaş oldum. Ama sevgili olunca ilişkiye yüklenen anlam ve beklenenler farklılaşıyor. Oysa sen değişmiyorsun. Yine sevgili olma halinin öncesindeki, onların gözündeki ince, duygulu, saygılı, esprili zarif adamsın... Ama mülkiyet duygusu ve kadın algısına yerleşmiş duygusal beklentiler, normalde gülünen esprilerde bile farklı anlamlar bulabiliyor. Sanırım, sanırım demim bence, en çok istenen umursanmak, fark edilmek ve sevdiği adamın en'i olmak; o adamın tüm yaşamındakilerden bile en! Tüm bu hallerin bir sürü alt başlığı sıralanabilir, ama bence hepsinin çıktığı ana arter sözünü ettiğim iki nokta... Ama kadının tüm bunları kendi beyninde okeylemiş olması gerekiyor; çünkü erkeğin dili kadının algısına yetemiyor. Sorun her ikisinde de değil; yetişme sürecindeki mahalle baskısında, ve genele eşitlenen sanmalarda... Öğrenmeyi geciktiriyor çünkü!..
Olay birdeki yaşananları sersenişsiz tamamlamak, bu soğukta mı, gecenin bu vaktinde mi'lerden kurtararak yaşamak bazen çok zor; eğer evli ve sevgililik halinde iseniz...
Sakın bunları şikayetler olarak almasın okuyucu, bunlar hayatın anlamı ve keyfi... Gülü seven dikenine katlanacak. Dertsiz baş arasaydım, şunları yazmamış olurdum bir mektubun dip köşesine:
...bi de böyle yağmurlu soğuk pazar günlerinde; evde bir parfüm kokusu yayılmışken hazırladığım kahvaltı masasına esneye esneye, elini hafif sıyrılmış üst pijamasının içinden sokmuş bebekler gibi kaşınan, haftanın yorgunluğundan uyanmış gözleri mahmur, gözleri bebek kokulu, gözleri şımarık, gözleri kedicik bir bedenle mutfakta karşılaşıp, onun sıcağına sarılıp, saçlarının kokusuna yapışmış dudaklarımdan kulaklarına sevgi sözcükleri söyleyip, o yumuşak öpüşlerin lezzetini özlerim. Ve birlikte biraları açıp, öğlenin bir vaktinde kanapeye çekilmiş dizlerin sarmaş dolaş film izleyen hallerini...
Varsın istekler, çelişkiler, kavgalar, dövüşler olsun... Zaten stabil, sorunsuz, karmaşasız bir de isteksiz ve beklentisiz olsaydı ilişkiler, keyfi de olmazdı. Konformizmin uyuşukluğunda neye benzerdi ki?
Topu boş alanlarda gezdirerek işin içinden sıyrılan görmemişin bir mimi oldu; biri klavyeye dur desin artık
Hakkatten kadınlar ne ister?;)
Görsel: Marina Zobova'nın jessica adlı çalışması.