18 Nisan 2016 Pazartesi

Kars Şehir Sineması 4

1.bölüm


Seviyorum seni bugün 
dünden fazla yarından az...


Çok düşündüm... Karar verdim ki benim bu hikâyeyi hızlandırmam gerek. Ne diyor SEO çalışmaları konusunda yetkin blog alimleri, öncelikle kısa yazılar yazmalısınız.

İyi bir blog yazarı değilim ben. Ama güzel hikâyeler de kuruyorum sanki. Fakat bu hikâye benim için çok özel! Birlikte yazıyoruz. Çok eğleniyorum açıkçası. Çok şey de öğreniyorum. Bu olağanüstü güzel.

Mesela şu an, öğrendiğim yeni bir kelime üzerinden bir cümle kuralım mı? Ne dersiniz? Hımmmm... kuralım. Pekala. Yıl hala 3250 olsun ama. "Sinema salonunda birbirinin sıcağına sarılmış, her karenin ruhlarında açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay eden sevgililer, gecenin dilsiz aydınlığında birbirinin notalarına dokunarak yaratılabilen müziğin ve şarabın eşliğinde geceyi gündüze döndürmek için soğuğun hâlâ sinema koltuğunda kalmış sıcaklıktan uyandırmasına izin vermeden, şehrin çocuk uykusundaki sokaklarında üşümüş ve sokulgan adımlarla yürüyorlardı. Onlar az sonranın kıpırtılı heyecanı ile yürürken sinema salonunda bir faaliyet başladı. Tıpkı gramofondan yayılan şarkı gibi; görünmeyen ama hissedilen bir faaliyet."

Evet ben de farkındayım, başlangıç ile nokta arasındaki cümle çok uzun oldu. Laf aramızda, ben yazmaya ilk başladığım dönemde noktası arşı âlâya varmış cümleler kurardım. Nokta ve virgülden sonra gelen cümleyi de noktanın dibine dayardım. Boşluk bırakmazdım. De'leri da'ları ayırmazdım. Sonra bir yazı okudum ve utandım. Sonra, bir ayıbım olarak bir kitabını alıncaya kadar kendisinden haberdar olmadığım Sayın Ekmel Denizer, tesadüfen rastladığı bir yazıma yorum yazınca... Çok utandım. Yorum çok güzel ve değerliydi, yanlış anlamayın, bu konulara hiç dokunmuyordu. İmla bilmezliğimden utandım ben. Yazılarımın bu anlamdaki sefilliğinden. Bu hissimi onunla paylaştım. O bana dedi ki; önemli olan duygudur. "Yazının biçeminden dolayı kutlarım seni." Yani demem o ki ben hâlâ öğreniyorum, eski yazılarımı rastladıkça düzeltiyorum. Tekrar tekrar. Feyz aldığım çok değerli biri var, her seferinde bana istemsizce ama gönülden önümü ilikleten. O nedenle bakarız bir çaresine.

Pardon, yine çaktırmadan hava atmaya çalışırken eksik bıraktım öneri cümlemi: "Hissedilen, boşalan salondaki sımışkaların* kabukları ile birlikte diğer çöpleri süpüren çalı süpürgesinin sesiydi. Daha sonra yığının içinden ayrılıp, temizlenip istiflenerek soğuk günlerde sinemayı ısıtacak sımışkaların bir de."


Limonatalarımızı keyifle içiyoruz, Kılıçoğlu Pastanesinde. Cheesecake ve keşkül içinse pek güzel şeyler düşünmüyoruz. Henüz Kars Şehir Sineması üzerine bir yazı yazacağımdan haberim yok. Kargo pantolonlu, beyaz plastik sandalyelerden birini ön bahçenin papatyalar dolu bölgesinde, nar ağacının altına çekip çantasından çıkardığı kitabı okuyan ve üstelik bunu gözüne taktığı şık güneş gözlükleriyle yüzünü güneşe dönmüş bir halde yapan kadının kesinlikle bu yazıların tümünü okuyacağını ve özellikle bu yazının yorum kısmında, ne alakaysa,  "Limonata gerçek bir limonata mıydı?" diye soracağını da düşünemiyorum o an.

Şimdi eminim. O fırsatı vermemek için yazıyorum: Limonata gerçek olmakla kalmadı, içtiğim tüm güzel limonatalara da fark attı! Çünkü taze sıkılmış limon suyu hafif bir şekilde tatlandırılmıştı. Yalnız sorumuz üzerine gözümüze sokmak için mi böyle yapıldı, yoksa limonata yapma üslupları mı buydu, bilmiyorum. En sevdiğim limonatalar ise bildiğimiz klasik usul olanlardır. İçine su da katılanlar. Birtat'ınkine bayılırım misal. İnci'ninkine de. Ve de Uzay Pastanesi'nin limonatasına.


Şimdi tam da burada,- lafımı da sokmuşken- durumumu tarif için bir deyiş kullanmanın yeri ama yazmıyorum. Ve sözünü tutmayı bir türlü beceremeyen bir yazar özentisi olarak bu kez gerçekten hızlanıyorum. Haydi, hep birlikte! Artık oyalanmayalım ve  bir çok noktayı atlayıp, zamanı ileri saralım. Bitsin gitsin. Sonuçta insan dediğin sıkılan bir varlık di mi ama?

Hikâyenin inişleri de olmalı bence. Biz hiç inmedik. O halde Galatasaray Lisesinde okuyan, üzerine büyük hayaller kurdurduğumuz lisanslı kayakçı, yakışıklı esas oğlanı Kars'a çağıralım mı? Çağırdık, okulu bıraktı ve geldi. Buna bir neden bulmamız lazım. Roman ve hikâye için ne derler; gerçek ya da gerçeğe yakın olan. Şöyle gerekçelendirelim o zaman: Sinemanın işleri başlangıçtaki beklentileri karşılamıyor olsun, onlar için kurulmasına rağmen diğer iki oğula takviye gereksin. Daha atak, daha yaratıcı, ufku geniş birisine ihtiyaç var. Sonuçta 1.adam öngörüleri yüksek biri. Şehre hizmeti öncelikli tutuyor. 

Bu arada Konya'daki Ağır Ceza Hakimimizi tayin emrini aldırdığımız günden beri eşya denkleri ile bekletiyoruz, haberiniz olsun. Narin, alımlı, zarif ve rüzgârın camları aşıp da tenine değemediği, saçlarını uçuramadığı esas kızımız da hâlâ pencerenin önünde. Ben büyük aşkların karakterleri hemen buluşsun isteyenlerdenim. Yazarken  yanıp tutuşsam da bir fırlama var içimde. Kabul.

Hızla!.. Artık esas kızımız ve ailesi Kars'ta. Kabul mü? 1.adamla ve eşiyle tanıştılar. Sıklıkla karşılaşıyorlar, şehrin önemli gecelerinde. Esas oğlan artık Sarıkamış'ta kayıyor. Yarışıyor lisanslı bir sporcu olarak. Bir de gramofon var artık sinemada. 


Zamanı geldi di mi, büyük aşkın temellerini atmamız lazım artık? Katıldınız. İstemiştiniz! Bir akşam, şehrin en güzel mekânlarından birinde, bir baloda göz göze getirelim mi onları? Ah... ahhhh ben ne ballandırırdım bu ânı şimdi. Ama söz verdim ve dönemem. Bir ân aklımdan geçen cümlelerle bir sinema filmi için bir sahne kurdum, elimde olmadan. Kusura bakmayın. Karşılaşma anıyla ilgili olan zaten cepte. Kurduğum ân başka bir ân. Eğer bir film olursa, rüya bir final dansında ve tek bir kamerayla bu. Ucu açık kalıp sonsuzluğa sürüklenecek bir sahne. Ölümsüz aşka vurgu.

Sinemanın işleyişi üzerinde de farklılıklar yaratmamız gerek kanımca. Esas oğlanın eli değdi. Belli etmemiz gerek. Ağır Ceza Hakimimiz, değerli eşleri ve gülümsemesine bir ömür verebileceğiniz alımlı, güzel, narin ve zarif kızları, cumartesi 6 matinelerini kaçırmıyorlar.

Ben derim ki; artık gramofondan çıkan şarkılar daha bir manalı olsun. Mesaj taşısın. Tıpkı ucu yakılmış  mektuplar gibi. Film bitip de sinema dağıldığında; kuğu gibi süzülen sahneler betimleyelim. Usulca değsin gözler mesela. Soğuğu hisseden sıcak titremeler oluşsun bedenlerde. Terlesin eller.  Utangaç olsun bakışlar. Evet diyen hayırlar içersin tavırlar... Katılanlar? Katılınılmıştır.

Heyecanlandık di mi? Siz değilseniz de, ben ölüyorum. Ahhhh bi de aklımın hızına  parmaklarım yetişebilse...  gelin günlerce devam ettirelim bu uzaktan bakışmaları. Sonra şöyle bir şey yapalım; bir kadınlar matinesine kız arkadaşları ile gelsin, tenine rüzgârın değemediği kızımız. Uzaktan bir tebessümle  geçsin salona. Kıkırdasın arkadaşları. "Yakışıklı çocukmuş." desinler misal. Sonraki film çıkışlarında arkadaşları bir köşeye çekilsin. Onlar bir masaya konuşlansınlar. Parmak şıklatma ile iki gazoz gelsin masaya. Ürkek ve çekingen ama öte yandan da yerinde duramayan cümleler yazalım onlar için. Ne dersiniz? Anladım katıldınız.

Nasıl geçti vakit anlamasınlar. Hava karardıkça ürkeklik sarsın esas kızın bedenini. "Annemler!" desin içinden. Arkadaşları gelsin ve hadi geç oldu desin mesela. Zor ayrılsın elleri. Hatta esas oğlan gecenin bir vaktinde yatağına uzanmış tavana bakarken, onu düşünüyormuş hissi veren cümleler olsun bakışlarında. Yine de yetemeyelim. 

Ya da yıllar yıllar sonra güzel bir kadın... Bir yazı okurken birden... Bir mektup yazsın, hiç tanımadığı birine. Çekinceler olsun içinde. Her şey bunu betimleyen cümleyle başlasın. Kim olduğunu bilmeyelim ama... son satıra kadar.

*Sımışka: Ay çekirdeği


      SON




Kars yazılarımın planladığım akışını değiştirmeme neden olan, onları çoğaltan, yazma heyecanıma tavan yaptırıp o heyecanla şu tembele aşama kaydettiren,  Berya'nın Kaleminden  adlı blogun çok kıymetli yazarı  Belgin Eryavuz hanımefendiye ve çok kıymetli ablalarına özellikle çok teşekkür ederim.

Ve ayrıca;

Benim için değerine paha biçilmez, çok kıymetli Gülsen Varol  Öğretmenime..

Hayatımda hep olacak çok kıymetli kargo pantolonlu hanımefendiye...

Size...

Kısık gözlerindeki gülüşüne bittiğim, onunla yolda ve her yerde olmaya bayım bayım bayıldığım, çok ama çok sevgili yol arkadaşıma...

Sonsuz teşekkürlerimle.


Çalsın mı bir kez daha GRAMOFON?



Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

Fotoğraflar Nikon L23 ile..

2 yorum:

  1. Hikaye gerçekten ilginçmiş. Nerden nereye, hayat nasıl savurma mekanizmasına sahip, aklım almıyor bazen.

    Bu hikaye Belgin Eryavuz' un ailesiyle ilintili demek. Yazmanıza vesile olmuşlar ne güzel.

    Gecem harika bir Kars masalı okuyarak geçti. Benden de kocaman bir teşekkür size o zaman. :))

    YanıtlaSil
  2. Sevindim, rica ederim, ben de teşekkür ederim, yazıyı bir kez daha okuma sebebim oldunuz ki bu da benim için çok keyifli; çünkü o ilk mektupla gelen heyecanı her seferinde yeniden yaşıyorum:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP