25 Ağustos 2009 Salı

Kürt Açılımı Diye Diye Herkes Açıldı. Ben de Bir Açılayım Bakim, Dedim.

Kürt açılımı lafından çok haz etmiyorum. Bunun nedenlerinden ilki, adlandırmanın kendisinin bir ayrımcılık, bir ötekileştirme anlamı taşıyor olması... İkincisi; bir ülke kendi vatandaşlarının bir takım haklarını gasp ettiğini fark ettiğinde, olağan hakları geri vermek anlamında bahşedici bir uslupla yaklaşıyormuş duygusunu vermesi...

Aslında tıpkı anayasa yapılması konusundaki tutumun bir tekrarı ile karşı karşıyayız şu an...

Başlangıçta samimiyetle ortaya çıkan fikirler, niyetler; bir süre sonra, kaçınılmaz bir şekilde iç siyasat dengeleri 'gereği' ve genel siyaset uslubumuzun münazara mantığı taşıması sebebiyle sulanıyor. Temel sorunlar bir kenara bırakılıp, konu üzerine çözümler ortaya koyarak tartışmaya katılıp katkı vermek yerine, kim kime daha iyi giydiriyor noktasına geliniyor. Tıpkı son günlerdeki gibi...

Öncelikle temel yaklaşımımız yanlış...

Evet bu ülkenin, bu ülkede yaşayan her yurttaşın, hadi biraz daha konuyu açmak ona yakın durmak babından söyleyeyim, her etnik kökenden gelen yurttaşın sorunu aynı... Bir kere genel anlamda bir demokrasi sorunu var. Özel anlamda da, (ırksal anlamıyla)Türkleştirme çabalarının ve niyetlerinin yıllar ötesinden gelen sonuçları var. Ve bu bizim görmek istemesekte, ne yazık ki varolan bir gerçeğimiz.

Aslında varolan sorunların çözümü basit... Ama bunun için devrimci bir ruhla, hiç yalpalamadan, sağa sola bakıp frenler yapmadan, iç siyaset hesaplarına bakarak geri adımlar atmadan, radikal kararlar alabilecek bir hükümete ihtiyaç var. Şu anki hükümette çözüm konusunda ve sorunun farkındalığı noktasında niyet var, ama sorunun çözümü noktasındaki o kararlılık, risk, sorumluluk alma ve entelektüel düzey yok. Bunun yerine olayın her türden riskini başkalarına pay etme çabası var.

Muhalefeti zaten uzun uzun konu etmeye hiç gerek yok... Aslında bu sürecin düşünsel anlamda lokomotifi olması gereken, ideolojik temelleri insan ve insan hakları olan bir partinin lideri; bilim ve üniversite çevrelerini, konu üzerine görüş beyan edebilecek sivil toplum örgütlerini olaya dahil edebilecek ve zengin bir fikir ortamı yaratabilecekken, en faşist partiden daha faşist bir tutum sergileyebiliyor. Oysa bu sorun üzerine en farkında ve doğru görüşler, o siyasetin hem parti programında hem de konu üzerine hazırlanmış parti raporlarında fazlasıyla var. Ama! O körolası tribüne oynama ve bu halin olmazsa olmazı, diğer siyasi partileri inadına aşağılama ve onlara sürekli giydirme uslubu yok mu? İşte o, sorunu ana ekseninden ve gerçek düzleminden fazlasıyla uzaklaştırarak ortalığı gerip, soğutup, ana konuyu başka mecralara doğru dallandırıp budaklandırıyor. Ve elbetteki kamuoyundaki sığ düşüncelere odaklı ve onları kaşıyarak kazanım elde etmeye yönelik bölünme dayanaklı korku senaryoları yaratma kolaycılığını da peşinden getiriyor.

Öteki muhalefete gelince: Kendi ırkından insanlara başka ülkelerde ad değiştirmek dahil benzer muameleler yapıldığında bas bas bağıran, hak talep eden ideoloji; söz konusu asimilasyona uğramış kendi topraklarındaki başka etnik kimliklere sahip yurttaşlar olduğunda, insan olduğunu unutuyor.

Bir de olayın, etnik bir kimlik üzerinden siyaset yapan, toplumdaki genel hassasiyetleri gözetmeyen bir uslupla ortamı geren, ve popülizmin temel argümanlarını kullanarak kendi tribünlerine oynayan; lafı sürekli geveleyip insan hakları ve demokrasi taleplerinin ötesine geçen gerçek niyetini saklayan siyasi bir kesimi daha var. Ve elbette tüm bu hallerden memnun olan, bu yangınlara körük sallayan ve adına dış güçler denen bir kesimle onun yerli işbirlikçileri de var.

Lafı fazla uzatmayacağım, insandan yola çıkarak bu ülkede olan bitenler ve gözlediklerim üzerinden bakarak temel inancımı Hotel Rwanda yazımın sonundaki: Ve etrafınızdaki insanları dilleri, dinleri, etnik yapılarıyla görmeyin, insan oldukları için sevin; işaretlemeyin!.. Çünkü birileri fena halde onu yapmanızı istiyor sizden; sizi yok etmek için... Siz istemeyin !.. Bazılarının; sanki bu toprakların insanı değilmiş gibi; özüne sözüne, şarkısına türküsüne, taşına toprağına, yazanına çizenine, yemesine içmesine, diline ninnisine yabancılaştığı ''bu güzel ülkeyi tutkuyla sevin'' cümlelerimle ortaya koymuştum evvel zaman önce...

Sorunun bölge açısından özel nedenlerini ve geçmişini de Öfkem Büyük yazımda iki farklı etnik kimliğin çektiklerini ve orada geçmişten beri süregiden ve sürekli kışkırtılan çatışma ortamının sonucunda yaşananları, babannemden dinlediğim anılardaki iki farklı olaydan yola çıkarak şu cümlelerle gözönüne getirmiştim: ''Kardeşlerim at sırtında kuşanıp giderlerdi, döndüklerinde göz çanakları kan kırmızı olurdu; tüm bunların vicdan azabından öldüler '' ve ''Mezarlara silahlar gömmüşlerdi, bir gecede ortalık kan gölüne dönmüştü. Bir gün baktık ki dağ taş bombalanıyor, emir verilmişki falan yerden öte taş taş üstünde kalmasın; yanımıza ne bulduksa aldık, yola düştük''

Sonra, çocuk gözümle gördüğüm de o günün olağanlığında önem arzetmeyen bir durumu bugünün sorunlarından baktığımda kısaca şöyle özetlemiştim:

Yıllar sonra sokak adlarının, adres tariflerinde adı geçen yerlerin nereden geldiğini buluyorum. Bunu babannenin ''Komşular olarak falancayı filancayı saklamıştık'' dediği cümlelerle bağlıyorum. Dedemin köy girişinde o neşeli haliyle başka dillerden selamlaşmalarını, o farklı farklı oldukları söylenen ama benim bir farklarını göremediğim insanları, o insanların dedemler öldüklerinde onların adlarını alıp kendi adları yapacak kadar sevdiklerini de gözümün önüne getiriyorum.

Ve geçen gün onu bir yere yolculamak için havalanına götürürken ve güncel siyaset üzerine konuşurken bir an farkettik ki benim kızkardeşimin adı Kürtçe! Aslında bunun öyle olduğunu biliyorduk. Ama o birlikte yaşama kültürünün içinde durum hiç farklı gelmemişti gözümüze, dilimize, gönlümüze... Ve hiç bir nüfus memuru, hiç bir kamu kurumu, hiç bir okul sorun etmemişti bunu... Ama etnik kimliği bir başka olan ya da ülkenin bir başka coğrafyasında yaşayan için Kürtçe bir ad sorun teşkil edebiliyordu. Bizim Türk ve o coğrafyanın dışında doğup büyümüş olmamız aynı ada bir başka bakış açısı ve anlam yüklerken, aynı ad bir başka etnik kimlikte ve coğrafyada göze batıyordu, sorun oluyordu. Ve bu ülkede diğer etnik kimliklerin en azından ad anlamında sorunu yokken bir başkasının sorunu vardı.

Tüm bunlar bir şekilde aklımın kıyısından köşesinden geçerken, gözümün önüne gelen her örnek; sorunun aslında halkın sorunu olmadığını, onların birbirleriyle hiç bir anlamda bir ayrışma içinde olmadıklarını ortaya koyuyordu. Sorunu her zaman ülkeleri yönetenler çıkarıyordu. Onların kendi bakış açıları ve etnik kimlikleri, insan olma düzeyleri ve iktidarı ellerinde tutma arzuları zalim olabiliyordu. Hatta oluyordu. Ve onların siyasal hırsları ve demokratik olmayan tavırları, katılımcılıktan uzak akılları, paylaşımcı olmayan ihtirasları ve savaşkan kimlikleri ortalığı yakıp yıkıp kin tohumlarını büyütüyordu. Tıpkı bizim çözmeye çalıştığımız olayın iki tarafındaki siyasetçileri gibi... Oysa devletin dini ve etnik kimliği olmamalıydı. Ve ülke adı ırksal anlamlar yüklenmemliydi. Her etnik kimlik kendi alanlarında, dernekleşip örgütlenerek kendi kültürünü yaşatabilmeliydi. Bu demokratik ve olağan bir hak olmalıydı. Bunlara müdahale edilmemeliydi. Türkiye adı tüm ırksal yüklenmelerden uzak bir vatan adı olarak söylenmeli, bilinçler öyle oluşturulmalıydı. Bireyler de bu yurdun etnik kimliklerini açıkca ifade edebilen yurttaşları olmalıydı. Zaten bu demokratik haklar zamanında verilmiş ve kimlikler insanların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri kadar ortada dursaydı... Başta feodalite olmak üzere devlet işine gelen yapıları oluşturmasaydı... Terör de zaten kendine uygun zeminleri bulamazdı. Ve ne yazık ki ortam öyle bir çorba hale geldi ki, bu ülkede dönem dönem yönetim erkini ve gücü elde tutanların bakışları yüzünden o bölgedeki her yurttaşa, ya da Kürt her vatandaşa potansiyel terörist gözüyle bakılmaya başladı. Öyle bakıldı. Ve çözüm diye devlet vatandaşlarını korumak adına onları yerlerinden yurtlarından edip göçe zorlarken, haksız yere canlarını yaktı. Aşını işini yaratıp güvenliğini sağlamak yerine...

Ve korkum o dur ki ve dilerim ki, çözüm için öyle ya da böyle bir yola çıkılmışken; Ken Loach'ın muhteşem filmi Ülke ve Özgürlüğe yaptığım yormun sonuna yazdığım şu cümle bir kez daha tekerrür etmesin: ''Ve her zaman olduğu gibi, çıkarsız inanmışlıkla ''çarpışanların'', çıkar hesapları ''iktidar''(!) olanlar tarafından tasviyesiyle biter''.

Bkz: Öfkem Büyük

Bkz: Hotel Rwanda'nın Hatırlattıkları...

Bkz: Ülke Ve Özgürlük

Görsel: JAMES VITO CORDASCO

10 yorum:

  1. 30 yıl avaz avaz bagıran silahların susmasının, yerine kalem ve anlayışların geçmesinin zamanı sanırm..

    YanıtlaSil
  2. kesinlikle haklısın travis, ama inatlardan vazgeçen bir empati ve samimiyete şiddetle ihtiyaç var. zor görünen ve aşılması en meşakkatli kısımda bu..

    YanıtlaSil
  3. gül gölgesiydim ben
    eskiden...

    YanıtlaSil
  4. "Kürt" diye bilinen aşiretler vardır... "Kürt" diye bir millet yoktur!.. Bu aşiretler çeşitli milletlerin dışlanmış, veya bir şekilde esas millet toplumundan kopmuş insanlardan meydana gelmiştir... Bir "Kürt Medeniyeti" asla yoktur!.. " Çünkü Kürt aşiretleri birbirinden kopuk, dağınık olarak göçebe olarak yaşamışlar, haydutluk ve eşkiyalıkları ile tanınmışlardır.

    Aslında KÜRT kelimesi bile uydurmadır!.. Çünkü yakın zamana kadar bu insanlar kendilerine KÜRT demezler, "KURMANÇ" derlerdi, "ZAZA" derlerdi!.. Kürt adı onlara GÖÇEBE yaşadıkları DAĞLIK ve KARLI bölgenin özelliklerinden dolayı BAŞKALARININ TAKDIĞI AD idi.

    Kürtler , ayrı bir MİLLET olmadığı gibi; tarih boyunca da hiç bir zaman DEVLET kurmamışlardır. Ama daima TÜRK devletlerinin içinde, TÜRKLER ile birlikte yer almışlardır. Çünkü TÜRKLER ile pek çok Kürt aşiretinin akraba olması bir yana; Arap, Fars, Yahudi, Ermeni kökenliler bile 100 yıldır kaderlerini Türk Devletleri'ne bağlamışlardır.

    ***
    Kürtler ve Kürt meselesi üzerine olan tezlerin kökeni, 1850-1920'ler arasında oluşan Alman, İngiliz, Fransız ve Rus ekolüne dayanmaktadır. Bunların da amacı belli idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması!...

    Gelmiş geçmiş bütün yazarlar Kürtler'den bahsederken kötü şeyler söylerler. Çünkü evvel zamandan beri dağlara kaçan herkes diğer dağlılarla karışmış, kanun kaçakları, eşkiyalar, yol kesenler, farklı milletlere ait savaş kaçakları, hindistandan göç etmeye başlayan çingeneler hep Doğu Anadoludaki kimi yörelere ve dağlara çekilmişlerdir.

    ***

    Peki, geçmişte bir KÜRT halkı yok mu?..
    VAR!..
    Ama ANADOLU'da değil!... ALTAYLAR'ın ötesinde!... TÜRK DİYARINDA!.. Hem de günümüzden 1300 yıl önce!..

    Yenisey'de Elegeş Suyu'nun sol kıyısındaki bu anıt mezarda şu kitâbe vardır:

    "Kürt El-Kan Alp Urungu, altunlug keşigün bantım belde,
    Elim dokuz kırk yaşım."

    3.20 m. boyundaki taşın üzerindeki bu satırların anlamı

    "Kürt halkının hanı Alp Urungu'yum....
    Altınlı okluğumu belime bağladım,
    devletim oldu... 39 yaşında öldüm."

    Biz KÜRT diye bir aşiretler topluluğunun olduğunu asla inkâr etmiyoruz!..
    Bizim itirazımız, ANADOLU'daki çeşitli aşiret ve gruplardan olan bu insanların "kürt" adı altında birleştirilip, biz TÜRKLER'den koparılmak istenmesinedir... Kürt kelimesinin açıklaması, en azgın Kürtçüler tarafından dahi yapılamamaktadır.... Çünkü Kırmanç, Zaza, Lur, ve Kalhur ağızlarında böyle bir terim yoktur!.. Kürt olduğu iddia edilen toplumların dilinde kürt diye bir kelime yok, bu bile bazılarının kötü bir oyunun içinde olduğunu gösterir. Karlı dağ anlamına gelen Türkçe kelimelerden türemiş gibidir. Kart tanda türemiş olduğu akla yatkındır, yontulmamış, kaba saba anlamında...

    DAĞ GÖÇEBELERİ anlamında kullanılmıştır... Ve sadece Türkler için değil; Farslar'ın, Araplar'ın hatta Ermeniler'in, Yahudiler'in oraya buraya dağılmış grupları için kullanılmıştır. Yani bir milleti değil dağda yaşayan ilkel topluluklara ve eşkiyalara deniyormuş, kürt adı böyle ortaya çıkıyor.

    Kullananlara da için için kızarlardı. Çünkü "Kürt" lâkabı, onlara başkalarının taktığı, anlamında bir derece küçümseme ve hor görme ifadesi gizli olan bir ad idi... Onlar kendilerine Kırmanç, Zaza, Dersimli demeyi veya aşiret adlarını kullanmayı tercih ederlerdi. Yani kürt bir hakaretti.

    YanıtlaSil
  5. Sayın Adsız, Kürt hakaretti de, Türk iltifatmıydı. Türklere asaletlerinden ötürümü Türk dediklerini sanırsın. Bu konuda herkes binbir çeşit söz ederken, okuduğum en saçma yorum sizin ki olmuş demekte hiçbir tereddüt duymuyorum. Ne tuhaf bir ileri sürüm olmuş bu ya. Yani türkler, ruslar, japonlar, lazlar, çerkezler yoktanmı var oldular? Kendinde söylemişsin 1300 yıl... Ne rahat ve ne eminsin. Gören duyanda sizi 2 bin yaşında sanar. İnsanlar daha 100 yaşına basmamış bu ülke tarihi için bu kadar tartışıp, tam bir kanıya varamazken, sen okuduğun iki satırla ne çabuk öğrenmişsin.

    YanıtlaSil
  6. Erasmus hakkındaki ilginç yazılarla bu blogu keşfetmiştim. Ancak, Atatürk büstünü yakanlara, belediye otobüsünde diri diri kız yakanlara methiyeler düzdüğün için seni kınıyorum. 8'er 8'er üresinler, devlet işsizlere iş bulacağı yerde bunlara doğum yardımı yapsın, sen de bunları göklere çıkar. Pes yani !

    YanıtlaSil
  7. Sevgili Arpad'a;

    Mussano'nun Erasmus yazılarından bloga geldiğine göre üniversite öğrencisisin... Öncelikle bu hoş birşey. Verdiğin tepkiden yola çıkarak, etrafla ilgili bir genç olduğunu da düşününce, çok doğal gençlik reflekslerini de göz önüne alınca yazdığın mesajı ve duyarlılığı anlıyorum. Yazıdan dolayı beni kınamana da itirazım yok. Sonuçta sen tepkini bu sözcükle ifade edebilirsin. Ama şuraya itirazım var. Bu yazının bir methiye olduğu, özellikle bahsettiğin eylemleri yapan şahıslara methiye olduğu kanaatine nasıl varmış olduğun. Üstelik bu yazının sahibinin, bu blogda senin hiç sevmediğin kesimi de eleştirdiği yazıları varken... Bu yazıda dahi sorunun her iki yanındaki siyasilerin pozisyonlarını da eleştiren fotoğraflar çekmişken... Ve farkındaysan, senden önce yazılmış yorumlar da var ve onlara bir yanıt yazmadım. Çünkü yazıya farklı da baksalar konu üzerine kendi görüşlerini yazmışlar, zenginlik katmışlar. Keşke sende kınarken beğenmediğin yerlerle ilgili farklı görüşlerini yazsaydın. Yazıyı başlıkta ve içinde geçen kimlik ifadelerine takılmadan, insandan bakarak anlamaya çalışıp, herkesi aynı kefeye koyan bir topyeküncülük yapmadan önyargısızca okuyup, yaftalamadan karşı görüşlerini belirtseydin. Konu üzerine fikri bir zenginlik yaratırdın. Diye düşünüyorum. İlgin için de ayrıca teşekkürler.

    YanıtlaSil
  8. Üniversitede yaşadığımı, gördüğüm manzarayı ben bilirim. 18 Mart Şehitleri Anma gününde üniversitemde boji gorilla gibi sloganlar attılar, dışarıdaydım ve ders saatiydi. Polisi aradım, elbette gelen yoktu. Ve bunun gibi birçok şey.
    Bu entel geçinenler, bir de bu şehit ailelerinin gözünden düşünsün sorunu. Empati diyenler için de; Kütahya Üniversitesi'nde şehit edilen Atatürkçü öğrenci Hasan Şimşek'ten sonra empati denen şey benim için bitmiştir.
    Asıl koyan da haberin karşıt görüş diye sunulmasıydı. Medya sayesinde tv karşısında haberi seyredenler kesin " okumaya gidenlerin şu haline bak değer miydi hayatını kaybetmeye" gibi şeyler demiştir eminim. Ama gerçeği, en azından okumuş (hatta entel olup bloglara taşan ) kişiler görsün. Bunlar 8'er tane doğurur, 2'si 3'ü türlü hile hurda ile üni. kazanır orada da etnik dayanışma ile bildirilerinden asar, Hasan Şimşek gibi vatanseverleri de katleder.
    Çözüm nedir ? Onlara en fazla 2 çocuk doğurma hakkı getirilir. Karadenizde kaçak elektrik yok denecek kadar azken G.doğunun her ilinde %60'tan fazla ise tüm elektrikleri kesilir. Suça karıştığı tespit edilen ve şüpheli olan tüm bu kişiler de Irak Türkmenleri ile değiştirilir. Ama bunu yapmak için biraz omurga lazım, orası ayrı.
    Bak, gittiğin Polonya'da etnik herhangi bir sorun var mı ? Almanlar ya da Tatarlar, hiçbiri sorun değil, kaldı ki bu kişiler çok az. Türkler olarak Polonya gibi etnik sorunu olmayan bir ülke olmayı hak etmiyor muyuz ? Yedi düvele karşı zaten bir savaşa girmedik mi ? Kazanılmış bu ülkede madara olmak zorunda mıyız ?

    YanıtlaSil
  9. Önceki yoruma şu cümle ile başlamıştım: "Mussano'nun Erasmus yazılarından bloga geldiğine göre üniversite öğrencisisin." Bu ne demek; Polonya'da olan, yani Erasmus yazılarını yazan ile kınadığın yazıyı yazan aynı kişi değil! Eğer sonradan yazdığın yorumun içinde "gittiğin Polonya" diye başlayan bir cümle varsa.... İlk yorumda da bahsettiğim gibi sen, yazıları bütünüyle okuyup anlamaya çalışmak ve konu üzerinden eleştiri yapmak yerine tabiri caizsse yazıyı yazanı aşağılamaya ve bir yorum yazmak yerine çakmaya ayarlısın. Yani önyargılısın... Yazıyı yazan kişi olarak şunu söyleyebilirim ki, verdiğin örneklerle bu yazının benzeşen hiç bir yanı yok. En azından duygusu anlamında. Bu yazının sahibinin senin verdiğin örnek olayları yapanları onayladığı kanaatine nasıl vardığın da ayrı bir konu. Polonya'da ya da benzer ülkelerde neden etnik sorun olmadığını da gittiğinde anlarsın. Ya da oturup tarihlerine bir göz atarsın. Onların sadece trafikteki davranışlarına bakarak da sonuçlar çıkarabilirsin. Çünkü onlar etraftaki herkese insan diye bakıyorlar. Bir takım işlenmiş suçlarda o insanın etnik kimliğinden yola çıkarak, o etnik kimlikteki insanların hepsini birden suçlamıyorlar. Ayrıca çok haklısın Polonya gibi etnik sorunu olmayan bir ülke olmayı fazlasıyla hakediyoruz. Ama Polonya gibi etnik sorunu olmayan bir ülke olabilmemiz için önce insana saygı duymayı öğrenmemiz gerekiyor. Eğer bu yazıyı gerçekten ciddiyetle okumuş olsaydın, bunu yazan kişininde aslında neyi eleştirdiğini gayet iyi anlar, sapla samanı da birbirine karıştırmazdın. Neyse uzatmayacağım. Yaşım her nekadar senden epey büyük olsa da anladım ki senin tecrübene ve bilgine erişebilmem mümkün değil. Şu entel klişesine de sarılmasan keşke... Bilirsin ki nezaket ve saygı, örfümüzün en önemli özelliklerindendir. Katkıların için tekrar teşekkürler. Benim açımdan tartışılacak bir şey kalmadı da hani şu moda deyişle yazının kastıyla eleştirinin kastı arasında hakikaten ciddi bir eksen kayması oldu. Sana başarılar dilerim. Ve okuyucuya açtığın ufuk içinde tekrar teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  10. İyi, o zaman Erasmus blogunu gönül rahatlığıyla okuyabilirim. Gerçi Erasmusnameyi yazan bu saçılımcı da olsaydı, "ilim çinde de olsa alınmalı" düşüncesiyle okumak gerekirdi ama böylesi daha iyi. Bence, en azından Erasmusname ayrı bir blog olarak açılıp, saçılımcıya da farklı blog verilmeliydi.
    Gdansk neyse Koszalin de odur sanırım, ben istediğimi alır giderim, isteyen katil k.rdü övmeye devam etsin.
    Erasmusname'de Erasmus çerçevesinde tüm bilgilendirici yazılarından dolayı mssno'ya candan teşekkürler.

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP