Bulvar AVM sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
Bulvar AVM sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

31 Mayıs 2013 Cuma

Demek ki Neymiş!

Var olanları yıkıp yerine anlı şanlı AVM'ler dikmeyi...

Tarihsel anlamı olan, başta Emek Sineması gibi anısı yoğun mekanları yok edip, yerlerinden söküp,  çakmasını bu AVM'lerin bir köşesine sıkıştırmayı...

 Gezi Parkı gibi Anadolunun her köşesinden insanın izinin ve anısının olduğu mekanları yok etmeyi marifet sananlara kapak olsun!

"Uluslararası Alışveriş Konseyi tarafından organize edilen ve ‘AVM Oscarı’ olarak kabul edilen ‘2013 ICSC Avrupa Alışveriş Merkezi Ödülleri’ sahiplerini buldu. 8 farklı ülkeden 12 finalistin değerlendirildiği sektörün en prestijli ödülleri, Stockholm’de gerçekleştirilen ICSC Avrupa Konferansı’nda açıklandı. ‘Yeni Geliştirilen Projeler’ arasında ‘Medium’ (Orta Ölçekli) kategorisinde İtalya ve Almanya ile yarışan Bulvar Samsun AVM, ‘Avrupa’nın En İyi AVM’si Onur Ödülü’ ve ‘Avrupa’nın En İyi Yenileme Projesi Jüri Özel Ödülü’ olmak üzere 2 özel ödüle layık görüldü."

Daha fazla Bulvar AVM için buradan lütfen: Bulvar Sadece Bir AVM Değildir; Bir Zihniyettir!

10 Ocak 2022 Pazartesi

Canım Ne İstediyse O

1.Kısım


Erken kalkıyorum. Bilgisayarın başındayım. Şehire inmek istiyorum ama bir yanım kararında net ve keskin olsa da diğer bir yanım tembel. Temel ve ortak istekleri ise bu Pazar sabahında geleneksel takılmak, dolayısıyla pide yemek. Kıymalı yumurtalı mı olsa, yoksa kapalı kavurmalı mı; hani şu Görele Pidesi denenden? Asıl arzumsa blog yazılarımın henüz fotokopilerini aldırmadığım kısmı. Önce Hakan'ı arasam, bugün açıklar mı diye sorsam diyorum. Saati erken buluyor, uyandırmayalım şimdi, diyor ince tarafım. Pide fikrim şimdilik tek netimiz. Bu arada dün akşam attığım, önemli bir projeye ait bir mektup var. Ancak e-posta servisinde bir sorun var ve mektubun ulaşmadığını düşünmekteyim dünden beri; çünkü bir yanıt gelmedi. Kıymetli biri ve endişe ediyorum, yanıt gelmeyince. Kötü zamanlardan geçiyoruz... O halde ilk olarak o mektubu bu kez başka adresine yeniden göndermeliyim. E-posta ise sürekli taslağa atıyor, sonuçta bilgisayarı kapatıp yeniden açıyorum. Biraz mektubun açıklama bölümünü düzenliyor, göndere basıyorum ki bu kez çifte kavrulmuş gidiyor. Sonra hazırlanıyorum; artık dışarıda olacağım net. Bu belli oldu.

Pideye uzağım an itibariyle. O zaman alışveriş yaptığım ama içinde hiç oturmadığım şu yeni açılan börekçiye. Hımmmmmm kıymalı kol börekleri kıyır kıyır. Taze çıkmışlar fırından.

"Bir porsiyon kol böreği ve su böreği karışık lütfen."

"Bir de çay!"


Çok hoş mekânın çok hoş bir masasında güne keyifli bir başlangıç. Şimdi istasyondayım. Maskeyi çiftliyorum çünkü bilindiği üzere bu yeni varyant nedeniyle kapalı alanlarda iki maske üst üste takıyorum.

Tren sakin, oturacak yer var. Yanıma kitap almadım, yanımda blogumun 6.cilti var. Bu diğerlerinden ince ve yeni yazıların bir kısmını buna ilave ettirme, artanlarını da 7.ciltin ilk sayfaları yapma fikrindeyim. Keyifli bir yolculuk. O ara Denizevleri İstasyonu'ndan bir hanımefendi ve iki aynı renk montlu minik kızı biniyorlar. Bir genç kız kalkıp yerini onlara veriyor. İki minik kız oturuyorlar, anneleri ayakta. O tatlı minikler yer veren kıza öyle tatlı teşekkür ediyorlar ki önce anneyi alkışlıyorum. Maskemin altında sıcacık bir gülümsemem var. İlginç bir andan geçiyorum bir süre sonra... Opera İstasyonu'nda durmuşken tren, Saathane Meydanı'ndaki düzenlemelere şöylesine bakınırken istemim dışı olarak gözüm Büyük Cami'ye takılıyor. O an bunun bir kaç saat sonraki bir anıma yönelik bir işaret olduğu aklımın ucundan bile geçmiyor, çünkü şu an tek bir planım var; o da Hakan'a gitmek, fotokopilerim çekilirken çay içip lak lak yapmak.

Cumhuriyet Meydanı İstasyonu'nda iniyorum. Kartımı okutup iademi yüklüyorum. Tam karşıya geçecekken bir teyze Samkart'a HES kodu yüklenecekmiş diyerek yardım istiyor, onu görevli ofise bizzat götürüyorum, teşekkür ediyor. Önünden geçerken kadim parkın bir fotoğrafını çeksem diyorum, sonra vazgeçiyorum. Aynı şekilde çok hoş ve çocukluktan beri bayıldığım, o zamanlar TEKEL Müdürlüğü'nün idari binası olan, şimdilerde Mc Donald's'ı da es geçiyorum. Ama eski sigara fabrikalarından şahane bir açık hava AVM'sine evrilen ve uluslararası ödüllü alanını boş geçmiyorum*


Bu binaların fabrika halini de çok iyi biliyorum çünkü ilkokuldayken sınıfın en güzel kızı Filiz'in babası Tekel müdürüydü ve karşıdaki boşluklardan geçip arkaya ulaşıldığında onların lojmanlarına varılıyordu. Filiz'le ilgili ilginç bir detay var aslında, küçük bir detay olsa da ilginç: Biz ilkokulu bitirdiğimiz yılın akabinde benim erkek kardeşim ilkokula başlıyordu; tabii ki annem beni okutan şahane kadına emanet etti onu da. Onun sınıftaki en yakın arkadaşları ise Filiz'in ikiz erkek kardeşleri oldu. Bir kaç yıl evvel, öğretmenimiz ölmeden önceki koca koca adamlar va kadınlar olarak yaptığımız son ziyaretimizde haberdar oldum ki Filiz artık İzmir'de kedileri ile birlikte yaşamaktaymış.


İşte ben tüm bunları düşünürken ve o geçişin fotoğraflarını çekerken hemen geçidin arkasındaki güvenlik görevlisi de beni izlemekteymiş. İşim bitip oraya yönelince ve şimdilerde kafeler ve oyun alanları olan lojmanlar mıntıkasına varınca; benim kim için fotoğraf çektiğimi soruyor. "Kendim için," diyorum. Sonra anlıyorum ki o bir kurum için sanıyor. Caddeye bakan iki tarafının biri şu an sağımdaki binanın öteki yüzüyle onun karşısındak binanın olduğu şirin caddeyi önce çeksem diyor, sonra vazgeçiyorum ve daha çok AVM fotoğraflı yazımın linkini eklerim yazıya diyorum sonra da Sanat Sokağı'ndan yukarı vuruyor, onu da aynı gerekçe ile fotoğrafsız geçiyorum.


Şimdi lise olan ilkokuluma selam çakıyor, Şehir Kulübü'nden sağa kıvrılmadan önce çok farklı yaşlarda çok anılarım olan caddenin başlangıç noktasından fotoğrafını çekiyorum. Önceki belediye başkanımız burayı trafiğe kapatmış ve Cadde AVM olarak düzenlemişti. Tüm binalar aynı cephe ile yeniden elden geçirilmiş, yol yayalar için düzenlenmiş, iki yanı da başta banklar olmak üzere şık sokak mobilyalarıyla süslenmişti. Üç dönemdir her kesimle ilişkileri sağlıklı ve sevilen başkanı istedikleri gibi yönlendiremedikleri için bir anlamda; kızağa çekip milletvekili yaptılar. Yeni gelen de hiç gereği yokken ve bir kaç esnafın çığırtkanlığına alet olarak ve çok az  katılımın olduğu gizli kapaklı refarandumla yeniden trafiğe açtı ama  işlerin sebebinin trafiğe kapalı olduğu için değil başta  bu AVM olmak üzere, yakın çevredeki ve diğer AVM'ler olduğu kısa sürede anlaşılmış oldu.

Çocukluğumun ikinci yarısı ve tıfıl gençliğim şu sol sırada o zaman tek olan apartmanda geçmişti ki caddenin epey uzaktaki çıkışına kadar, biri bizim karşımızda olmak üzere toplamda 7-8 apartman vardı ve diğerleri masal diyarlardan gelmiş, hepsi bahçeli, şu an caddenin bu kısmında ve tamamında tek kalan Burger King gibi Rum evleri ve varlıklı Türk'lerin eski konaklarıydı.


Hakan bugün açmamış, dolayısıyla ana plan iptal. Bir karar veremiyorum. Önce eve dönmek geliyor aklıma sonra caddeyi yürümek. Bir kaç metre sonra oturduğumuz apartmanın önünden geçerken kapının açık olduğunu görüyorum. Bir an o alanın bizim için öneminden söz ettiğim yazım aklıma geliyor ve fotoğrafını çekip yazıya koymak geçiyor aklımdan. Anında vazgeçiriyor tembel tenekem beni. Eve dönme fikrimden gittikçe uzaklaşıyorum. Caddenin tadıyla birlikte anıların dibine vuruyorum ve son anda şahane bir şey yapıyorum: Çünkü tıfıl devrimci için muhteşem bir an yaşandı orada.


80 yılına daha var, M.C. hükümeti ortağı, üç hilâlli partinin genel başkanı şehrimize geliyor. Yeni havaalanımızın henüz hayali bile yok. Eski havaalanına inecek uçağı, onun konvoyu yukarı mahallelerden geçerek Bahçelievler Mahallesi'ne ulaşacak, 56'lar üzerinden devamla da bizim caddeye, trafik o yıllarda çift yönlü olduğu için,  tam da bu noktadan girecek. Bu haber gelirgelmez okul boşalıyor. Bütün fraksiyonlar kendi kitlelerini örgütlüyor. Artık caddenin girişindeyiz. Konvoy gözüküyor ve herkes yüzüstü yere yapışıyor.  Ya polis dalacak ve bizi asfalttan kazıyacak ya da bizi ezip geçecekler. Yalnız ortalıkta tüm o kitleyi kaldırabilecek polis yok. Onlar konvoyla geliyorlar ki muhtemelen bu tarz bir eylem olabileceği düşünülmemiş. En önde içinde olduğu otobüs olmak üzere duruyorlar. Bir kaç polis sözle ikaz ediyor, el atıyor, sürüklüyor ama tık yok bizde. Metrelerce insanız. Artık insafa mı geliniyor, saygı mı duyuluyor bilmiyorum. Konvoy konuşma yapacağı  Cumhuriyet Meydanı'na gitmek için sağa kıvrılıyor ve devam ediyorlar.

Bu fotoğrafı çektikten sonra fikrim geliyor. Geçenlerde İstanbul Börekçisi'nin izin sürdüğüm gün yine buralardayken yapmadığım bir eylemi şimdi kesin hayata geçirmeliyim! Lisemizin önündeyim. Onun fotoğrafını Sevgili Okul Arkadaşım için çekmeliyim demiştim o gün de, ama çekmemiştim; çünkü çok araç vardı içeride. Bu kez sakin, ben de çekiyorum. Hayatımın en güzel yıllarını bu okulda yaşadım, en güzel arkadaşlarım bu okul sayesinde. Enn tıfıl ve kıymetli aşklarım da...




Bir fotoğraf daha çekmem lazım, bunda tereddütüm var ama kapının karşısındaki binanın o zaman inşaat olduğunu biliyorum; çünkü şehrin -çakma- bombalı ilk pankartını asmıştık ona. Onun solundaki binanın o zaman var olduğundan çok emin değilim ama şu bina vardı; ondan eminim çünkü yengemin abisi ve eşi o binada oturuyorlardı ve çok kere gitmiştik. Eğer yanlış binaysa Sevgili Okul Arkadaşım, düzeltir nasılsa diye düşünüyorum. Çekince o fotoğrafı yine kararsızca yürümeye başlıyorum. Önce Kılıçdede'den trene atlayıp eve dönmeyi düşünüyorum ama içimdeki öteki benin buna itirazi var, oysa ben şu an durağa doğru yürüyorum. Sonra bundan vazgeçiyorum ve ara sokaklardan bir önceki noktama dönüyorum. O an bir şimşek çakıyor bende. Hava çok güzel, muhtemelen Müze'nin Kafeteryası'nın bahçesinde masalar vardır bugün, diye aklımdan geçirirken heyecanım fena diriliyor. Dönüyorum o yöne. Bingo! Açık ki en önemli kitap okuma noktalarımdan biridir benim. Yaz akşamları hiç üşenmeden trene atlayıp geldiğim kitap okuma bahçem...


Kendimi eminim ki çok şımartacağım bundan sonrasında; çünkü ruhum kanatlanmış durumda.

"Bir kapuçino lütfen"

Müze binasına bakan en uç masaya oturuyorum. İki binanın arasında eski ve kocaman büyütülmüş bir fotoğraf var. Caddeyi hemen tanıyorum. Tümüyle eski binalar ama resimde tamamı gözükmeyen bir bina var ki o beni yakın zamanda yazdığım bir yazıdaki anlardan birine sürüklüyor. Kahvemi o resmin içinde dakikalarca dolaşırken bitiriyorum. Belli ki bugün beni bu güzel havalar mahvedecek. Kalkıp mutfağın olduğu kapalı bölüme yürüyorum.

"Bir kapuçino daha lütfen."



2.Kısım- Hayalim Kırıldı Ama Canım Pek Takmadı


*Daha Fazla Bulvar AVM fotoğrafı ve bilgi için buradan lütfen.

*Sanat Sokağı içinse buradan lütfen.


15 Nisan 2022 Cuma

Kapıdan İçeri Sadece Yemek İçin Girmiştim Oysa

Bir iki ay önce biri kırtasiyeci olmak üzere yıllardır var olan binanın altındaki üç dükkân boşalıyor. Sonra hummalı bir tadilat başlıyor. Kadim fırına yürüdüğüm her sabah iki kere önünden geçiyorum. Sonra lokanta-kasap olacağına dair işaretler oluşmaya başlıyor. Kasap ve lokanta birlikteliği konumu itibariyle doğru bir seçim olmadığı gibi beni cezbeden bir durum da değil. Pandemi sürecinde pek çok yeni iş yerinin açıldıktan sonra yıldırım hızıyla kapandığını görüyorum. Üstelik bunların içinde çok yakın tanıdığım ama aklı evvel biri var ki tüm uyarılarıma rağmen onbeşbin lira kira ile yer tutup, aslında market ama ona göre şarküteri açtı. Dedim açtın eyvallah, hayırlı olsun, ama bir farkın da olsun ki etrafın anlı şanlı zincir marketlerle dolu.

Ona buradaki bir kaç iyi restorana meze yapan genç kadını önerdim. Kars'tan bir kaç peynirci, Hatay'dan da yine bir kaç üretici söyledim. Dükkânın önceki hali alt katı da olan, dışarı masa atılabilecek bir lokantaydı. Fırın'ı da var ve bu işler için normalde biçilmiş kaftan. Mezeler, peynirler, sandviçler ve diğer şarküteri ürünleri, fırından çıkacaklar satılırken burada da oturulup yenilebilsin, dedim. Şimdi adları ve şanları yok olan eskinin bulvar kafe-marketleri gibi: şu çocukluğumuzdaki adları ile, bir tür bonmarşe yani... Yüksek kar marjları olan bu kısmı kulak arkası etti. Zaten bir şekilde bildikleri ve alışveriş ettikleri yerleri bırakıp koşa koşa ona geleceklerini sandığı insanlara güvenerek, üstelik rekabete açık, kâr marjları düşük ambalajlı ürünlerle yola çıktı ve sonuçta 3 ay sonra kapattı ve bir sürü para çöp olmakla kalmadı; asıl işinde de sıfırı tüketti.

Buraya kadar olanlar çok keyifle yaşadığım iki öğlenle ve yazının ana konusu ile çok alakalı olmasa da; günlere ve döneme dair bir kaç not olarak şöyle bir kenarda bulunsun.


Bundan yıllar yıllar önce, şafak saydığım günlerde bir gün Aziz'le hiç o anki konumuzla alakası yokken ve o güne kadar tek bir kelam edilmemişken üzerine... Bana bir kişiden söz ediyor.


Dün

Öğleye yakın işe ara verip çıkıyorum evden. Bir konu var ve onunla ilgili görüşmek için emlakçımıza yürüyorum. Oradan çıkınca yemek fikrim dürtüyor beni. Buralarda mı yesem falan derken sahilden yürümeye başlıyorum. Nihayetinde önceki gün ilk kez gittiğim lokanta-kasap dediğim yerde karar kılıyorum. Aslında aklımı ona yönelten adı: "Et Lokantası-1933'den beri." Şehrin en hareketli ve popüler caddesinde yıllardır var ve belki de eski lokantalar adabını kolalı peçeteler dahil her şeyi ile yaşatmaya devam eden tek yer. Yemekleri muhteşem. Lokantanın kurucusu ve aşçısı baba, 11 yıl daha yaşarsa lokanta 100.yılını kutlayacak. Bir ilişki sezdirmekle birlikte aklımdan geçen orada çalışan bir grubun ayrılıp burayı açtığı, çünkü asıl yerin Et Lokantası kısmının önünde bir ad var!

Önceki gün ilk gelişimde genel olarak içerisi, masalar ve düzen hoşuma gidiyor. Mutfak ekibi tam tekmil, beyaz kıyafetler şık, aşçı şapkaları kafada. Hoş bir genç kadın alıyor siparişimi ancak tahtada yazılı menü iftar için-miş. Oysa aklımı çelen patlıcan kebap olmuştu. Yayla çorbası ile Ezo Gelin arasındayken Ezo da karar kılıyorum ardından da az döner istiyorum. Çorbaya bayılıyor ancak döner pişme ve etin kalitesi anlamında olmasa da tat olarak gerçek Et Lokantası'nı aratıyor. Şimdilik Ramazan nedeniyle sık kesilemediğine veriyorum bunu.

Dünse patlıcan kebap var. Oysa bu kez yayla çorbasına razı olarak gelmiştim. Patlıcan kebap ve az pilav söylüyorum. Görüntü muhteşem. Kuşbaşı doğranmış etler bol ve biz varız diyor. Muhteşem yani. Ödememi yaptıktan sonra gidip şefi bizzat kutluyorum ve işyeri sahibi olduğunu asıl konuya girerken öğreneceğim kişiye de "Bu coğrafyada bu patlıcan kebabını yapacak bir yer yok," diyorum ve önceki gün gerek duymadığım asıl mevzuya giriyorum.

Sorum üzerine anlıyorum ki rahmetli Ulutan Abi şahsın amcası. Kuzenlerinden ayrılmış ve burayı açmış. Sonra ona yıllar yıllar önce yaşanmış bir kesişmeyi anlatıyorum. Hayat ne kadar ilginç!

Yıl 1981, askerim. Bir gün bir boş zamanda bir şeyler içerken orduevinde, Bodrum'da yaşayan Aziz'le  Bodrum hakkında konuşurken Ulutan diye bir isim geçiriyor cümlesinin içinde. Çok bilinmeyen, en azından benim çok duymadığım bir ad olduğu için "Bodrum nere Samsun, nere"  demeden, ilk aklıma Ulutan Abi geliyor. Mevzuya biraz dikkat kesilince ve ben biraz detay verince aynı Ulutan Abi olduğu anlaşılıyor. Gel benle hafta sonu Samsun'a diyorum Aziz'e. Ulutan Abi'yi arıyorum. Pazar günü öğlen Serkan Restoran'da buluşalım diyor. Basıp geliyoruz. Aziz bizde kalıyor ve öğlene doğru verilen saatte Serkan Restoran'dayız. Mekân şimdiki Piazza AVM'nin olduğu eski garajların içinde; bizim mağazaların da olduğu sanayi sitesinin dibi. Gün pazar. Muhteşem bir masa hazırlanmış. Ben içmiyorum çünkü ev şehrin dışında ve sıkıyönetim sürecinde olduğumuz için çıkıştaki kontrol noktasında durdurulacağımız kesin.

Ulutan Abi'nin bir projesi olduğunu, muhtemelen Aziz'in çalıştığı Kortan Restoran'da tanıştıklarını, onu bir kaç akşam izlediğini, sonrasında beğenip sevdiğini ve bu konuyu Aziz'le Bodrum'da konuştuklarını artık biliyorum. O gün tüm bu projenin üzerinden geçiliyor. Göze kestirilen, incelenen ve projelendirilen yer Bodrum'un eski Belediye Sineması. Şarkıcılı gazino havasına modern dokunuşların da yapılacağı bir mekân hayal edilen. Solist sahneye şarkısını söyleyerek ve sinemanın eski balkon kısmından kıvrılarak ve açılarak zemine ulaşacak merdiveni, onun hareketiyle senkronize biçimde inerek gelecek. Solist olarak kimlerin adı geçmiyor ki. Ulutan Abi aynı zamanda bir otobüs firmasının sahibi. Kabadayı adam, film karakteri gibi. Bir çapulcu asla değil! Yaşamı ve yaşamayı bilen zarif, yakışıklı, arabası şık, o yıllarda birlikte olduğu kadın çok güzel, adını veremeyeceğim kadar ünlü ve off anam of... Kaç şise rakı boşalıp yerine yenisi geldi öğleden geceye kadar bilmiyorum. Elbette adabıyla yenildi içildi. Ama eve gider gitmez Aziz'in sızdığını, ve sabahın köründe oğlum firarımızı verirler dememle anca toparlanabildiğini, evden tam gaz çıkıp, gaz pedalı dibe yapışık bi halde Amasya'ya vardığımı, resmi kıyafetlerimizi giyip o konuta, ben de jipimi alıp tam saatinde binbaşımın evine ekmek teslimatını yapıp, jip'de onu beklediğimi söylüyorum.

Bunları gülümseyerek ve ilgiyle dinleyen genç adam şaşkınlık ve hayranlık içinde. "Ya," diyorum, "hayat bu kadar enteresan. Sen burayı açmasan, ben gelmesem, amcanın yıllar yıllar önceki projeleriyle ilgili bu bilgilerden hiç haberiniz olmayacaktı."

Ramazandan sonra sulu yemeklerin de olacağını, arkadaki depo olan bir yeri de lokantaya katacaklarını söylüyor ki o ara vedalaşmak için onlara doğru döndüğüm tüm personelin, bir masalın şaşkınlığı içinde, bitti mi şimdi diyen yüzlerini görüyorum.



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Bulvar Sadece Bir AVM Değildir; Bir Zihniyettir!

Şehirleşmeyi ve büyümeyi inşaat yapmak sananlara, bir kenti geçmişten geleceğe taşıyanların eski ve hikayeleri olan binalar olduğunu bilmeyenlere, eski binaları yok edip yerine tümüyle sokaklardan kopmuş görkemli ve ruhsuz betonlar dikmeyi maharet sananlara, Belediye Başkanlığının birikmiş anılar, beslenmiş bir kültür, estetik bir kaygı, partisindeki hakim zihniyete karşı dik bir duruş ve değerlere sahip çıkmak gibi bir vizyon gerektirdiğini bilmeyenlere verdiği cevap için.











Samsun uzunca bir dönem kenti yöneten (farklı partilerden) iki belediye başkanı sayesinde çehresi değişen, iki değerli insan Muzaffer Önder(CHP) ve Yusuf Ziya Yılmaz'ın(AKP) üstün nitelikleri dolayısıyla ülkenin en parlak kentlerinden biri olmayı başaran, aynı zamanda ekonomisini de büyüten bir şehir oldu.

Eski Sigara Fabrikası olan bu binalar; tüm dayatmalara, peşkeş çekme gayretlerine rağmen renk dahil herşeyiyle eskisi gibi restore edilmek koşuluyla bir firmaya 39 yıllığına kiralanan, ünlü pek çok markanın yeraldığı, mülkiyeti kente ait örneklerden sadece bir tanesidir.

Fotoğraflar Nikon L23 ile çekilmiştir.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP