Benim dişçimle randevum var, Enn Sevdiğim Kadın ise bir toplantıya katılacak. Şehrin aynı coğrafyasındayız. Buluşmayı planladığımız nokta ise çok sevdiğimiz mekânlardan biri; blog dostlarımızla da çok hoş zamanlar geçirdiğimiz, mezeleri lezzetli, rakı adabını bilen, müşterileri nitelikli bir kulüp...
Benim randevum saat 15'de, gidiyorum ve işim 15 dakikada tamamlanıyor. O'nu arıyorum, toplantısı henüz tamamlanmamış, o halde istikâmet Hakan diyorum. Orada laf lafı açıyor, henüz telefonum çalmadı. Derken kapıdan giren kadın tam benim önümde duruyor. Kafamı kaldırıyor ve şaşırıyorum. Oysa telefonla teyitleşme, ardından ikimize de çok yakın mekânda buluşma idi plan.
Karşımda kot pantolunu ve montu ile tam anlamıyla bir fıstık var. Ona bir kez daha bayılıyorum, elbette hayranlıktan coşmuş gözlerimi bir süre sonra geri alıyorum, Hakan'la vedalaşıyor ve enn sevdiğimiz mekâna doğru yürümeye başlıyoruz. Planımız kısmen kış nedeniyle etrafı korunaklı hale getirilmiş açık alanda oturmak. Önüne geldiğimizde görüyoruz ki masalar rezerve, çünkü televizyonda Fenerbahçe'nin maçı var. O halde mimarisi çok hoş, eskiden ev olan tarihi binaya...
Masamızın manzarası çok güzel, sokak zaten güzel ve evler de elbette...
O halde klasiklerle donansın masa.
"Peynir lütfen, Arnavut ciğeri lütfen, beyin lütfen,"
ve garsonumuzun önerisi ile üzeri yoğurtlu adını bilmediğim bir lezzet daha... Ve elbette 35'lik Yeni Rakı ve bir kase buz. Ekranlarda maç ama bizi hiç rahatsız etmiyor. Sohbet şahane, hayaller, planlar, siyaset, kitaplar, geçmişten ânlar, anılar derken el atmadık konu kalmıyor. Bir de Sinop hayali ekliyoruz sohbete... Dışarıda enfes bir yağmur var. Ve usul usul, uzun bir zamana yayarak içtiğimiz 35'lik bitiyor. Ödemeyi yapıyor, garsonu boş geçmiyor, herkese teşekkür ediyor ve enfes yağmurlu geceye ve sokağa atıyoruz kendimizi.
Şimdi trene doğru yürüyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Üzerimizdekiler su geçirmez, o nedenle dilediğince yağabilir. D&R'a giriyoruz. Enn Sevdiğim Kadın kitap alıyor. Sonra trene doğru yürüyoruz, yağmur şiddetini artırıyor. Tam da bir şarkının söylenme zamanı, hani sözlerinin en vurucu yeri "Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor," olan... Keyfimiz gıcır, trende keyife devam, şahane sohbet, ıslanmamış planlar, akıp giden gecenin erken saatleri. Keyiften ölüyorum.
Bizim istasyon görünüyor, yine bir vedalaşma ânı, gülümseyerek ve çok mutlu bir adam hallerimle iniyorum trenden. Bir klasik tekrar edilecek, çünkü ara beni dedi. İstasyondan denize doğru çoookkkk mutlu bir adam yürüyor, aklında güzel bir kadın var, bu sunumlar zihninden pırıltılarla gökyüzüne ulaşıyor.
Kıskanmıyorum.
Çünkü o adam benim. Az sonra da şahane bir kadınla telefonda konuşacağım ve 10 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen o konuşma sanki bu akşam onunla tanışmışım ve o nedenle soluk soluğa, kısmen şımarıkça ve ilk akşammış tadında olacak.
Bunu nasıl becerdiğimize, bu hisse, tazeliğe her seferinde aradaki tüm zamanları silerek nasıl ulaşabildiğimize, eve doğru yürürken ve bir yandan yağmurun tadını çıkarırken, yine şaşıracağım ve bu şahane kadını o andan itibaren özleyeceğim.