17 Nisan 2025 Perşembe

BİR Günlüğü 19- KANKA

Dün bir yazı yazmıştım, 19 yaşıma vurgu yapan ve hayatımda çok özel yerleri olan iki karakter üzerine... Üstelik yazıyı üzerimdeki etkileri çok büyük olan iki karakter üzerinden sular seller gibi yazmış ve hesaplarımın ötesinde içeriği de çoğaltmıştım. Kullanacağım fotoğrafları koymuş, metni de yerleştirmiştim. Sadece yayın için ayarladığım saati ve o yazının içeriğini blog üzerinden, sanki ben yaşamamışım gibi okumayı bekliyordum.

Sonra bir şey oldu, düşüncelerim toplantı haline geçti. Uzun bir müzakereydi, bekledim. Süre uzadıkça çekimser kaldım ve duygu gittikçe köpürdü. Ve bir şey daha yaptım ki normalde taslaklara çekerdim ve bir süre sonra daha mantıklı bakmaya başladığım süreçte de yayınlardım.

Pek çok yazımda olduğu gibi.

Fakat bu kez ve bir ilk olarak fotoğraflar dahil sildim.

Bir öfkenin esaretinde değildim. Nerede olduğumu da bilmez bir hale geçtiğimi gördüm. Başlığı 19. yaşa ve yazıya uygun olarak yerleştirmiştim. Kanka ifadesinin yerinde başka bir tanım vardı, onu da sildim. Ve artık kanka da bendim.


Çalışma masamın olduğu odanın sunduğu manzara enfestir. Ve sağ tarafımdaki binanın bahçesinde de enfes bir erik ağacı vardır. Pencereye yanaşıp kafamı sağa çevirdiğimde göz göze geliriz. Çiçekler açmış hali muhteşemdir. Biraz onla lafladım. Espriler havada uçtu, gülüştük. Çatıya her bahar yerleşen kuşlar pıtır pıtır. Yüzümde sabitlenmiş enfes bir gülümseme; tam da bu satırları yazarken. Ayaklarım yerden kesilircesine bir hafiflik. Kendime yemek ısmarlamanın planları içindeyim. Birazdan çıkarım ve kendime dondurma da ısmarlarım diye düşünüyorum lakin kendimin henüz bundan haberi yok. Bugün memleket hallerine de kafayı takmayacağım.

Avarelik diz boyu.


Duruyorum ve denizin kenarından onu seyreden genç anneye bakıyorum. Coşkuyla zıplayan hoş bir bebe yanında... İzni kopardı ve boruların içinden döne döne kaymaya koşuyor. Ekrandan gözlerimi alıp bir süre onu izliyorum. 19 yaşıma teşekkür ediyorum.

Garip bir biçimde sürekli kafamı kaldırıp denize bakıyorum; yüzümdeki gülümsemenin tadına bayılıyorum. Ve 19 yaşıma bir kez daha teşekkür ediyor, sildiğim yazı için özür diliyor ve son söz olarak da anladın sen beni diyorum.

Çak yaparak gülüşüyoruz...

Ve Dolunay Obruk dinlemeye başlıyoruz...

13 Nisan 2025 Pazar

BİR Günlüğü 18- DEPREM

Bilgisayardayım, hava kapalı, oyalanıyorum. Arada bir yazılara bakıyor, bazılarını okuyorum.

Filtre Kahvem yanımda.

Ve gofretlerle birlikte kahve tadı yaşıyorum. Bir tık sert hazırladım, şeker kullanmıyorum, fındık aromalı gofretlerle ortaklaşmalarından memnunum. Hava kapalı olmasına rağmen dünkü sertliğinden uzak ki kısa süreli de olsa kar atıştırmıştı. Öncesinde Özgür Özel'in konuşmacı olduğu mitingi izlemiştim; televizyondan. İlgi yoğundu ve yağmura rağmen gördüğüm en kalabalıklardan biriydi.

Alan coşkulu, keyifli ve umutlu.

Miting bitiyor ve topluluk dağılıyor. Hava kapalı ve ıslak. Görüş açık. Derken, önce başım mı dönüyor diye düşünüyorum ama çatıdan gelen sesler ve odadaki kitaplıkların hareketlenmeleri ile oluşan gıcırtılar gözlerimin içine dalıyor, masamın hareketini fark ediyorum.

Ayağa kalkıyorum, bir denge sorunum var, masaya tutunuyorum. Mussano yan odadan geliyor, o da karyolanın altına girmeyi düşünmüş. Deprem olduğu konusunda artık mutabıkız, çünkü ilk anda başım mı dönüyor diye düşünmüştüm.

Erkek kardeşimi arıyorum, o bahçe katında, farkında değil. Küçük oğlan ve annesi ön binada ve 7.kat! Arıyor oğlan anında abisini; binadakiler bahçeye inmiş. Benim binadaki denge sorunundan ve sallantımdan bakınca 7.katdaki durumu daha iyi anlıyorum.

Enn Sevdiğim Kadın'ı arıyorum, o fark etmemiş.

Fay'ın geçtiği hattı biliyorum. Bize göre uzak. Denize paralel geçip İstanbul'a uzuyor. O nedenle genelde çok hafiftir ve kolaylıkla hissetmeyiz, hissetsek de telaşlanmayız. Fakat bu hissedilmeyecek gibi değildi, merkezde 4.6 şiddetindeydi, iki katmanlı bir daire içindeydi ve sanırım tanık olduğum en şiddetli sarsıntıydı.

11 Nisan 2025 Cuma

BİR Günlüğü 17- ÖRDEK

Alemlerin En Siberine Düştüm Bir Zamanlar

Yazıldığı 2008'den, henüz blog yokken ortalıktadan bile epeyi epeyi önce...

3.Bölüm


*


Bomboş bir evle yüz yüze kaldığında... Bir süre elini ayağını iş dışında ortalıktan da çekince, kendi normallerine dönene kadar konuşacak birilerini ararken, yani ihtiyaçtan keşfeder bu alemi şaşkın ördek... Üye olmadan önce; "Bu alem nasıl bir alem?" diye kurcalarken, yaş aralığı üzerinden bir arama yapmış bir sayfa profile ulaşmıştır. İçlerinden bir tanesi dikkatini çekmiş, tıklayıp profilin tamamını açmaya çalıştığında buna yetkili olmak için üye olmak gerektiği uyarısıyla karşılaşmıştır. Rumuzu çocuklukta evin kitaplığında gördüğü, aklına kazınmış çok ünlü bir klasik romanın adı olan bu profilin mesleği, kendini anlatıyor bölümü, sistemle ilgili eleştirileri, beklentileri ve zevkleri üzerinden ipuçlarını bir bir tespit ettikten sonra hedefini belirleyen kahramanımız ertesi akşam olduğunda, hemen bir profil oluşturur kendine ve o hedefe bir mesaj yazar. Mesajı oluşturup gönder dediğinde gitmemekte direnen mesajın ardından, ''Hey kardeş! O kişiyle iletişimin için önce paraları sökül bakalım!'' uyarısı gelir. O anki statüsüyle sadece göz kırpılabildiğini öğrenince; o kişinin profilinde göz kırpmalara yanıt verilmeyeceği uyarısı olduğunu da fark ettiği için onu kalbine gömüp, resimsiz bir başka profile yönelir.

Göz kırpar, bu kez göz kırpmaya yanıt gelir. Ha, bu arada sistemin kendi messenger'ı olduğunu da fark eder! Onu bilgisayarına kurup, oradan girişimlerde bulunsa da durum aynıdır. Kendisi sadece göz kırpabilmektedir. Günlük hayat, iş güç, mevsim normallerinde devam ederken, ev hayatı hâlâ ıssızdır. Bu ıssızlığı o alem meşgul etmekte, bir şekilde de doldurmaktadır.


Siberalem Bulvarı adını verdiği, online olanların yürüyüşe çıktığı bilgi bandını izlemek hoşuna gitmektedir. Bulvar kalabalık olsun diye on kadar favori eklemiştir. Bulvarda o akşam kitap rumuzlu esas kadın ile göz kırpmasına karşılık aldığı diğer kadını görünce; gurbette, yabancılık çektiği bir yerde iki tanıdıkla karşılaşmış gibi sevinmektedir. Ama! Klasik kitap rumuzlu kadın henüz ondan habersizdir. Ve kahramanımız ona hiç bir şekilde ulaşamadığından, karşılıksız bir yakınlıktır bu...

Bu arada, kendi profili göz kırptığı diğer kadında kabul görmüş olmalı ki kendisi bulvara çıktığında, o kadından mesajlar gelmektedir.

Kadın adamın oyun oynadığını, onun da alemdeki diğerleri gibi olduğunu sanmaya başlamıştır, bu cevapsızlığı karşısında.

Sitemkardır kelimeler. Adamımız, bu yanlış anlaşılmaya çaresizdir. Oradaki genele benzetilmesine içerler. Ama kendini de ifade edemez. Karşıdaki selamı sabahı keser ve konu kapanır. Bu yanlış anlaşılma üzmüştür adamımızı. Aklı, aslında dalgalı uzun saçlı kadındadır. Bir süre daha kararsız kalınca ve hayatındaki; yani zamanı tükenmiş mektubun satır aralarındaki kadın, henüz kırmızı ışıkta arabanın önünden geçen kız halindeyken... İpin gergin olduğu ama kopmadığı, öfkeli ama sevgili oldukları süreçte; aradığı bir başka kadın, bir başka aşk değildir. O, bir kelebek aramaktadır. İlerde bir gün, bunun ne demek olduğu sorulunca kendisine, anlatmıştır kelebeğin anlamını. Ve anlamıştır da kelebek değerini...

O günlerin en sosyal olayıdır alem. Akşamların yalnızlığını doldurmaktadır. Ve bir ay üyelik satın alır şaşkın ördek, dört evvel zaman önce (ki bu bugünden bakınca yaklaşık 20 küsur yıldan bile epeyi önceye tekamül etmektedir.) Alemde biraz daha büyüyüp, aklı iyice ermeye başlayınca, beş kuruş para vermeden de bu işin yapılabileceğinin, yani karşıdaki profille iletişim kurulabileceğinin yöntemini bulur. Kadınları çok çok daha fazla etkileyen ve çok iyi sonuç alan bu yöntem hoşuna da gitmiştir. Heyecan vericidir. Eğlencelidir.

Alemin acemisidir ama gerçek hayattaki davranışlarıyla oradadır; yalansızdır, tuzaksızdır, bir ince de fırlamadır. Ve an itibariyle fazlasıyla romantiktir, duygusal bir evrededir, karışıktır ve farkındadır. Parayı bastırıp geçiş hakkını alınca; o akşam, dalgalı uzun saçlı kadına uzun, özellikle rumuzuna vurgu yapan, profili dikkatli okuduğunu ortaya koyan, hatta o profilin derinliklerini de fark eden hoş bir mesaj yazar. Bir iki gün sonra mesaja yanıt gelir, başarısına sevinir. Şunlar yazmaktadır kısaca mesajda: ''Aldığım en uzun ve bu kadar fark edildiğime şaşırdığım bir mesajdı, ilginç!''

Uzun bir birliktelik sarsıntıdayken, hatta sona gideceği kesinken, ve çok uzun yıllardır gözlerini ve duygularını bir başkasına kapatmış bir sürecin sonuna ilerlerken; öyle ortada bir ruh halinde, ilk kez dışarıdan birine, evlilikten sonra ve ayrılma aşamasındayken -an itibariyle meçhul- bir başka kadına yönelişidir de şaşkın ördeğin...

9 Nisan 2025 Çarşamba

BİR Günlüğü 16- PİLAVCI

Dün akşamüstü, hava, dolayısı ile yağmur, biz geliyoruz diyor. Soğuksa kar tadında... Al sana yaz arkası kış.

Dün yaz bugün kış.

İncecik yağmurluğumu montuma ekliyorum. Bu havaları seviyorum. Önce bir şeyler atıştırmam gerek. Fikrim ve bünye araştırma halindeler, bense soğuğun tadını çıkarıyorum. Sonuçta fikir ve bünye bir kaç seçenek içinden yeni açılan Pilavcı'da karar kılıyorlar. Bana uyar, merak da ediyordum, çünkü dışarıya yansıyan görüntüsü çok hoştu ve beni özellikle çağırıyordu.

Giriyorum kapıdan içeri,

genç, güleryüzlü ve konuşkan bir ses beni karşılıyor.

Mekân güzel düzenlenmiş, insanı boğmuyor, masa ve oturma düzenleri göze hoş geliyor. Mutfak alanı neredeyse oturma kısmıyla eşit hacimlere sahipler, kasa ve buzdolabı ile bölünmüşler,

dolayısı ile mekân insanı yormayan, aşçı dahil, tüm materyalleri görmeye olanak tanıyan, hoş, sevimli ve de kasılmayan bir görünüşte...

O kankalığa hazır da ben biraz daha tartmak istiyorum mekânı ve tavırları.

Tavuklu pilavı seçiyorum geniş menünün içinden, elbette turşu da istiyorum. Biraz sonra masama geliyor tabak, görüntü pek hoş, tavuk etleri ne güzel ki kuşbaşı doğranmış ve öyle pişirilmiş,

 küçük taneli bir pirinç pilavı,

taneler önce küçük görünse de gözüme, sonra alışıyorum. Pirinçler erimemiş, dişe gelir kıvamda... Ben önce biraz yadırgayıp eleştirmeye başlamıştım ki sonra dedim her aşçısının bir metodu vardır, oradan bak...

Baktım ve kabul ettim.

Turşular pek hoştu, aynı tabakta olmalarını da takdir ettim çünkü yerleştirme pek güzeldi. Keyifle yedim keyifle bitirdim...

Ve bir tek bile pirinç tanesi bırakmadım.

Çünkü küçükken ve biz özellikle pirinç pilavını bitirmeden kalkmaya teşebbüs ederken, babannem ve annem o kadar çocuğumuz olacağını söylerlerdi...

Elbette o yaşlarda ve bu çağlarda onca çocuğa bakmak zor.

Bir tane bile pirinç bırakmadan masadan kalktım ve kasaya yürüdüm. Tatlı kız kredi kartı silahımı çektiğimi fark etmişti... Posu uzattı ödememi yaptım. 180 TL. çok gelmedi, çünkü alıştırıldık ve hatta pilava 10 TL verdiğimiz günleri bile bir hokus pokus sonucunda unuttuk, unutturulduk.

Aşçıya ve genç kadına ve güleryüzlü genç adama teşekkür ettim, ve tam gidiyordum ki genç adamın elini uzattığını fark ettim, tokalaştık ve iyi akşamlar dileyip dışarı çıktım.

Gökyüzü hâlâ minik damlalar gönderiyordu bana...

Sanki bir mesajdı bu...

Bense enn sevdiğim kadını düşünüyordum, nedense hâlâ siyah elbisesiyle görüyordum O'nu...

Eve yaklaşmıştım,

o sırada fikrimden bir müdahale geldi. Beni Afiyet'e yönlendirmek istiyordu.

Saate baktım, gün henüz erkendi. Evin önünden geçtim, yürümeye devam ettim. Şimdi Afiyet'teyim,

yağmur hâlâ ıslatıcı değil.

Bir sup söyledim,

iki tane de elmalı minik rulo.


İkisi de çok güzeldi,

şekersiz, bir fincan çayla tadını çıkardım.

Yağmur hızlanmıştı, yağmurluğumun başlığını kafama geçirip boğaz kısmını da sıktım. Hoplaya zıplaya, keyfimle muhabbet ederek eve varmıştım ki midyecinin açamadığı büyük şemsiye ile uğraştığını gördüm,

selamlaştık,

şemsiyeye el attım ve birlikte lastiğin içindeki yuvasına oturttuk,

O teşekkür etti ben de iyi akşamlar ve hayırlı işler diledim.

Eve varmıştım,

kapıdan içeri girip yağmurluğu çıkardım ve astım,

çalışma masama geçip bilgisayarı açtım.

Enn sevdiğim kadını arasam diye düşünürken saate baktım, burnumda tütüyordu ki telefon çaldı.

Elbette O, enn sevdiğim...

Şahane konuştuk, şahane güldük

Rusça öğrenmeye karar vermiş,

Rusça dinlemeye bayılacağıma eminim...

Ve ben O'nun iflah olmaz hayranıydım, konuşma süresi boyunca O'na,

bir kaç kez daha bayıldım.


4 Nisan 2025 Cuma

BİR Günlüğü 15- SEMİH

Yıl 1980 öncesi... Mahallede top oynuyoruz, futbol; sokak arasında. Bazen de etrafımızdaki okullardan birinin bahçesindeki potalarda basketbol.

Cıvıl cıvıl çocuklarız.

Çok da gözükara...


Bizim apartmanın çatısına çıkıyor, enfes bir deniz manzarasını karşımıza alıyor, mehtaba şarkılar söylüyor, deniz esintili sohbetler ediyoruz.

Mevsimlerden yaz...

Fuar ışıl ışıl.


Ön tarafımızdaki yazlık sinemanın perdesini bizim çatıdan bütünüyle görebiliyoruz.

Vesselam keyifli çocuklarız...

Eylemci aynı zamanda...


Asılmış sinema afişlerini minik bir operasyonla asıldıkları panolardan geç vakit indiriyor, koleksiyonumuza ekliyor, yerlerine bizim afişleri asıyoruz. Bazı akşamlar fırını gözlüyor, gecenin yarısında çıkan sıcacık ekmeklerden alıyor, aralarına evden getirdiğimiz miss gibi tereyağlarını gömüyor ve çatımızın sunduğu enfes manzaralara yaslanarak, neşeli cümleler eşliğinde -birasız olmaz- zevkle ve evlerden gizlice götürüyoruz; diş fırçalarımız ve diş macunlarımız yanımızda!

Kız arkadaşlarımız var, futbol bile oynadığımız... yakın zamanda adını andığım tatlı kız da.

Vesselam keyifli bir mahallenin, şık bir caddenin keyifli çocuklarıyız.

Anket defterlerinin biri geliyor, biri gidiyor. Her şey çok güzel...

derken.

Günlerden bir gün Ünye'ye gitmekte olan bir minibüs durduruluyor. Arkadaşlarımızın en sakini, dört ablanın küçük kardeşi Semih silahlı askerleri görünce panikliyor...

O bir çocuk, biz gibi.

Ve minibüsten indirilen başka insanlara uyarak tarlaya doğru kaçıyor.

Askerler Semih'i kıskıvrak yakalıyorlar. O bir çocuk, 16'sında ya var ya yok... Biz gibi.

Korkudan ölüyor, ulaşabileceği kimse yok, bir temiz dayak atıyorlar, dipçikler insafsız, ağzından laf almaya çalışıyorlar, O sanki bir terörist; oysa bir çocuk. Konuşacak bir şeyi olsa konuşacak da... nasıl anlatacak Fidel'i Marx'ı, Lenin'i, Che'yi falan...

Sonra haber bir şekilde ulaşıyor, aileyle birlikte gidip alıyoruz Semih'i, pamuklara sarıyoruz.

Ve sonrasında bir ürkek Semih oluyor bu neşeli çocuk.

Aradan yıllar geçiyor, hepimizin askerlik vakti geliyor. Buraneros adlı genç askere gidiyor, arkası sağlam; çünkü bölüğüne amcasının ulaştığı, duruma anlayışlı, çok yetkili bir şahıs sayesinde yakına geliyor.

Oysa birliğini çok sevmişti ve eğitimli bir tank şöförüydü. Leopar'ların ilk sürücülerindendi... Ankara Mamak bu özel askerlerin eviydi artık... Lakin baba öldü haberi geldiğinde, gecenin bir yarısındayken, Buraneros gözyaşları içinde tankıyla vedalaşıyor.

Ve sonrasında Genelkurmay'dan çok tepede bir general ile amcanın görüşmesi sonucunda, özel izinle şehrine yakın bir birliğe geliyor.

Görev yerinden şehrine sıklıkla gidebiliyordu artık; Semih'le ilgileniyordu, diğer arkadaşları ile birlikte... Uykudan sıçramaları azalmaya başlamıştı Semih'in, sonra da yüzü gülmeye...

O gencecik kalpler başarmıştı, arkadaşlarını geri döndürmeyi...

Günlerden bir gün, karargâh katında nöbetteyken, kozmik bilgiler önündeyken, teleks çalışmaya başladı. Buraneros çıktıyı alırken duvarda asılı listeyi fark etti. Daha önce de yazmıştı, listedekilerin neredeyse tamamı liseden arkadaşlarıydı. Yeni mekânları işkencehanelerdi.

Semih sonrasında pek ayar tutmadı. Bazen normal Semih oluyor, sonra dalıp gidiyor ve bir sıçramayla da geri dönüyordu. Listenin başında Altan vardı, can arkadaşım; bir altında Raşit, can arkadaşım ve diğerleri.

Ben neredeydim şimdi. Sıkıyönetim savcılarının şoförleri olarak yanlarında...

Biri daha önceki yazılarımda da söz ettiğim gibi çok şeker bir savcı, ideolojik anlamda bir tavrı olmayan, temiz yüzlü, dürüst.

Diğeri tam anlamıyla faşist.

Kime düşmek istersin dense ve elimde olsa herkesi şeker savcıya yönlendirirdim kesin...

Burada bir kez daha devre kessem iyi olacak sanki...

Semih ufak tefek hasarlar da olsa, desteklerimizle birlikte yolunu buluyordu yavaş yavaş ve bayağı zorlayıcı ve uzun bir sürecin sonunda yine şen çocuklar olarak bir araya gelebilmiştik.

O kara günlere biralar açarak, o günleri, işkenceleri anlatarak güle oynaya uğruyoruz ara sıra.

Bize kulak kesilenlere de havamızı atmaktan geri durmuyoruz.

Ne olursa olsun acıya bal eylemek mümkünmüş!

Ülke tarihindeki yeri çok özel bir dönemden kesitler yazmak,

tanıklıklar ve anılar biriktirmiş olmak,

insana acılardan kaçış olarak pek de havalı gelebiliyormuş!

31 Mart 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 14- ENN


Sevdiğim Kadın,

dün telefon açtın ya bana...

Yine ayaklarım yerden kesildi.

Ses kulağımın dibine geldi,

ben de oraya...



Kenara çekildim sonra...



Etrafını saran çocuklardaki coşkuyu izledim.



Biliyor musun, oradaki mezarlığı severim ben,


daha önce de söylemişimdir,
muhtemelen.



Onun yamaca yaslanmış, ağaçlar arasına saklanmış haline,

bayılırım ben.


Ve elbete dağın tepesindeki bir gözeden çıkıp kasabanın orta yerinden yokuş aşağı tam gaz akan çağıl çağıl suyla ayak üstü sohbetlerimize de...



Ahşap köprüleri asla unutmam.



Birden düşündüm;

babadan devir mesleğin bana kazandırdıklarını...



Ben yeni yetme bir delikanlıyken,

ve iş peşinde koşarken,

mesela bir yaz gününde okullar tatilken,

yan yana geçmiş olmamız da muhtemel.



Sen yaz tatili için gelmiş bir kız çocuğu,

ben de yeni yetme bir delikanlıyken...



İki gündür zihnimde sen,
gözlerimdense bir film akıyor...
Her şey canlı...

 

günlük işlere dokunabiliyorum,

mesela bu yazıyı akordsuz yazabiliyorum,

ve garip bir şey var,

ben yine de seni siyah, parlak,

etek boyu dizlerinde elbisenle;



traktörün sürücü koltuğundan -bana-

gülerken, görüyorum.




Çocukların senle paylaştıkları anı kıskanıyorum,

gülüşlerine ve koşuşturmalarına, ölüyorum.



Ne çelişkiler içeren bir durum değil mi?



Kumrular tepemde, ben uzakta ve denize dalgınken,

kendimi yakalıyorum.



Bazen kendimi yazmaya başlamışken buluyorum.

Akan cümlelere şaşırıyorum.

 

Şimdi bir şarkı seçmeliyim, sözü olmayan.


O müzik seni anlatmalı bana...



Becerebilecek miyim hayal ettiğimi...



bilmiyorum.

İnadımsa elinden geleni ardına koymuyor,

biliyorum.

Ve bir kez daha altını çizmek istiyorum ki,

sen aradığındaki telefon konuşmamıza,

bayılmıştım,


bayıldımmm.


Velhasıl anladım ki ben...

yani ben...

ben yani...

seni gerçekten,

yürekten,

ama çok yürekten,


seviyorum.



29 Mart 2025 Cumartesi

BİR Günlüğü 13- BİRA

Dünkü yazı bir sürü an, anı ve manzara sunuyor bana...

Musluğu bozuk, dağ başındaki bir çeşmeden akarcasına kelimeler dolaşıyor zihnimde...


Ne kadar çok hikâye biriktirmiş olduğumu düşünürken,
zamanı istediğim anlara geri sarsam istiyorum.



Ve ömür diliyorum hayattan.



Çok değil,



varsa kalbini kırdıklarım,

onarmak istiyorum.




Hayatıma dokunmuş her avuca,
özel cümleler bırakmak istiyorum...



Bir koşu gidip bira alıyorum...

Ve bir paket yoğurtlu ve mevsim yeşillikli patates cips...

Ve Nazan Öncel'e başvuruyorum.



Sözleri iyi geliyor...



.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP