12 Mayıs 2025 Pazartesi

Gariban Menü

Gün akşam olmak üzere, sahildeki uzun bi yürüyüşün geri dönüşündeyim. Bir şeyler atıştırmak fikrimde. Bir kaç mekân aklımdan geçse de takılmaya uzağım. Sanırım bünyemin paydaşları da benim fikrime yakınlar. Ortak düşünce eve gidelim; evde takılıp laflara laflar açtıralım, gittikçe de sohbeti koyultup çoğaltalım şeklinde.

Mıntıkaya yaklaştıkça kararım netleşiyor. Eve epeyi yaklaştık, son dükkân, süzüldük kapıdan içeri. İlk hayal kırıklığı, Bomonti Filtresiz bira yok. Bütün dolapları üç kere kontol ettim. O halde Efes Malt. Mutabıkız.


Fırınlanmış bakliyat cipsleri uzun zamandır dikkatimi çekiyordu. Üzerinde yazdığına göre koruyucusuz ve katıksız. Cheddar soslu... Trans yağ içermiyor, düşük glutenli ve vegan bir paketmiş!

Ve 10 gram proteinli.

Kısa bi toplantı ve karar veriliyor.

Eti'nin limon kremalı minik bisküvileri pasta tadında, görüntü bu, o da bizdendir an itibariyle.

Ve cümbürcemaat eve doğu yürüyoruz.

Çilingir soframız görünüşte gariban. Bi de ekmek arası o halde!

Ekmekler kızarırken, dilim peynirler hazırlanıyor. Paketteki uzunlamasına köftelerden bi tane çıkarılıp boylamasına ortadan ikiye kesilip ince iki parça halinde tavaya atılıyor. Ve peynirlerle birlikte kızarmış ve sıcak ekmek diliminin arasına yerleştiriliyor. Elbette peynir, ekmeğin ve köftenin sıcaklığı sayesinde erimeye başlıyor ve tüm malzeme öncelikle fotoğraf için sehpaya yerleştiriliyor. Sonra da bilgisayarın olduğu çalışma masasına taşınıyorlar. Muhabbet süper, tatlı niyetine alınmış limonlu bisküviler hiç tezat yaratmadan yakışıyorlar gariban masaya. Fırınlanmış cipsler poşetlerden çıktıkları halleriyle şaşırtıcı bi güzellikte.

Çoklu bi tat...

Hımmmmm buz gibi bira,

ve ihtiyaç oldukça ısıtılan politik söylemler, barış çubukları! Gerçek ve yürekten olsa başımız gözümüz üstüne, eyvallah. İnançtan değil de ihtiyaçtan olunca inandırıcı gelmediği gibi yüze göze de bulaşıyor sanki!

Bi kırılma olmazsa, seçim de çok uzakta değil gibi...


Kırılma olmazsa ama!

9 Mayıs 2025 Cuma

BİR Günlüğü Final- GAR



Bloga yazılışı ve ilk paylaşımı Mayıs 2009, yaşanmışlığı henüz blog nedir, ne işe yarar bilinmiyorkenden yıllar önce!




Dominant Gözlerinde Okyanus Mavisi Kadınla Gecenin Bir Yarısı



Yatağa girip keyifli, hayalli bir uykuya kendini emanet etmişken, saat 24 civarı telefon sesiyle uyandı. ''Senle konuşmam lazım,'' diyen bir eski arkadaşının ''Bunaldım!'' cümlelerinin ardından, iki kadeh rakı içmiş olmanın trafikte başına açabilecekleri karmaşasıyla kendini direksiyonda buldu. Sonra, aklının çok telaşsız olduğunu fark etti. Ruhunun gecenin sessiz haline, kaloriferin yüze vuran sıcaklığı ile radyoda çalan şarkılara gösterdiği uyumu sevdi. Lastiklerin sokak ışıklı asfalt üzerindeki çoşkulu sesleri eşliğinde, zamanın keyfini çıkaran bir hızda yol alırken de düşündü!.. İçinde neler olursa olsun, hayat güzeldi.

Şu anda bile, sabahın beş buçuğunda, bir gün önce erken yatacağım derken sabahı ettiği sürenin içine koca bir hayat sığmıştı.


Telefondaki ses çok eskide kalmış bir arkadaşlığın ötekisiydi. İkisinin de kendi evlilikleri süresince karşılaştıkları sosyal ortamların dışında merhabanın ötesine geçmeyen konuşmaları vardı. Adamın ayrı yaşamaya başladığı süreçte ve bu geceden bir kaç yıl önce, bir gün öğle vakti karşılaştıkları bir restoranda aynı masada oturmak zorunda kaldıkları bir yemekte, günlük hayata dair, temelinde havadan sudan sayılabilecek şeyler konuşmuşlardı.

Dün gece telefonu çaldığında duyduğu ses bütünüyle sürprizdi. Geçmişte çokca şey paylaştığı, arkadaş grupları içinde birlikte zaman geçirdiği bu okyanus gözlü kadın, yanaşılamaz ve yanaştırmaz güzelliği ve dominant duruşu yüzünden, aslında kendi şeçimi bu tavrın yalnızlığını da yaşıyor gibiydi. Eski yıllarda daha birer liseliyken, ortak arkadaşlarından birinin doğum gününde aralarında oluşan yakınlığın bahanesi, plaklar olmuştu.

Plaklar üzerinden başlayan o günkü yakınlaşma, doğum günü kalabalığından balkona çıkan yalnızlaşmaları; kitaplara, sinemaya, siyasete kadar uzamıştı. Ortamda başka heveslerle bulunanları rahatsız etse de aralarındaki ilişki; derin ve uzun süreli olamamıştı. İkisi de, temelde duygularının farkında ve onların karşılıklarını arayan ama aynı zamanda özgür, denemeye cesaretli, sınırda yaşamanın heyecanını seven karakterler olmasına rağmen adamın önceliği henüz bir bedenden öte geçemediği yıllar olduğu için, uzun süreli bir bağlanmayı gerçekleştirememişlerdi.


Telefondaki ses alkol ve gözyaşı kokuyordu; ve onu görmek istediğini söylüyordu. Evinin kapısına gittiğinde zile uzanmasıyla onun aşağı gelmesi arasındaki sürede hiç de şaşkın olmadığını fark etti. Yaşam çok şey öğretmiş olmalı ki, aşağı yukarı ne olduğunu sezmişti. Arabaya bindiğinde usul bir nasılsın sonrasında kadının yüzündeki ruhun sınır çizgisinden geçip geri dönmeye başladığını fark etti. Alkole bulanmış yüzün beyaz tenindeki kırmız ruj, göz kapaklarındaki mavilik, simsiyah kirpikler, iri okyanus gözler, zeytin kara boyanmış saçlar, üzerindeki siyah kürk mantosunun parlak tüyleri, siyah, desenli tül çorapları, yanağındaki allık, parfüm kokusu, göze değmiş yaşların parlağı; aslında başka bir yüzde abartı gibi duracak tüm bu renkler ona, o ana, o ruh haline fazlasıyla yakışmıştı.

''Deniz kenarı bir yere gidelim,'' dedi kadın. Adamın sığınaklarından, gara giden rayların altındaki sahile doğru yürümeye başladılar. Gecenin o vaktinde, ayrı ayrı kendi sıcaklarına sığınarak raylar boyu sessiz bir tonda karanlığa saklanırken; kadının, yalnızlıktan sıyrılmış olmanın getirdiği güvenle konuşmakla konuşmamak arasındaki tereddütleri yaşadığını hissetti. Onu aramadan önce kendi kendine konuştuğu ve büyük olasılık kafasının içinde ona sarfettiği tüm cümleleri, tüm sıkıntılarını tekrar etmekten, ona anlatmaktan vazgeçtiğini sezdi. Soğuğun uzun süre hareket halinde olmanın verdiği ısıyla yer değiştirmesinin ardından gar binasına vardılar. Bir süre perondaki banklardan birinde oturarak; aldıkları kanyak ve çikolatalarla okulu kırdıkları bir gün atladıkları trenle eski kente gidip dönüşlerini konuştular. Gece vardiyasına gidecek trenin demire sürten fren sesinin geceyi kalabalıklaştıran gıcırtılarıyla gara girişini dinlediler. Getirdiği işçileri bırakıp, yenilerini alarak usul gıcırtılar ve güçlü bir motor sesiyle yol almaya başlayan treni bir süre izledikten sonra, biraz da üşümeye başlayınca, gar binasından içeri girip bekleme salonun görkemli yalnızlığının banklarından birine oturdular bu kez... İkisi aynı anda, ayyaşlar gibi, "İçtiklerimize cila olsun,'' deyip, gazete kağıdına sarılmış bira içme isteklerine güldüler. İstasyon binasının hemen karşısındaki dolmuş durağının dibindeki büfeye sıçrayıp gazetelere sarılmış dört şişe bira aldı adam.

Bütünüyle ısssızlığın çöktüğü yüksek tavanlı kocaman bekleme salonunda, mekânın o anına tezat iki insandılar. Temelde ilişkiler, daha çok kadının anlattıklarına erkek dilinden tercümeler yaparak insanı konuştular. Bunları konuşurken de her cümlede kadının biraz daha sıyrıldığını gördü üzerine giydiği karanlıktan...


O ''Bağlanma korkusu var,'' derken... Adam, kendince bir ilişkiyi daha sağlamlaştırmak için, daha net ve tamam şimdi denilen bir noktada olma arzusundan ya da kendi dip duygularının, bilinçaltından olası sonuçlara karşı korumacı uyaranlarının dile, düşüncelere yansımalarından; bazen bir ilişkideki yerle ilgili tereddütler yaşayıp bazı alt duyguların insanı dürten, karıştıran, dedikodu ağızlı hıyarca uyaranlarının anlık ele geçirmeleriyle düşünüyor olmak gibi insani bi zaaf yaşıyor olmaktan, bu anlarda kendini koruma reflekslerinin dilinden cümleler kurulmasından, bunların kadın algısındaki yanlış değerlendirmelerinden söz etti; kadında sezdiği sorulara yanıt olabilmek için... Sonra bu anlık içsel direnişleri aşıp ''Sen ne niyette olduğunu biliyorsun, bu tereddüt niye?'' güdüsüyle yola devam edebilmek gerektiğinden bahsetti. Ve tüm bu kaygıların sonundaki çakma sanmalardan, o sanmaların tereddütlerinin sorulmayan sorularından ve sorulmayan sorulara verilen yanlış yanıtlardan...

Sonra kadının gözlerine saklanıp, ''Bütün bir geçmişe baktığımda; bugün senin beni çağırmandaki nedenin gibi; hepimiz, belki de en çok el frenini bırakarak konuşabileceğimiz birini arıyoruz şimdilerde... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek, olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak üslup sanırım en çok aranan,'' diye devam etti. Sonra bu cümlelerden yola çıkarak yaşadıkları hiçbir ciddi ilişkide ötekine yön veren bir çaba içinde olmadıklarından, bunu değerli bulmadıklarından falan söz ettiler. Bazı sonların kattıklarıyla daha derin fark edişler ve dirençlerle ileriye doğru yürüme becerisinden, insanın kendi bahçesini yaratabilmesinden konuştular gün ışığını haber veren sabah ezanının melodisini duyana kadar.

Onu evine bırakıp, uykusuna bıraktığı yerden devam etmek için eve doğru gelirken, o an'a ve bir yakın zamanda yapılacak yolculuğa taşıyacağı cümleleri düşündü; kendi kendiyle konuşup tebessümler ederek. Sonra yatağına girip yorganı çektiğinde, yüzüne konmuş tebesüme güldü. O gülmeye sarılarak uyudu.

 Akşamdı İşte!

8 Mayıs 2025 Perşembe

BİR Günlüğü 28- SARIŞIN

Gün batıyor, geceye adımları yorgun. Çalışma masamdan denize bakıyorum. Bir sis çöküyor, bence enfes bir an. O sırada çalışma masamdan kalkıp mutfağa geçiyorum. Sis iyice kendini hissettiriyor. Ama enfes bir görüntü daha var, güneş batıda ve bulunduğu yerde olmaktan mutlu. Sisin gücü onun varlığını yok etmeye yetmiyor. Bu kadar parlak ve bu kadar yakınımda ve bu kadar kocaman halini bu yaşıma kadar görmemiştim, o nedenle şaşkınlığım devam ediyor.

Kahve makinemin altındaki cam demliği önceden alıyorum, yerine kahve kupamı koyuyorum. Çünkü kahveyi yoğun bi dem için beş dakika daha filtrenin içinde bekletiyorum sonra süzgecinin altındaki kısmı bıçak ile dürterek yükseltiyorum; kupam musluğun altında ve görev için hazır, kahveyi bekliyor ve o sırada kahve makinesinin tabanındaki sıcaklıktan yararlanıyor! Her görev senkronize bir biçimde tamamlandı ve kahvem kupama akmayı tamamlıyor.

Burnuma gelen koku kıvamlı. Kruvasan, anne kurabiyesi ve kahve. Bilgisayarın karşısındayım, tabak ve kahve çalışma masamın üzerinde. Bi yandan bloglara göz atıyorum bi yandan da denize.

Bi gün önce,

midyecinin önündeyim,
onunla laflarken bi anda gözü benim arkamdaki bir noktaya bakıyor. Sanırım müşteri olduğunu düşündü. Sonra bana işaret ediyor ve arkama bakmamı söylüyor. Dönüyorum, son model bi Audi Suv; siyah, pırıl pırıl. Direksiyonda bir sarışın, bana bakıyor; önce uyanamıyorum, sonra bir gülümseme bende;

şaşkınlığıma...

Ayak üstü iki laf ediyoruz. O ertesi gün için kahveye bekliyorum diyor.

Olur diyorum, sabah 9 için anlaşıyoruz.


Salona açık mutfağımdayım, balkona çıkıyorum, manzara ve sis biraz daha çoğalmış. Bu bir fırsat, salonun sunduğu açılar iki nokta açısından da şahane. Üst üste üç poz çekiyorum.

Enn sevdiğim kadın arıyor... yoksa ben mi arıyorum emin değilim. Durumu onla paylaşıyorum. Sis hâlâ muhteşem, dışarı çıksam mı diye düşünürken bu arzumu O'na açıklıyor muyum, yoksa O'mu öneriyor şu an bilmiyorum. Denizin kıyısındayım, sis geceye olağanüstü bi güzellikle katkı veriyor. Kendimi yürüyüş yoluna atıyorum. Sis ve hava çok keyifli, tadını çıkarıyorum; adımlarım yavaş....

Son yazı, BİR Günlüğü- 29 hazır, bu anlamda rahatım. Uzun yıllar önceden bugüne varan, sanki senaryosu ortak yazılmış bir film tadı alıyorum ondan.


Sisler içinde yürümek keyif veriyor, zihnimdeki bazı sisleri üfleyerek bir aydınlanma da yaşatıyor. Zaman tünelinden su gibi aktığımı hissediyorum... ve bi çok farklı zamana konuk oluyorum.

Bi an yazıyı biraz daha uzatsam mı diye düşünüyorum. Sonra bundan vazgeçiyorum. Eve iyice yaklaşıyorum, iki lafın belini de midyeci ile kırıyorum, iyi akşamlar diliyorum...

Ve penceremin önündeyim. Özellikle son fotoğrafa bayılmış durumdayım, etraftaki binaları fotoğrafa özellikle koymuyor, sansürlüyorum. Bu koca alanın çok katlı binaların olmadığı, ekilip biçilen, çeşit çeşit meyva ağaçları olan zamanlarını ve tıfılca ama çok keyifli, çocuk, genç arası hallerimizin tadını ve partilerimizi, yaz aşklarımızı, komşumuz kampa gelen kızlarla hemen kaynaşmamızı ve ilk kez duyduğum bir meyva suyu markasına bir harf eklenerek oluşturulmuş bi adı unutmayışımı düşünüyorum...

6 Mayıs 2025 Salı

BİR Günlüğü 27- BİR KALA

Deniz mutedil. Kıyıya vuran dalga yok. Usul bir müzik eşliğinde sanki, evet sanki, bir başına sallanıyor enfes bir mavilik. Güneş pencereden içeri girip kitaplığın bir kısmına vuruyor sadece. Diğer rafların engeli, kapalı olan jaluzi. Sol yandaki pencerenin jaluzileri ise tepesine kadar açık. Bir karga geldi ve karşı binanın çatısını çerçeveleyen çıkıntının en uç köşesine kondu. Bir süre etrafa baktı, sonra o yükseklikten aşağı doğru serbest dalışını gerçekleştirdi. Bense henüz yazıya nereden girsem, ne yazsam diye düşünmekteyim. Babamın ağaçlarının altından ve denizin kıyısından bir kadın köpeği ile birlikte yürüyor. Henüz sabahın koşucuları görünmüş değiller. Sıcak bir gün olacağı mutlak, lakin ben yazıya nereden girsem, ne anlatsam hâlâ bilmiyorum şu an. Kafamda bir döngü, serinin son yazısına ise bundan sonra bir var. Onu da aşarsam özgürüm. Şu an üzerimde bir baskı var, evet. Bu yazıyı nereye bağlayacağımı da bilmiyorum. Saat 06:49, zihnim çalışıyor, aklım son yazıya bir selam çakıyor. Şimdi gülümsüyorum, çünkü o çok eski bir yazı ve çoktan hazır, tek bir kelimesine bile müdahale etmeyeceğim ve bence bu çok eski yazı iyi bir final olacak bu seri için. Bir de bonusu olabilir!

Bir serçe çatıdaki malikânelerinden çıkıp Fransız balkonun jaluzisinin açık olan sol tarafındaki korkuluğun üzerine kondu. Şöyle bir etrafa, daha çok da denize bakıp üzerine vuran güneşin sıcaklığından uzaklaştı; dikey bir uçuşla ve bir kaç kanat çırpışıyla yükseldi ve çatıdaki odasına girdi.

Deniz daha önce hiç duyulmamış enfes bir senfoni gibi; mutedil, ufak salınımlar halinde dans ediyor. Yürüyüşü spor kategorisine taşımış bir kaç kişi görünür olmaya başlıyorlar. Sabah koşucuları hâlâ görünmediler. Araba geçişi çok az. Saat 06:59, sahilin uyanmasına da az kaldı.

Yürüyüşçüler çoğalmaya başladılar sanki. İki yönlü hareketlenme fena değil. Otomobiller henüz görünmüyorlar. Muhtemelen duşlar alınacak, iş kıyafetleri giyinilecek ve sonrasında gittikçe yoğunlaşan insan sayısının yerini, otomobiller alacaklar. Kumsalın bitimindeki yürüyüş yolu spor kıyafetlerini giymiş katılımcılarla çoğalıyor. An itibari ile tartan koşu parkurundan geçen olmadı.


Kendime bir kahve yapsam mı diye düşünmekle birlikte hemen de şımarma diyorum kendime. Koşu parkurundan ilk geçecek olanı bekliyorum, aynı zamanda bisiklet yolundan. İki kadın kollarını ritmik bir şekilde sallamakla görevlendirmişler sanki; aynı zamanda yoğun bir sohbet halindeler...

Güneş bugün yakıcı olabilir. Ve ilk bisikletli parkurdan geçiyor şu an. Denizin salınımları çok ama çok sakin ve huzurlu. Yine bir koşucu yürüyüş yolunda. Kendi dünyama dönebilirim. Final yazımın son düzeltmelerini yapabilirim. Bununla son yazı arasındaki 28'inci için yeni bir konu bulup, seriye onlarla devam etmem gerekecek gibi.

Parkurlar sakinleşti, şu an bana inatla üçü kadın beş kişi yürüyüş adımları ile geçiyorlar. Parkurlar ritmini buldu, konudan ayrılabilirim. Ben genelde bir konudan ayrıldığımda tıkanmışsam ve başka meşgale bulamazsam durup, şöyle denize bakar, o sırada bir karga penceremin dibinden paralel geçer ve ben enn sevdiğim kadını düşünmeye başlarım. Suratıma da anında bir gülümseme bağdaş kurar. Bağdaş beni izler, bense andan kopar ve enn sevdiğim kadını zihnimden akan bir film gibi izlemeye başlarım. Ellerim klavyededir. Konsantreyimdir lakin benden bağımsız takılan yüzümde her seferinde enfes bir gülümsemeyi de yakalarım. Bu arada sabaha helâl olsun, ne yazacağım diye düşünürken kapılmış gitmişim ve bayağı da yazmışım. İyi oldu be... Sıyrıldım aradan ve yazdım işte.

Ama denizin salınımları ve mavisi gerçekten muhteşem, güneşin denize dokunuşları da... Saat 07:21, birazdan, daha doğrusu işyerleri açıldıkdan sonra evden çıksam, markete gitsem, bir küçük süt ve esmer şeker alsam ve uzun zaman sonra sütlü şekerli bir filtre kahve yapsam nasıl olur acaba? Hımmmm... kruvasan da alsan ya Buraneros bey, diyor iç seslerimden biri, dinlesem mi acaba?! Gülümsememde hâlâ enn sevdiğim kadın... Sol kolumun eli çenemde, dirseğim masanın üzerinde yüzümde hâlâ enfess bir gülümseme... yoksa ben, yani ben çok mu aşığım birine... Yoksa bugüne kadar ve sürekli... çok mu inkâr ediyorum acaba kendimi?

O pazar günü akşamüstü bi festivalden döndü, üstelik enfes bi kasabanın coğrafyasından. Telefonda uzun uzun konuştuk, ben süreç boyunca kendimi hep orada hissettim. O anlatıyor bense onu dinlerken bulunduğu tüm mekânların içinde buluyorum kendimi; gözlerimi bantlasalar, beni uzun ve dolambaçlı yollardan geçirseler ve o coğrafyada rastgele bir noktaya bıraksalar, yine de bir taşını bile tanıyacak kadar bildiğim bir coğrafya. Ama yaşadıklarını ve festivali ve insanlarla iletişimini onun dilinden görmek, onun dilinden dinlemek muhteşem ötesi bir şey... Ve ayrıca aklına koyduğunu hiç yüksünmeden hayata geçirmesi, keyfin dibini kazıma becerisi ise çok alkışlık. Ve nedense, ben...

yani ben...

ben yani...

O'nu gerçekten,

yürekten,

ama çok yürekten,

seviyorum.

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP