Filme antenlerim açıktı. Enn Sevdiğim Kadın çok sevmişti. Ben de fena gaza gelmiştim, ve kendimi kapının önünde buldum...
Günün sabahı. 10:30 seansı şık olur. Öncesinde taze bir çay, iki poğaça, biraz kitap bana uyar. Hava ise kaban diyor. Oysa pırıl pırıl bir güneş var. Çıkıyorum bahçe kapısından ve soyunuyorum kabanı. Hani bana kalsa dönüp eve bırakacağım fakat alaylı metorolog "Sakın!" diyor. Ona güvenim tam. Köşeyi dönmemle ne kadar haklıymışsın diyorum ona. Karşı kaldırımdan biri sesleniyor bana; ailemizin son kuşağının ilk gelini. Köpeği ile sabah denizinde, kokusunu çıkarıyor günün. Gülümsüyorum. Bu günü bozuk para gibi harcama fikrindeyim ama bundan da çok emin değilim ancak işi asmış olduğum net.
Yeni açılan, genç çocukların işlettiği ama anne elinin üzerlerinde olduğu hissini veren kitap-kafe aklımı her an çelebilir. İçeri göz attığımda poğaça benzeri şeyler görüyorum. Belki de serap?! Çelinmiyorum aksine onu daha geniş zamanlara bırakıyorum.
Yine taze bir mekân Sembol Börek'teyim, onun renkli sandalyeleriyle birlikte yarattığı Kuzeyli havasını seviyorum.
İki ev poğaçası ve bir çay lütfen deyip, cam önü bir masaya oturup kitabıma kaldığım yerden devam ediyorum. Havamdan memnunum, o halde 11.45'seansı daha uygun. Yavaş gün tadını yavaş yavaş, telaşsızca, sindire sindire çıkaralım.
Ödemeyi yapıp çıkıyorum. Bir su alsam diyor, onu da Migros'da halledip istasyona giriyorum.
Tren geldi.
Mesafem kısa. Bu kez mıntıkadan bir sinema ki pandeminin ilk filmini onda izlemiştim: Minari... Beşinci istasyonda iniyorum. Çiçek açmış ağaçların önünden denize yürürken şunların bir fotoğraflarını çeksek fikrime domuz tarafım katılmıyor. Oysa bu yazının en başına koyacaktım.
Biletimi alıyorum. Üstelik ciddi bir indirim yapılıyor. Film arasında da promosyon mısırım için kod düşecek ki şu an bundan haberim yok. Filmse 1 numaralı salonda. Benim için ilk. Çünkü ilk kez yok seyircili yerine çok seyircili bir film için buradayım ama henüz salonla ilgili bir fikrim yok. Biraz daha vakit geçirmem gerek. Terasa çıkıyorum. Bu kez golf sahası yönünde bir fotoğraf çekiyorum. Ayrıca film sonrası için düşüncelerim var.
Salondayım. Kocaman bir perde. Eskiler kadar olmasa da büyük bir salon ve tabii ki bugünün rahat koltukları ile eskinin tadında bir film izleme heyecanı. Ruhum ayakta ve sevinçli bir çocuk tadında. Ve çok uzun zamandır, bu sayıda insanla film izlememiş ben mutlu. Bu durumu enn sevdiğim kadınla paylaştığımda filmin ilk haftasında bilet bulunamadığını öğrendiğimdeyse şaşıracağım!
Ve film başlıyor. Tatlı bir genç kız. Ölüm hikâyesi olmasa kendini hiç bilmeyeceğim bir şarkıcı! Bana ne onun hayatından. Bomboşum. Ve cahil! Sanatçıdan saymamışım, işi hep arabeske bağlamışım, uzak durmuşum, steril bakmış üstelik küçümsemişim.
O ise ilk sahneden itibaren bir eline alıyor ki beni canıma okuyup haddimi fena bildiriyor; elektrik çarpmış kediye dönüyorum. Kariyer basamakları tokat gibi suratıma çarpıp sürekli esas duruşa geçiriyor beni. Belgin'e fena ısınıyorum. Ama o çello yok mu?! Gözümün ucuna iki damlayı hemen konuşlandırıyor ve önümü ilikletiyor bana. Ondan sonrası al gözüm seyreyle... Arada bir içimdeki ukala filmin bazı yerlerini eleştirir gibi oluyor. Lafını ağzına tıkıyorum. Ne yani diyorum, dramın dibine vurup bağırımızı cayır cayır yaksa mıydı film?!
Farah Zeynep Abdullah'a bayılıyorum. İyi ki Serenay olmamış diyorum. Öğrencilikten Bergen'e giden yolda, iniş çıkışlardaki tüm Belgin ve Bergen'leri sanki aynı bedendeki farklı insanların farklı ruh halleriymişçesine ve o kadar sahici oynuyor ki Farah Zeynep, finalde düğmelerimi saygıyla ilikleyerek salonu terk ediyorum. Amirimi amirim olarak tanıyıp sevmeseydik ve ayrıca tiyatro sahnesindeki Erdal Beşikçioğlu'nu bilmeseydik, bu filmdeki amirimden alınmış yansımaları yadırgamaz, ama bu olmamış demezdik mutlaka. Muhtemel ki yönetmenlerin bilinçli bir tercihi olmuş o izler. Canları sağolsun, yine de çıkardıkları iş bence mükemmel.
Gözü yaşlı, arabeskin dibi bir film değil ortaya koydukları, o sulardan hiç medet ummamışlar, sulandırmamışlar. Ve bence üç ana oyuncu; Farah Zeynep Abdullah, Tilbe Saran ve Erdal Beşikçioğlu ekseninde, doğru yan oyuncularla birlikte ve şarkı seçimleri ile çok iyi iş çıkarmışlar...
Salondan çok keyif almış seyirci tadıyla çıkıyorken aklımsa alabora durumda. Fikrim fır dönüyor. Oysa nettim. David People'da oturacak, bir şeyler atıştıracak, kahve ya da sıcak çikolata içecektim. Bir an boşluğa düşüyorum. Açlığını aptalca sonlandıran adam halinde kendimi Burger King'in önünde buluyorum. Sonra tepsimi alıp terasa çıkıyorum ve zerre zevk almadan, bu ne böyle diyerek atıştırıyorum.
Buradan bana iş çıkmaz kararıyla dolaşırken Mudo'ya giriyor, yeni sezon ürünlerine şöyle bir göz atıyor, bugün iş yok tavrım netleşiyor ve diğer avarelikler için istasyona yürüyorum..
İstasyonda bekleyen bir tren var. Uzaktan boş görünüyor. Normalde yetişemeyecekken o sanki beni oradan gördü de bekliyor. Turnikeye yanaşırken de hareket ediyor..
Ben turnikeyi geçerken de şaşırtıcı bir biçimde yeni tren geliyor. O da boş! Kader diyorum çünkü bu Çinli. Geçip oturuyorum. Bir kaç küçük öğrenci dışında kimse yok. Enteresan?!
Ömürevleri'nde iniyorum ve üç hafta evvel takılıp düştüğüm, burnumu dağıtan bordürlerin fotoğrafını çekiyorum. Oradan süzülüp, kazasız belasız karşıya geçiyor, ilk köşeden Lozan Caddesi'ne dönüyor ve....
"Bir browni lütfen,"
"Bir de çay lütfen," diyorum ama bu kez yönüm batıya bakacak şekilde oturuyorum.
Kitabım elimde. Bergen tadı, güneş, Browni-çay işbirliği harika. Mesai sonu yaklaşıyor. Ben kaçmaya devam ediyor ve bir arkadaş ofisine yürüyorum..
O bir müşterisi ile meşgul, üçlü sohbet ediyoruz. Dışarıda halletmesi gereken bir iş de var, birlikte çıkıyoruz. Ben ayrılıp sokakların tadıyla yürürken burnumdan akan kanı temizlediğim, nasıl bir rastlantıdıysa Kırmızı Işıkta Arabanın Önünden Geçen Kız'ın bana eşlik ettiği, çocukları telefonla çağırdığı caminin önünden geçiyor, oradan Carrefour'a uğruyor, ekmek falan alıp fırından eve geliyorum. Mesaim bitti. Bilgisayardan son verileri alıyorum.
Sonra Tiflis yazılarımı okuyorum bir vesile ile...
Telefon...
Tek tuş.
Ve Enn Sevdiğim Kadın..
Filmi konuşuyoruz. Irish Pub'ın Serdar Ortaç'ı getirmiş olmasındaki çelişkiye gülüyoruz.
Farah Zeynep Abdullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Farah Zeynep Abdullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Mart 2022 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)