17 Haziran 2021 Perşembe

Yüz Yıl Önceden Yüzyıl Sonraya Bir Aktarım

Ayrıntı Yayınlarının Türkçe Klasikleri serisi ilginç gelmişti, aldım. Tasarımı ve kapak malzemesi ve renk hoşuma gitti. Dili yazıldığı döneme sadıktı. Kitap, okunmayanlar bölümünde yerini aldı. Tuğla arası kapsamında değerlendirmek istemedim onu ama dün akşam bir kitap alıp da uzansam ve sonra da uyusam, diye düşününce göz atmak maksatlı olarak onda karar kıldım. Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali ve dil içi çevirileri yapan Duygu Turp Kaya'nın yararlı ön açıklamalarını okuyup romanın ilk sayfalarına başladığımda, bazı sözcüklerin günümüzdeki karşılıklarını sayfa altından okumak sıkıntı verse de kitabın 22. sayfasına geldiğimde durum bayağı ilginçleşti! Yazar, 16 Şubat 1330'da, ki bunun Miladi karşılığını 1912 olarak tespit edebildim, Heybeliada'da bitirmiş romanı. Sonra okuduklarımdan yola çıkarak dedim ki yazar 100 yıl sonrasını öngörmüş!.. Belki de bu ülkenin geleneği bu dedim.  Bal tutan parmağını yalıyor. Aslında biraz tereddüt ettim: Okuyup bitirsem ve o zaman kitap hakkındaki düşüncelerimi yazsamla, şu bir kaç paragrafı olduğu gibi yazsam arasında kaldım. Ve nihayetinde bu da böyle bir yazı olsun diyerek, kitabın üç sayfasını halimizi iyi anlamak adına buraya taşıdım. Okuyuculara bir kıyak olarak da bazı kelimlerin bugünkü karşılıklarını hemen yanlarına iliştirdim.







Sayfa 22 , 23, 24'den...

..... Onları bugün affettik, unuttuk. Lâkin tarih sayfalarına, beşeriyet-i ayiyye (gelecekteki insanlığa) gözyaşları döktürecek, ateşten, kandan, irinden, melanetten satırlar nakşettiren, bugün içinde kavrulduğumuz yangının kundakçılarından birtakımları da daha büyük servetlerin verdiği refah ve gurur ile pencerelerinden bu haşr u neşri (toplanıp dağılma) seyrediyorlar. Aç halk birbirini didiklerken onlar tok, endişe-i ferdadan (yarın endişesi, gelecek kaygısı) azade, rahat ve huzur içinde lehlerine yeni bir inkilâp için fitne düşünüyorlar.

Öyleleri var ki İstanbul'un en çukur, en havasız, en karanlık mahallelerinden, en adi evlerinden Taksim'in, Şişli'nin, en âlâ, en mualla, en muhteşem kâşanelerine (büyük, süslü ev) fırladılar.

Zavallı gazeteci, sen bunlardan birinin bahriye tayinatından (erzak, yiyecekler) her ay beş yüz çift ekmeği ne yaptığını düşünüyorsun... Bu kadar ekmeğe ne miktar katık lazım geleceğini bir hesaplasana... Belki yemiyor, satıyordu. O halde bu harp zamanının kepekli kuru ekmeğini irtikap eden bir doymak bilmezin hâsebül-vazife (görev sebebiyle) elinden geçen bilyonlarla sarı liraların cazibeleri önünde çevirmeyeceği entrika mı tasavvur olunur? Beş yüz ekmeğe razı olalım efendi. Afiyetle yesinler...  Ah sen hakikati bilsen, vücudundaki kan, tahamülünden fazla fayrap (ateşi harlama) edilmiş bir makine gibi damarlarını patlatır... Biz canımızı aç kurtlara, peynir tulumlarını kedilere emanet etmiştik, şimdi neye çırpınıyoruz bilmem!..

Evet, Hacı Ferhat Efendi, yağmur yağar iken küpünü doldurmuştu. Servet serveti cezbeder. Talih yardım etti. Zorbaların içinde kulaç attıkları yağma deryasından hanesine bir nehir akmaya başladı.  İki kızı vardı, ikisini de birer zabite verdi. Damatlarından biri levazıma yerleşti. Öteki bilmem hangi komisyonda mühim bir mevki tuttu. Levazımdaki damadı kıymet ve kadir ve ehemmiyetçe Reis İsmail Hakkı Paşa'nın yalnız iki gözü değil bir çift eli ve tek bacağının mütemmimi (tamamlayan), müttekası (dayanmaya yarayan şey), bastonu idi. Onun levazım umurundaki reviyeti (bir işin her yönünü düşünme), kârşinaslığı (iş bilirlik), ve himmetiyle tek bacak Reis artık topallamıyor, sekmiyor, aksamıyordu. Paşadan himmet, damattan gayret öyle bir ticarete koyuldular ki milyonlar önlerinde taklak atıyordu.   En büyük tüccarlar, Kamhiler filanlar yanlarında aciz birer gölge gibi kaldılar.

İkinci damat elinde tekâlif-i harbiye* kamçısıyla bir ticaret evinden, bir depodan içeri girdimi hokkabazların tılsımlı değnekleri gibi bunun ucunu nereye uzatsa, önünde yüzlerle fıçı fıçı yağlar, teneke teneke gazlar, çuval çuval şekerler, gazevilerle* pirinçler, balya balya yünler, pamuklar, kumaşlar, işaret ettiği tarafa akıp gidiyordu. Bu eşya meyanında bazen levazım-ı askeriyyeye* bir vech-i lüzumu tasavvur olmayan ponjeler*, süreler, güpürler, dantelalar, yelpazeler, ajurlu ipek çoraplar, kolonyalar, lavantalar vesaire vardı. Bu zabıt bir kağıdın üzerine iki üç rakam çızıktırınca piyasadaki eşyanın tekmilini kaldırabilmek kudretine haizdi. Şaşılır....

2021'den sevgiler... Durumda bir değişiklik yok!


*Tekâlif-i harbiye: Türk ordusunun eksiklerini gidermek ve Yunan kuvvetlerine maddi anlamda olabildiğince denk bir ordu oluşturmak gayesiyle yayınlanan emirler.

*Gazevi: içine pirinç konan kap.

*Levazım-ı askeriyye: Askeri malzeme.

*Ponje: Bir tür ipekli kumaş.

10 yorum:

  1. bu ülkenin böyle kötü bir geleneği olması ne acı...100 yılda değişmez mi hiç bir şey?

    YanıtlaSil
  2. Umut ediyoruz ama şu anki ucube sistemden parlamenter demokrasiye geçip barajı -bence olmamalı da- en azından makul bir düzeye çekene kadar zor:)

    YanıtlaSil
  3. Dön dolaş sonra bir de bakalım ki bir arpa boyu yol gidilmiş! :(

    Sevgili Okul Arkadaşım,
    Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Heybeliada'da çok uzun yıllar yaşadığı evi (şimdi müze) gezmiştim. Çok hoş bir evdi, zarifti her şey.
    Dünyadan ve İstanbul'dan uzakta kalmak için güzel bir yerdi.
    Buraya bir link ekleyeyim, en çok fotoğraf bu linkte: https://www.tripadvisor.com.tr/Attraction_Review-g1308789-d3671163-Reviews-Huseyin_Rahmi_Gurpinar_Museum-Heybeliada_Princes_Islands.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Konaklamalı bir Burgaz ada fikrim vardı, biliyorsunuz, ona konaklamasız Heybeliadayı ekliyorum şimdi, teşekkür ederim. Aşılamada pazartesi 30 yaşa açılıyormuş randevular; demek ki artık seyahatler çok uzak değil:)

      Sil
  4. Bakalım yüzyıl sonra bu yazıya rast gelen gelecek yüzyıla neler söyleyecek:)

    YanıtlaSil
  5. 100 yıl ve değişmeyen/değişmesi istenmeyen/değişmemesi işine gelen siyasetçiler ve elbet onların şakşakçıları. Dili bugünden bakınca eskimiş olsa da, bugünü anlatırcasına okumak nasıl mümkün?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değişmeyen tek şey değişimdir diyen zat hayata -her ne kadar bu toprakların insanı olsa da- bir de bizim ülkeden baksaydı diyesim geliyor bazen ama... sonuçta bu ülke için umutları hep taze olan bir şahısım işte, o nedenle demiyorum:)

      Sil
  6. Söylenecek, yazılacak herşey yazılmış, söylenmiş. Ne desem lâf-ü güzâf :(

    YanıtlaSil
  7. Geleneklerine bağlı yönetenlerimiz var, onun için hiçbir şey güncelliğini yitirmiyor:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP