2 Haziran 2021 Çarşamba

Sen şimdi Tır şoförü müsün Bacım?

Dün akşam mesaiyi bitirince, şöyle salona geçip kanapeye kurulsam sonra da Arte'yi açıp, seversem üç boyutluya çevirip, sanki salondaymış gibi gözlük arkasından bir konser keyfi yaşasam, diye düşünüyorum. Hatta ne zamanlardır salonlardan uzağım,  salondaymış gibi de bir konser yazısı yazsam ardından, diye hevesleniyorum.

Salona geçtim, suyumu, telefonları, bir de kitabı taşıyıp sehbanın üzerine bıraktıktan sonra kanapeye uzandım, yeni açılmalar nedeniyle gün keyifliydi: Limonlarım Finike'den yola çıkmıştı, Marketim Delux'de de anladığım üzere 1 litrelik Smirnoff, baba marketlerden ucuzdu.

Aslında yola çıktığımda daha önce Migros'da gördüğüm ve cazip olarak düşündüğüm fiyat, bir başka büyük markettekiyle birlikte aklımda dönüyordu.

Neyse girdim Marketim Delux'e. Hımmm...  Fiyatı kaptım, aklıma kaydettim. Sonra da Migros'a varıp test ettim. Aklımda bu kaçıncı açılımın açılışını taa en baştaki açılım gibi Hasan Abi'de mantı yiyerek yapmak var. Oraya giderken de CarrefourSA'yı yoklayacağım!

Girdim, hiç sağa sola bakmadan... pardon Oksijen alsam da gün içinde okusam, diye düşündüm ama sonra vazgeçtim, bakmadım. İçki reyonuna vardım ve gördüm ki Migros'la fiyat aynı. Sonuçta teklif Marketim Delux'de kaldı! Bu arada bir şise kalmış 1 litrelik Smirnoff'u ben gidene kadar başkasına kaptırmaktan korktum ve Hasan Abi'ye yürümekten vazgeçtim. Geri yürürken bir yandan da hesap yapıyorum; Sevgili Okul Arkadaşım'ın tarifinden hareketle Limonçello* yapacağım, ama gelecek limonlar da asgari mecburiyetten dolayı 3 kilo. O zaman demiştim ki bir de Sarı Votka yapayım. Dolayısı ile ikilemdeyim. Hem matematiğim zayıf; ezberden hesap etmeye çalışıyorum. 70'lik artı 35'lik mi alsam kârlı yoksa direk 1 litrelik mi? O ara Hasan Abi'den de vazgeçtiğim için, diyorum ki aç ayı düşünemez! Nefis hamburgerler yapan Burger Tower'ın önünden geçerken bakıyorum ki milletimiz coşmuş. Adem Usta yine kurallara uymuş, hatta girişe "garson servisini bitirene kadar maskenizi çıkarmayın," diye bir yazı bile koymuş. Alkış! Tezgaha bir göz atıyorum. Tencere yemeği fikrindeyim. Menü sınırlı, haşlama et nefis görünüyor ama...

"Az kuru fasulye lütfen."

"Az pilav lütfen."

"Bir de cacık lütfen."

Cam kenarı, karşıma kimsenin oturamayacağı masaya konuşlanıyor, maskemi çıkarıp mini sırt çantama koyuyorum; çantada ilk kez okumakta olduğum bir kadın yazarın enfes öykü kitabı da var. Tamam, maskeyi erken çıkardım uyarıya göre, çünkü o uyarı yazısını tüm bu işlemleri yaptıktan sonra gördüm. Ama önceden de gördüğüm ve altını yazılarımda çizdiğim üzere bu mekân çok duyarlı ve coğrafyadaki en özenli iki mekândan biri.

Elbette keyfini çıkarıyorum ev tadını aşmış yemeklerin; daha çok da bunun sosyal bir ortamda yaşanmasının yarattığı normal hayat duygusunun... Şimdi, muhtemelen başlığa bakıp, giriş cümlelerini okuyup şu noktaya geldiğinizde.. Ne iş? dediniz. Lütfen biraz sabır, az sonra 1 litrelik Smirnoff'u ve bir kaç atıştırmalığı alıp, sonra Saadet Hanım'a uğrayıp, onla biraz laflayıp eve geçeceğim; işe devam edecek ve akşama, dolayısıyla başlıktaki mevzuya varacağım. Kısa sürede!

Konseri açıyorum. Başrolde orkestra şefi Barbara Hannigan. O bir star! Orkestra süper, hakeza salon da... Üstelik Stravinsky çalacaklar. Yerimi aldım, şimdilik üç boyuta geçmedim. Gıy gıylar faslı başladı. Şef göründü ve alkış kıyamet. Yerini aldı, zarif işaretini yaptı ve müzisyenler oturdular. Başladı müzik ki muhteşem. Fakat şef! Kendisini tanımıyorum; bu elbette benim ayıbım! Sanki konseri değil onu izliyoruz. Bir show girl...* Önce hoşuma gidiyor, helal olsun, falan diyorum. Bizim Marcus Baisch gibi diyor, onu sevgiyle anıyorum. Biraz sonra tahammülüm zorlanmaya başlıyor, bana sıcak gelmiyor, çünkü abarttığını düşünmeye başlıyorum. Bir yıldız olduğu muhakkak ama benim ruhum ona eremiyor. Dolayısı ile orkestranın ve hatta solistlerin ezildiği hissine kapılıyor, yönetmenin fazlasıyla ona odaklanması dikkatimi dağıtıyor ve vazgeçiyorum hayallerimden. Aslında iyi de yapıyorum ama o an farkında değilim.

Kurcalıyorum Arte'yi... Ermenistan. İlgimi çeken yerlerden biri ki pandemiyle tanışmasak muhtemelen gitmiş olacaktık.

İzlerken süresine de bakıyorum, o kadar süreyi bu akşam onun karşısında geçiremem diyor ve sonraya bırakıyorum. Yine daha kısa şeyler için gezinmeye başlıyorum. O ara bir belgesel dikkatimi çekiyor. Tıklıyorum. Sonuna kadar izliyorum. İki kadın. Birinin sosyal medyası olduğunu ve paylaşımlar yaptığını öğreniyorum. Iwona. Hem de Polonyalı! Buluyorum youtube videolarını ve şahsen ben takdirle, severek, sonrasında bayılarak izliyorum bir kaçını; matrak kız! Üstelik tank bile kullanmış ben, biliyorum ki arkasında uzun bir römork ya da dorse olan araçları, hele hele de Tır'ı kullanmak her babayiğidin harcı değil, ama onun sanki evin salonunda playstation'la oynuyormuş rahatlığı ve hele de otomatikten düz vitesi geçip onun keyfini çıkarışı; er kişi olarak kıskandırıyor bile.

Sonra... aslında başka bir yazı yazmışken bugün için ben... O'nu tarihe kayıt düşmezsem olmaz, diyerek, bu yazıyı yazıyor. Ve 20 dakika civarındaki bir eve dönüş videosunu da hemen şuraya ekliyorum. Son bölümdeki kamera açısından dolayı da o esprili, yerinde duramaz cin ruhuna gülümsüyor, bu keyif için de gönülden alkışlıyorum O'nu.

.

*Konser için buradan lütfen..

*Sevgili Okul Arkadaşım'ın Limonçello tarifi ise burada

9 yorum:

  1. siz konserden bahsederken ve orkestra şefinden "o bir yıldız" diye bahsederken benim aklıma "mozart in the jungle" geldi. İzlemediyseniz mutlak izleyin, başrolde bir orkestra ve hafif çatlak bir şefin olduğu çok güzel bir diziydi, beğenirsiniz diye tahmin ediyorum :)

    bu arada tır ya da kamyon kullanmadım ama kullanmak isterdim sanırım, ekmekçim bilir, araba kullanmayı, hele uzun yolda, pek seven biriyimdir, tır da çok daha zordur eminim ama keyiflidir diye tahmin ediyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diziyi izlemedim, izleyeceğim sayenizde, bilmiyordum çünkü, teşekkürler:)

      Çok keyifli olduğunu söyleyebilirim, hatta otobüs de, ama iş olarak yapmak, bizim burunsuz dediğimiz türlerde çok farklı çünkü sürücü arabadan önce dönüyor, bu da alışkın olmayanda algıyı allak bullak ediyor:) Park yerlerine falan girip çıkmak, özellikle geri manevaralar kısmı, düz arabaya, yani hareketli tekerleri sürücüye göre önde olan araçlara göre çok farklı:) Ama kesinlikle çok keyifli ki aslında burunsuz minübüslerde --mesela Volkswagen- denenebilir ki kısmen aynı duyguyu verir:)

      Sil
  2. Sevgili Okul Arkadaşım,

    Yazınızı okumaya başladım ve "aa1 benim konser bu!" dedim. Hayır, nereden sahiplendiysem konseri, ne sebeple hem? :))
    Meğer, dün akşam aynı konseri dinlemişiz ve benzer düşüncelere kapılmışız. Sonra ben şefin kim olduğuna baktım ve "tamam anladım, bu aşırı hareketlilik sahne sanatçısı olmasındanmış" hükmünü verip konsere devam ettim.
    Bugün de üç güzel şeyde yazdım haliyle: https://herguneucguzelsey.blogspot.com/2021/06/2-haziran-carsamba.html

    TIR şoförü videosunu bu akşam izleyeceğim. Çocukluğunda memleket aşırı tayinlerde kamyonda şoför mahallinde yolculuk yapmış olmasına rağmen, ehliyet aldığında hiç araba kullanmamışlardan olarak. :))

    Malzemenize gayet özen göstererek hazırlanıyorsunuz, takdir ediyorum. Limonçello yapım aşamalarınızı izlemek üzere beklemedeyim. Umarım sonuç keyfinize göre olsun. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Yazınızı okudum ve konuyu ve sonraki durumumu orada yazdım:) Limonlarım bugün öğlene doğru geldi, işlemi akşama bırakmıştım, az önce güzelce yıkadım, sonra kuruladım, sonra çok güzel bir soyacağım var benim ki beyazını kazımak sitesem bile o yok olmaz, diyor:) Sonuçta dokuz adet kokulu, iri ve Finike'den gelmiş limonların kabuklarını gündüzden yıkayıp, kurusun diye bıraktığım kavanoza güzelce yerleştirdim, votkayı ilave ettim, sonra karanlık ve serin yere yerleştirdim vee takvime üç hafta sonra bana hatırlat diyerek de not düştüm:) Sarı votka için olan limonları da kutusuyla sakladım, muhtemelen de yarın onun işlemini yapacağım:) Bu keyifli uğraş için de size teşekkür ederim:)

      Sil
  3. Şef gerçekten de solist olmuş. Benim ilgimi çekti. Tırcı Abla da öyle:) Güzel paylaşımlar okumaktan haz aldığım bir yazı, teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şeften özür diledim, sonra:) Bazı seyirleri aralara sıkıştırmamak gerek... Dün akşam yeniden izledim baştan sona, bütün negatif kelimelerimi yutturdu bana:) Rica ederim, sevindim:)

      Sil
  4. Çocukken "büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna epeyce bir süre "tır şöförü" cevabı vermişliğim var. Ha nedenini sorarsan hiç ama hiç fikrim yok ama ailede hala gülerek hatırlanır. Öncesi ya da sonrasında da kısa bir süre balıkçılık vardı misal. Günün sonunda değil tır/otomobil, bisiklete bile binmeyi öğrenemedim gerçi, o niye öyle oldu onu bak hiç bilemiyorum. :))

    YanıtlaSil
  5. Ve fakat düşündüm de bu mizah gücüyle Tır şoförü olsaydın ve yazsaydın! Yok yok düşünmesem iyi olur, hayal bile etmiyorum:) Gülüyorum ama!

    Bak şimdi bir daha düşündüm: Hani bir gün sen Tır şoförüymüşsün de mesela, sonra mesela o vasfınla ilginç bulduğun gerçek ya da kurgu bir günü yazsan mesela! Mesela yani:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP