"Son cümlenizle ilgili tesadüf, sanırım bir yazıya bile konu olabilir. Umarım yazabilirim." demiştim; hayatımın en izi kalmış, en kıymetli insanlarından birinin çok çok değerli yorumundaki övgülerine verdiğim yanıtın içinde... Umarım yazabilirim demiştim ama kadim bir hayalin gerçekleşmesi için yoğun, yazmak için fazlasıyla kurak mevsimlerim başlayınca da ummakla kalmıştım.
O yazıyı yazamadım; bunun sebebi o günden sonraki iletişimin, yazdığım yorumların ve aldığım yanıtların her birinin defalarca okunup, gülümsenip, bir sandıkta biriktirilip, sıklıkla açılıp bakılıp, sonra yine o sandıkta saklanılası nitelikte olmasıydı. O bir yazardı, öğretmendi, blogunun ve kelimelerinin bir müziği vardı. Sayfasına ön iliklenerek gidiliyordu ve bundan da çok büyük zevk alınıyordu. Bir o kadar da besleyiciydi satırları. Aynı lisede okumuş olmaksa başka bir lezzetti bu çocuk için.
Kısa bir süre önce Sevgili Evren'le Kitabın Sadece Bir Kitap Olmadığı Bir Durum Üzerine başlıklı yazımdaki kesişmeyi konuşurken ve ona, bu yazıda bahsedeceğim günü anlattığımda, "yazmalısın bunu," demişti, ben de bir taslak yazmış ve her zamanki gibi taslak olarak bırakmış, başka yazılarla devam etmiştim. Sosyal hayat durduğuna ve mevsimlerden karantinada olduğumuza göre anılarla yazmaya devam ettiğim şu günler tam zamanı, diyerek taslağı taslak olmaktan çıkarmaya karar verdim!
24 Ekim 2010
Pazar sakinliği, alt katta, ofisimside bilgisayarın başında yanımda kahve, atıştırmalık bir şeyler eşliğinde gazetelerde ne var ne yoklara bakınırken telefon çalıyor. Şu alemdeki enn sevdiğim adamlardan biri: Göksenin Abi. Fatoş'un bir blog açmak istediğini söylüyor, yardıma ihtiyacı var. Evleri bana yakın. Gidiyorum. Fatoş bebek sepetleri süslüyor, onları tanıtıp satışını yapabileceği sektöre uygun bir tasarım gerekli. Bir tane beğeniyor. Fotoğraf yüklemekten başlayarak kullanımı ile ilgili bilgileri veriyorum, bir iki tane de yüklüyoruz. O ara telefonu çalıyor. Güleryüzlü, sıcak ve neşeli bir konuşma.
Ben içinse enteresan bir rastlaşma! Fatoş açıklıyor, telefondaki kişi onun teyzesi, enteresan ki onun teyzesi girişte belirttiğim duygularımın sebebi olan kadın. O ana kadar aramızda hiç bir iletişim olmayan, varlığımdan habersiz olduğunu bildiğim, öyle olduğunu düşündüğüm bir blog yazarı aynı zamanda; basılı kitapları olan, piyano çalan, gri saçlarında kahkahalar saklı güzel bir kadın.* O sıralar sessizce gidip yazılarını okuyor, bayılıyor, yine sessizce çekiliyorum... Öğretmenden saklanan ödevini yapmamış çocuk çekingenliğim var, onun kocamanlığı karşısında ürküyorum, yorum yazmıyorum. Şahane bir ürküntü ama bu; bir imla, bir üslup hatası yapmaktan çekiniyorum ki yazılarım bu anlamda sefil ve ben bunun farkında değilim, ayrıca yorumlarımın onun kalem gücüne yetemeyeceğini düşünüyorum.
Çay kahve, sohbet faslını da tamamlayınca ayrılıyorum Göksenin Abilerin evinden... Pazar sakinliğinde, ofisimside yeniden açıyorum bilgisayarımı, giriyorum bloguma ve bakınırken ne var yoka bir yoruma zıplıyorum, şaşırıyorum, çünkü bir prensibi olduğunu biliyorum, çocuk sevinçlerimse alkış kıyamet... Defalarca okuyorum. İnanılmaz bir sevinç anı... Son yazımın altındaki yorum Ondan.** Okuduklarımın içtenliği, övgüsü, karnesi hep pekiyi bir çocuk kadar sevindiriyor beni; bununla kalmıyor, tüm çekingenliklerimi bir pelerin gibi alıyor sırtımdan. Özene bezene bir yanıtı boyundan uzun bir sürede yazıyor ve o yanıtımı kaç kez kontrol ediyor, iyice emin olunca da göndere basıyorum. Sonrası muhteşem bir iletişim. Hayatımın en kıymetli anları hanesine kıymetli bir sürü çentik daha...
Öğretmen öğrenci tadındaki bu iletişimin ete kemiğe bürünememesini bir kayıp olarak görüyorum. Onunla yüzyüze bir sohbetin tadının ne olabileceğiniyse tahmin edebiliyorum. Burası bir dünya ise ki bence öyle... bir yerin boş kaldığını, tadının damakta kaldığını çoklukla hissediyorum. Blog yazmanın bana kazandırdığı, gelişimime katkıları olan ve eksikliklerini hissettirerek bu dünyadan giden iki insandan biri Gülsen Varol. Kars yazılarımı yazdığım süreçte, özellikle Kars Şehir Sineması yazılarımı yazarken onun yorumları motivasyonuma tavan yaptırmış, sonuçta ortaya 13 uzun yazı çıkmıştı. Serinin son bölümüne, hayatıma dokunarak beni yükselten iki güzel insanı da katmış; blog hayatımın en zevkle yazdığım, kişisel olarak en beğendiğim, kurgu kısımlarını bile yaşamışçasına hissettiğim satırlar düşürmüştüm akıp giden zamana...
"Evet ben de farkındayım, başlangıç ile nokta arasındaki cümle çok uzun oldu. Laf aramızda, ben yazmaya ilk başladığım dönemde noktası arşı alaya
varmış cümleler kurardım. Nokta ve virgülden sonra gelen cümleyi de
noktanın dibine dayardım. Boşluk bırakmazdım. De'leri da'ları
ayırmazdım. Sonra bir yazı okudum ve utandım. Sonra, bir ayıbım olarak
bir kitabını alıncaya kadar kendisinden haberdar olmadığım Sayın Ekmel
Denizer, tesadüfen rastladığı bir yazıma yorum yazınca... Çok utandım.
Yorum çok güzel ve değerliydi, yanlış anlamayın, bu konulara hiç
dokunmuyordu. İmla bilmezliğimden utandım ben. Yazılarımın bu anlamdaki
sefilliğinden. Bu hissimi onunla paylaştım. O bana dedi ki; önemli olan
duygudur. "Yazının biçeminden dolayı kutlarım seni." Yani demem o ki ben
hâlâ öğreniyorum, eski yazılarımı rastladıkça düzeltiyorum. Tekrar
tekrar. Feyzaldığım çok değerli biri var, her seferinde bana
istemsizce ama gönülden önümü ilikleten. O nedenle bakarız bir çaresine."***
*Gri saçlarında kahkahalar saklı güzel bir kadın. tanımlaması Sevgili Evren'e aittir ve Bizim Oralarda Sabah Olunca Zamanı Olmayan Yorumlar Yazılır, başlıklı yazıya yaptığı yorumun içindedir.
**O yazı
***Kars Şehir Sineması 4.bölüm 4.paragraf
Bizim Oralarda Sabah Olunca Zamanı Olmayan Yorumlar da Yazılır...
Gülsen Varol
Ters yüz
1 saat önce
İstanbul'a gelirsen uğra demişti. Keşkem ve pişmanlığım... Kıymetli bir insandı. Yazılana ve insana kıymet verir, zaman ayırırdı. Bir süre mahalleye -eski zaman komşulukları ne kadar yapıcı ve kıymetliydi - uğramamıştım. Nice zaman sonra bir bakayım dediğimde çaldığı müziğe karışan ruhunu öğrendim. Çok üzüldüm. Bazı şeyleri ertelememek gerekiyor. Ne iyi ettin de ekledin bir anını daha. Seni okumak iyi geliyor yüreğime.
YanıtlaSilHep ertelememek gerekiyor diyoruz ama ne yazık ki zaman beklemiyor, bir bakmışsın kaç gün ya da yıl geçmiş.İçindeyken yavaş da, geldiğin noktadan geri baktığında uzun şu hayat denen şey. Ya hiç tanımamış olsaydık kısmı da var elbette, velhasıl_ı kelam lezzetli bir iletişimdi, eksikliğini bu yüzden hissettiriyor:)
YanıtlaSil