Küçüğüm, etrafımda kot pantolonlar görüyorum, tek tük, ya da kot denen pantolondan sanıyorum gördüklerimi... Daha çok da filmlerde izlediğim kovboyların üzerinde!.. Özeniyorum ve istiyorum fakat o yıllarda ülkemizde ulaşmak zor. Bir de mağazaya gittiğim günlerde kolilerden çıkan tarihi geçmiş Amerikan gazeteleri ve dergilerinde boy boy reklamlarına ve bunun yanı sıra da çeşit çeşit modellerine rastlıyorum. İstiyorum, daha çok da tarz olarak seviyorum. Elbette izlediğim filmler ve reklamlar etkiliyor beni, bu tartışmasız.
Annem onları balıkçı pantolonu olarak adlandırıyor, balıkçı yaka kazak gibi. Onun bu tanımlamasıyla fark ediyorum ki balık satıcılarında ve balık teknelerindeki insanlarda bunlardan var! Bense ısrarcıyım. Sonuçta bir gün dayanamayıp alıyor. Zevkle giyiyorum, çocuk yaşıma biraz bol gelse de kemerle sıkıyoruz belini, paçalarını da balıkçılar gibi kıvırıyorum. Fakat ilk yıkanmada morlaşıyor pantolon. Bu olmadı işte! Hayallerim yıkık. Çünkü filmlerde gördüklerimin rengi mavinin tonlarında açılıyor; diz ve diğer aşınan bölgeleri beyazlıyor. Orijinal bir kotum olmalı benim! Tarabaları mutfak camının hizasında olan evden sosyal anlamda daha üst ve şehrin en önemli caddesi üzerindeki, anne burada da o kıyafetlerimi giyeceğiz, dediğimiz bizim olan ilk eve taşınıyoruz o ara.
Bir süre sonra, belki de taşınma sürecinin hemen peşindeki bir kaç yıl içinde liseye başlıyorum. Tek tük orijinal kotlar görüyorum insanların üzerinde. O gün ulaşılabilen marka Rifle ki bildiğim kadarıyla bir İtalyan markası, ona sıcak değilim. Spagetti Western yılları... Lee, Levi's, Wrangler adlarını biliyorum; sonuçta yedek parça kolilerinin içinden Amerikan dergileri çıkıyor! Bunun bir tüketim algısı için mi az gelişmiş ülkelere özellikle yollandığı konusunu düşünmüşümdür, zaman içinde çoklukla. Çünkü sadece giyim kuşam yoktu o dergilerde, otomobilden beyaz eşyaya kadar her şey vardı. Sokaklar Amerikan arabalarıyla dolmaya başlamıştı ki babam da onların yedek parçalarını satıyordu.
Benim kot tutkumsa artarak devam ediyor. Bir iki insanda orijinalini görüyorum ki bunlar kalburüstü, sosyetik ailelerin çocukları ve yurt dışı ile ilişkileri olan insanlar... Sonuçta babam bir arkadaşına tembihliyor ve İstanbul'dan, muhtemelen Amerikan Pazarı'ndan bir pantolon geliyor. Haberini alır almaz, akşamı bekleyemeden mağazaya zor atıyorum kendimi. Biraz burun büküyorum, çünkü algıma işlenmiş markalardan değil. Brezilya malı pantolonumun markası Roy Roger's. Brezilya'da ucuz emekle yapılan bir Amerikan markası da olabilir! Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!
Neredeyse her hafta sonu deniz kenarına gidip, onunla denize girip, çıktıktan sonra da ilkel taşlama olayına girişiyor, kumlarla özellikle dizden yukarılarını ovmaya başlıyorum. Çok olmasa da kısmen başarılı oluyorum. Ne yazık ki okulda giymek yasak!
Sonra bir hafta sonu arkadaşlarla gezintiye çıkıyoruz, kotum üzerimde! Fuar alanına geliyoruz. Ama öncesinde aramızda para toplayıp bir dükkandan bir şişe köpüklü şarap alıyoruz; şampanya niyetine. Fuar alanında biraz dolaştıktan sonra Matasyon'a gidiyoruz bir minübüsle... Sahilde dolaşıyor, bir sürü şaklaban fotoğraf çekiyor, şarabı altı kişi paylaşıyor sonra da şehire doğru yürümeye başlıyoruz ki tam Veteriner Müdürlüğünün önüne geldiğimizde, içimizden birisi Bülent'e uğrayalım diyor. Kapıdan kolayca geçiyoruz, lojmanı aramaya bile gerek duymuyor görevli, çünkü Bülent'in babası kurumun başındaki kişi. Çocuklar ve biz yaşta bir sürü genç futbol sahasının civarında eğleniyorlar. Bir grup biz yaşlarda kız da bizi kesiyor sanıyoruz! Futbol maçı yapıyoruz, oradaki çocuklarla. Sonra da dönüyoruz evlerimize.
Kotum mu ben mi?
Sıramdayım, bir şeylerle oyalanıyorum ve Bülent sırasından kalkıp, geliyor yanıma... Bir kızın beni sorduğunu söylüyor, ne tür ve ne kadarlık bir konuşma olduğunu, konunun ne kadar ben olduğunu hatırlamıyorum pek, ama kotumun konu olduğunu, kızın onu beğendiğini biliyorum; çünkü konuşma nasıl gelişiyorsa, "İstersen imzalı bir fotoğrafını getirim," diyor Bülent. Bir gram bile şımarmadan, üzerine tek bir kelam bile etmeden şu fotoğraftan birinin üzerine "Kadriye E.'ye sevgilerimle," yazıp imzalıyorum. İnce uzun, esmer ve çok hoş bir kız.
Bir süre sonra da onun üzerinde benimkiyle aynı kottan görüyorum!
İlk kotum Roy Roger's olmasına rağmen ki onu çok sevmemiştim, en sevdiğim jean'lerim Lee olanlardı; onu ve elbette parkamı solculuğa ve emperyalizm karşıtlığına daha yakıştırırdım! Wrangler'i de severdim ama sanki o kızlarda daha hoş olurdu, ya da O kızın üzerinde çok hoş duruyordu!. Levi's ise Amerikan Emperyalizminin dibiydi!.. Bir süre özellikle dark mavisi ve kesimleri yüzünden Mavi ile takıldım, şimdi kesimini beğenirsem hepsine eyvallah ki yerli markalar tercihim. Çok özel günler dışında hep kot'umu çeker gezerim; şu hayatta, kumaş pantolonlu günlerimin sayısı pek azdır.
Bir Coca Cola'yı bir de jean'i icat eden için, her namaz sonrası dua et babanne, derdim bir de...
OKUDUKLARIM 2024/77 GİZEMLİ KÜTÜPHANECİ
1 dakika önce
Gözüne kestirdiği cocugun (!) ayakkabılarının Nike olduğunu da kestirmeye baslamisti kizlar 80 lerde.
YanıtlaSilHepsi yokluktan:) Converse delisi bir arkadaşım için bir Amerikalı'yı durdurmuş, zorla ikna etmiş, ona sıfır Erdal marka ki o zamanın popüleri, ayakkabı almıştık... bizimki de huzura ermişti.
SilBen de imzalı foto isterim.501 hayalimdi. Annem İngiltere'ye gittiğinde 501 al bana demiştim etiketinde "made in Turkey" görünce almamış. Sonraki yıllarda Loft sever oldum. Şimdilerde Collins. Amannn nereden nereye gittim.
YanıtlaSilSen anıları olsun da kaleme alsın diye gelmişsin bu dünyaya. Su gibi aktı gene. Çok yaz, çok yaşa.
501 ben dışında herkesin hayaliydi sanırım:) Eskiden televizyonlar yaz seonunda tekrara girerdi, hatırlar mısın:) Sokak yok, mekan yok, seyahat yok, dolayısıyla taze hikaye de yok, o zaman naftalin kokulu sandıkları açıyoruz biz de:)
YanıtlaSilKardeşim bilirdi markaları, dikkat ederdi, aynı bu yazıdaki genç gibi edinmeye çalışırdı:) Ben hiç umursamazdım. Hâlâ aynıyız. Ben neyi beğendiyse onu giyen; kardeşim ise daha çok özenen, markaları bilen, alışverişe meraklı olan:)
YanıtlaSilTam bir dönem yazısı olmuş bu yazı. Keyifle okudum:)
O zamanlar markalar önemliydi, çünkü onların dışındakilerin hiçbiri mavi kalamıyordu ne yazık ki, zaman birçoğumuzu evirdi zaten, ürünler çeşitlendikçe, bizim ürünlerimiz yükseldikçe marka tutkuları da en azından bizler için azaldı:) Ne mutlu bana şu günlerin baskısına keyif katabiliyorsam:)
SilTam bir nostalji rüzgârı olmuş yazın. Kot pantolonların esintisiyle çocukluk ve gençlik yıllarıma uzandım ben de. 70'li ve 80'li yıllarda Almanya'da yaşayan aileme en çok kot siparişi verirlerdi, özellikle dayılarım, sol cebinde kırmızı etiketli levi's 501'den isterlerdi. Çocukluk ve gençlik yıllarımda genellikle Wrangler olurdu kotlarım. İlerleyen yıllarda birkaç kez 501 giymiştim. Sonrasında markayla hiç işim olmadı. Hangi kotun kalıbı üzerime iyi oturmuşsa onu giydim. Hâlâ en severek giydiğim pantolonlar genellikle kot pantolonlardır...her yönden kullanışlı, rahat. Anı türü yazıların ise bir başka tat:) Keyifle okudum. Emeğine, yüreğine sağlık buraneros. Esenlikle kal...
YanıtlaSilEvet bir de kırmızı etiket meselesi vardı... limana gidip gemi beklerdik ki o yabancı gemilerden pantolon alalım, çünkü yabancılar için bir ticaretti bu. Bazı mağazaların bu yolu kullandıklarını öğrenmiştik ve aracıları aradan çıkarmaya başlamıştık, bu sayede:)
SilAnılara dalınca aslında saflık duygusu da yükseliyor, ve yokluğun, bu günlerin de etkisiyle elbette ne olduğunu daha iyi hissediyoruz sanırım ki bu da hoş bir tecrübe, biraz şımarmıştı dünya sanki ve şimdi bazı şeylerin kıymetli olduğunun anlaşılmasına da sebep oluyor Covid-19... Bu aralar anılarda dolaşmaya meylim var:) Çok teşekkür ederim güzel sözlerin için, senin de emeğine ve yüreğine sağlık, siz de esenlikle kalın:)