Çok çok azı deha, çok azı usta, birazı yetenekli ve daha azı da yatkın doğar… ben sonuncu sınıf bir öykücüyüm. Alçakgönüllülük filan değil; okuduğum ve hala okumakta olduğum bunca kitap bunun böyle olduğunu söylüyor bana.
Yoksa masamın başında yaklaşan seçimler adına bir öykü yazmak için böylesine kafa yorup durur muydum?
İstediğim de; bana özgün düşünceler olsun yazdıklarım…
Gel gelelim, inadım inat; beni yaz beni yaz, diye kafamın etini yiyen “Kötü yöneticiler oy kullanmayan iyi yurttaşlarca seçilir” diyen o Fransız atasözünü yazmayacağım… Ama boşuna direnişim, kendime sık sık yinelediğimi söyledim yine: öykücü geçiniyorsun ama… ama da kalıp morarmaya başladım. Evet ben olsam olsam sonuncu sınıf bir öykücü olabilirim. O bile değil: öykü çığırtkanı… İşte bu, gerçek mi gerçek yakıştırma hoşuma gitti. Yakıştı, dedim. Bir eski çağ filozofunun “Oylar sayılmalı değil, tartılmalı” ve Platon’un “Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır” sözlerini sıralayarak rahatça bağırabilirim:
“Duyduk duymadık demeyin… Ey, seçimlerden sorumlu kurullar, seçmenler, sandık başı görevlileri, seçimden önce “Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü”*“Duyduk duymadık demeyin… Ey, seçimlerden sorumlu kurullar, seçmenler, sandık başı görevlileri, seçimden önce “Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü”* birkaç kez okunacak!.. Okuyanlar okumayanlara okuyacaklar!..”
Şimdilik, (Öykü Çığırtkanlığı adına) o kitaptan sadece bir paragraflık alıntı yapacağım:
“Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen sürede oy vermenin zorunlu olmasından sonra hastaneler ve yoksul yurtları Hıristiyan Demokrat Parti’nin oy depoları görevini yapmaktaydı; özellikle Cottolengo’daki seçim sırasında, doğuştan geri zekalılara, ölüm döşeğindeki yaşlı kadınlara, damar sertliğinden her tarafı tutulmuş felçli adamlara veya herhangi bir nedenle aklını kullanamayacak durumda olanlara oy verdirildiğine çok rastlanırdı. Bu olaylar yüzünden, gülünçten acıklıya kadar çeşitli fıkralar uydurulmuştu: Oy pusulasını yiyen seçmenler, elinde bir kağıt parçasıyla kabine girince kendini helada sanıp işini görenler ya da ‘Bir iki üç, Quadrello! Bir iki üç, Quadrello!’ diye liste numarasıyla adayın adını koro halinde yüksek sesle söyleyerek içeri giren azıcık daha kafası işleyenler…"
Ekmel DENİZER
*CALVİNO, İtalo, “Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü”, YKY, Çeviren: SAYIT, Semin, s. 11,12
EN BÜYÜK HUZUR KENDİNLE BARIŞIK OLMANDIR.
2 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder