6 Mayıs 2010 Perşembe

Güzel Şeyler de Oluyor!

Ulusal medyanın; olayların önü arkası ve bütününe bakmaksızın, olayın tüm aşamalarını haberleştirmeksizin, sadece toplumda infiale sebep olacak noktaları öne çıkararak; zaten sorgulamak gibi bir niyeti olmayan, işin aslını merak etmeyen, kendi düz ve ideolojik saplantılarıyla bu türden haberlerin üzerine atlayan, sapla samanı birbirine karıştıran insanlara zemin hazırlama haline oldum olası isyankarımdır.

Haberi de; tıpkı tüketim ekonomisinin herhangi bir ürünün pazarlamasında öne çıkardığı ve genel insan algısını hesap ederek reklamladığı türden bir meta haline getirmelerinin, toplumsal hassasiyetlerin tahribatına ne ölçüde katkı verdiğini ve yanlış bilinçlenmelere yol açarak yangınları körüklediğini gözlemlerim hep.

Bu tavır yüzünden toplumda gerilim artar, insanlar bir takım kamplara ayrılır. Zaten düşünce tembelli olduğumuzdan; belgeye ya da somut verilere dayalı kanaatlerden ziyade, söylentilere dayalı kanaatler oluşturan bir yapımız da olduğu için; her olay aynı kefeye koyulur ve söylenti edebiyatının çok bilmiş dillerinden hareketle olaylar çoğaltılır, algılar kirletilir. Her seferinde de olaya sebep olan kimlik üzerinden, aynı kimliği ya da aidiyetleri taşıyan insanlara topyekün bir tavır takınılır. Bir grup kendini bilmez yüreksiz de ortaya çıkar, hiç bir suçu olmayan savunmasız insanlara saldırır, onları hedefe koyar, bu çirkin ve serseri eylemselliğini de yiğitlik sanır.

Şu beş altı gün içinde iki şehit cenazesine tanık oldu bu şehir... Onbinlerce insan uğurladı cenazeleri... Şehirin değişik yerlerinde yolum bu insan kalabalıklarıyla kesiştiğinde farkettiğim şey şuydu: Samimiyet. Öğrenciler, işçiler, yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler hiç bir ideolojik tavrın tutsağı olmaksızın sloganlar atıyor ve gerçekten insani duygularla kortej kalabalığında yürüyorlardı. Elbette bu kalabalığın içinde yer tutan; alabildiğine önyargılı, "sallandıracaksın bir iki kişiyi mantığıyla" çözümler üretebilen akla sahip, bu örgütsüz tavrı kendine mal eden, bunun kaymağından yararlanmaya çalışan bir siyasi grup ve insanlar da vardı.

Akşam haberleri izlerken ve internette dolaşırken farkettim ki; Diyarbakır adı taşıyan işletmelere saldırılmaya çalışılmış. Emniyet de, kısa dönem önce bir siyasi partinin eski genel başkanına yapılan saldırıdaki zafiyetin farkındalığıyla ve bundan ders çıkardığı için, işletmelerin olduğu bölgelerde bu tür saldırıların olabileceğini öngörerek önlemini almış. Dolayısıyla fiziksel bir tahribat yaşanmamış. Gece boyunca, konvoy oluşturup, ellerinde bayraklarla maç kalabalıkları benzeri bir fanatizm örneği sergileyen bir grup; iki ana caddenin bu sokaklarla kesiştiği noktalara geldiğinde durarak, bu işletmelere ve sahiplerine dönük, küfürlerle beslenmiş sloganlar atmış.

Dün, küçük bir ameliyat geçirecek kızkardeş için gittiğim hastanede onu ve eşini beklerken, masanın üzerinde duran yerel gazetelere göz atıyordum. Her biri farklı siyasi fikirlere sahip, farklı çıkarsal amaçlarla kurulmuş o gazetelerde öne çıkan haberlerde; şehir insanlarının farkındalık yüklü, samimi, duyarlı demeçleri vardı. Bundan daha ötesi her gazetede, her biri tam sayfa olmak üzere Ticaret Odası, Borsa, esnaf dernekleri, Musiad, Kasiad gibi meslek örgütlerinin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının, "Güneydoğu kökenli" insanlarına sahip çıkan ve eylemcileri kınayan ilanları vardı.

O ilanlarda yer alan ve özenle kaleme alınmış cümlelerde görülüyordu ki; bu şehrin sorumlu kişileri, "bu eylemleri yapanlar bir avuç insan, olan biten bir şehire mal edilemez" klişesine hiç sarılmaksızın, sorumluluk alarak, olan biteni halının altına süpürmeyerek, gerçek ve siyasallaşmamış insan duyarlılığı ile sahip çıkmışlardı vatandaşlarına. Fiziksel tahribatlardan çok daha zor olan manevi yıkımların onarılmasına çok önemli bir katkı yapmışlardı. Büyükşehir ve tüm alt belediyelerin farklı partilerden başkanları ortak bir karar alarak, hedef gösterilen lokantalardan birinde topluca yemek yemeye karar vermişlerdi.

Ulusal medya gerçek gazeteciliğin farkında olsa... Bir kentin insanlarının hedef gösterici bir azınlığın önüne ördüğü bu şık duvarı; olayın duyarlı ve sorumlu yanını öne çıkararak duyursa... Güzel bir örnek üzerinden toplumsal bilinçlenme, barış ve kardeşlik adına çok doğru bir iş yapmış olmaz mıydı?

Görsel: Widelec.org

3 yorum:

  1. olurdu elbet ama o zaman iş yapmış olurdu, niyet ne de olsa işgüzarlık etmek...

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, yazılarınıza son hız devam ediyorsunuz, ne güzel. Yazınızda belirttiklerinize gelince kesinlikle haklısınız ancak şunu belirtmeliyim ki olay sadece umursamazlık, vurdumduymazlık veya medyanın bilinçsizliği değil, planlı programlı ince işlenmiş vakalar bütünü. Hep deriz ya coğrafi konum olarak çok şanslıyız, gerçekten öyle, bakmaya fırsat verilse nice güzellikleri sanki keşfeden bizmişiz gibi sevinebiliriz, izin verilse. Güçler dengesi tüm acımasızlığıyla bozulmamak için herşeyi yapıyor. Akbabanın Üç Günü'nü izleyenler tekrar izleyebilir izlemeyenlerse bu eski filmi izlesinler diyebilirim. Bir dahaki yorumda görüşmek dileğiyle.

    YanıtlaSil
  3. Ne yazık ki Sevgili Evren..


    Sevgili sinequanon; Elbette eklemelerde haklısınız ama tüm bu oyunları farkettirmek için de medyanın doğru bir tavır sergilemesi gerekiyor, bilinçlendirme adına... Ama şu da acı bir gerçek ki; safkan gazeteciler yerine,temelde kar eden işletmer mantığıyla hareket eden ve gazeteleri kendi çıkarlarına hizmet aracı olarak kullanan sermaye sahipleri gazete patronu olunca, durum da kaçınılmaz bir şekilde böyle oluyor.

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP