16 Aralık 2008 Salı

Elimde Kahve Kokusu Haber Okurken, İki Çift Laf Edesim Geldi...


Seviyorum bu ülkeyi... Sürekli insanın fikri zenginliğine katkı yapan, bir sürü sosyolojik anlatılar içeren kitapta rastlayamayacağınız kadar farklılığı bir günün içinde bulabileceğiniz zenginlikte bir ülke olduğu için...

Sabah elimde kahve kokusu gazetelere göz atıyorum...

Farklı mecralarda kendi çaplarında örgütlenmiş, hatta terminolojileri seçkincilik karşıtı söylemlerle dolu olduğu halde seçkincilikten kurtulamamış, anlı şanlı, popüler kültür karşıtı gibi gözüken ama kendi mecraları ve yaklaşımları yüzünden medyatik ve popüler olan insanlar güruhunun, her zamanki popüler ve saman alevi çıkışlardan birini yaparak ve üstelik kendilerini her zamanki gibi toplumun diğer katmanlarından, "onlar cahil, bir sürü bilmezler ve güdülenler" mantığıyla soyutlayarak,''1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı ‘büyük felakete’ duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum'' sözleriyle vücut bulan özür haberine takılıyorum.

Meselem özür dilenmiş olması değil, tavrın toplumda varolan yanlış algılamalardan kaynaklanan ön yargılarla oluşturacağı kutuplaşma ve refleksler. Daha önce benzer özelliklerde bir çok imza kampanyasında gördüğümüz, ama onun dışında toplumu bilinçlendirme konusunda çabalarına tanık olamadığımız bu seçkinci ve samimiyetsiz insanlardan biri büyük iddialarla girdiği seçimde; samimiyetsiz, halktan kopuk ve tepeden bakar tavırları yüzünden kıç üstü oturmuş olmasına rağmen bunlardan ders çıkarmayıp, içtenliğin ve samimiyetin sıcak elinden yine tutmayarak, bu tavrın inandırıcılığını ve insana geçen sıcağını bir kenara bırakıp, yine kendilerini konumlandırdıkları radikal ve tepeden bakan bir uslupla buyurmuşlar.

Neden bu parlak ve engin bilgilerini yapacakları yerel toplantılarda, gerektiğinde mahalle mahalle dolaşıp halkla paylaşarak, konu üzerinden onları aydınlatarak, hiç taraf olmadan, önyargısızca, konunun iki tarafından insanları biraya getiren bir sivil örgütlenmeyle tartışıp, bu tartışmanın sonuçlarını yine medya aracılığı ile insanlarla paylaşmazlar? Ve yine bu olaydaki gibi, hemen aynı sertlikte karşı bildirilerin yayınlanmasına, ortalığın gerilip insanların saflara ayrışmasına neden olurlar. Bu kötü alışkanlıktan ve en iyisini ben bilirim tavrından ne zaman vazgeçip, benzer olaylar yaşandığında ötekine koşup konuşmayı, birbirimizi ikna edemesek de anlamayı, sentezler çıkarmayı öğreneceğiz acaba?

Eğer söz konusu olan özür dilemekse, bunu bütün bir halk adına devletin yapması gerekmez mi? Ve buradaki gibi bireysel sayılabilecek ve anlamını bulamamış bir diklikle, sadece ufak bir azınlığın egosantrik bir duruşla sahip çıkacağı bu tavır, ulaşacağı noktada ne derece başarılı ve yararlı olacaktır? Barışın sıcacık ve sevecen tadını duyumsatıp, insanları ona doğru mu yaklaştıracak, yoksa ortalığı birbirine katmakta üstlerine olmayan bir takım radikal odakların, mal bulmuş mağribi gibi sarılacakları bir söylem olarak bir süre onların amacına hizmet edip, sonra da işlevini yerine getirememiş bir şekilde rafa mı kalkacaktır?

Halk olmadan hiç bir şeyin olmayacağını bilmek için çok fazla bilgiye ihtiyaç yoktur. Bütün devrimlere ve en çok da Atatürk'e bakıldığında, Ulusal Kurtuluş Savaşının arkasındaki "Çılgın Türkleri" bir amaç etrafında toplamayı başarmış bir samimiyet, inanmışlık ve deha görebileceklerdir oysa.

Ne yazık ki, Türk ''aydınlarının'' ve solunun en eksik tavrı budur. Halkla kucaklaşmayı ve tokalaşmayı beceremeyen, bunu kendine yakıştıramayan, onları bir şey bilmez gören, kıç üstü oturmuş başarısızlıklarının bedelini halkın anlamazlığına kesip, burunlarından kıl aldırmayan en iyi ben bilirimci bu tavrıdır...

Bu ülkeyi sokak aralarından izleyen biri olarak şunu çok net söyleyebilirim: Bu halkın önemli bir çoğunluğunun kendi halindeyken kimseyle etnik, dinsel, ırksal, renksel, inançsal bir sorunu yoktur. Dolayısıyla kendinden kaynaklanan bir özür borcu da yoktur. Ama devletin ne kadar haklı gerekçeler yaratırsa yaratsın, öyle olmasaydı şöyle olurdu, bu olmasaydı şu olurdu gibi nedenlere sığınmadan, evlatlarını birbirinden ayırmayan bir baba bakışıyla, kurunun yanında yaşta yandı mantığını da bir kenara bırakıp, bu topraklarda yaşayıp o veya bu nedenle acı çekmiş insanlara özür borcu vardır, bu doğrudur. Bunu kendine güvenen bir büyük devlet olarak hiç yüksünmeden, göğsünü gere gere de yapmalıdır; becereleri ve düzeyleri kendinden menkul insanlara bırakmadan. Çünkü onların bu samimiyetsiz ve soğuk tavrı; sonuç alıcı ve doğruya hizmet eden bir çıkış değil, aksine itici, toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul görmez ve sempati yaratmaz bir yoldur.

Bence...:))


Müzik Andrés Segovia'nın Recital Intimo albümünden,
resim bugünkü Milliyet gazetesindendir...

2 yorum:

  1. nesebeb binaen özür dileyeceğim...

    Bu sevimli görükme çabaları yokmu aydınların kahroluyorum..

    bÜYÜK HALAMIN IRZINA GEÇİP ÖLDÜRDÜLER DİYEMİ?

    Dedemi çırıl çıplak soyup donmasını izediler diye mi?

    Kimse onlar bu şekilde öldürmedi..

    Savaşta ölüm ver bu red edilemz bir gerçektir..

    Ama ben onlardan daha çok öldüm,bununda kabul edilesi gerekir..

    YanıtlaSil
  2. YAZIMI SİNİRİMDEN YANLIŞ YAZMIŞIM UMUD EDERİM NE YAZDIĞIM ANLAŞILMIŞTIR..

    Bu günlerde gerçekten bunlara kafam bozuk..

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP