14 Mayıs 2011 Cumartesi

Prag

Sanırım Prag, şimdiye dek hayatımda gördüğüm en güzel şehirdi. Bunun dışında Prag'ı övmek için herhangi bir sözcük kullanmayacağım; çünkü ne Prag'ın buna ihtiyacı var, ne de bu benim haddime..

Avrupa'nın hemen her şehrinde bir Old Town vardır. Şehirler belli bir planlamaya göre kurulur. Eskiyen tarihi binalar paldır küldür yıkılıp, yerine gökdelenler dikilmez. Eski doku korunup, belirli bir plan çerçevesinde başka bölgelere yeni modern binalar dikilir. Hatta Polonyalılar gibi bazı psikopatlık derecesinde ülkesini seven özverili halklar, tamamen yıkılan eski tarihi yapılarını, bıkmadan usanmadan çalışıp orjinaline sadık kalarak yeniden inşa etmeyi başarmışlardır. Bunun örneklerini 2. Dünya Savaşı'nda Almanların hışmına uğramış hemen her Orta ve Doğu Avrupa ülkesinde görebilirsiniz.


Ancak Prag farklı işte.. Sokaklarında yürürken, istisnasız her köşede bir tarih, bir estetik harikasına rastlıyorsunuz. Prag'da dolaşmak, boyutlar arasında gezinti yapmak gibi. 11.yy'dan başlayarak her devri anlatan bir mimarlık harikası görmek mümkün.


Hitler'in bile dokunmaya kıyamadığı... Habsburg imparatoru 4. Charles'ın, Maria Theresa'nın yarattığı... Vitava Nehri'nin romantizmini arttırdığı... Neredeyse tamamı Unesco tarafından korunan "Altın Şehir" Prag; Charles Bridge'yle, saat kuleleriyle, kiliseleriyle, şatolarıyla ve tabi ki Kafka'sıyla bir günde gezilemeyecek kadar önemli bir şehir.





Daha iyisini gezene kadar en iyisi bu!

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Gdansk'ta Bir Ucube

Ne şanslıyız ki bizi ucubelerden koruyacak kültür zenginliğine ve sanat bilincine sahip; evlatlarına, onların bilinçlerine ve kültür değerlerine karşı derin sorumluluklar duyan; algılarına kir bulaşmasına asla izin vermeyen bir başbakan babamız var, şükürler olsun! Bu yaban elde, onun emsalsiz değerini birkez daha farketmeme olanak yaratan bir tanıklık yaşadım geçenlerde...

Gdansk halkının yıllardır, işe, okula, bakkala-çakkala giderken görmek zorunda bırakıldıkları bu ucube, 2. Dünya Savaşı'nda Almanlarla yaşadıkları savaşın anısına dikilmiş.

Üstelik bu ülkenin beceriksiz yöneticileri, 2.Dünya Savaşında hazır yerle bir olmuş şehirleri, "kentsel dönüşüm" adı verilmiş bir proje ile alışveriş merkezleri ve "tower" larla donatıp bir kısım vatandaşlarını zengin etmek yerine, tüm çanak çömlekleri de toparlayarak eski haline getirmişler.
Sonuç itibariyle ben, sanat yoksunu sorumsuz ve çağdışı başbakanları ve belediye başkanları yüzünden yıllardır bir ucubeye bakmak, onunla yaşamak zorunda kalan Polonya halkını görünce; göremediklerimizi gören bir başbakan babası olan ülkem adına çok sevindim! Üstelik onun henüz el atılmamış çılgın projeleri var.

Daha ne olsun!

5 Mayıs 2011 Perşembe

Erasmus'ta Para Yönetimi

Bu yazı üzerinden geçen zamanı göz önüne alınca, bankaların işbirliği ve ortaklıkları değişmiş olabilir, o nedenle bilgileri bahsi geçen bankalardan kontrol edin!


Polonya'da banka kullanımının, para transferlerinin en güzel yolunu, Frengistan'a Ayak Basmadan Önce Yapılması Gerekenler başlıklı yazıda işi kolaylaştırıcı faktörlerden söz ederken, hazırlık sürecinde benden daha hevesli olduğunu vurguladığım babamın araştırmaları sonucu bulduk. Daha önce Polonya'da Erasmus yapmış öğrencilerin internete aktardıkları deneyimleri arasında en akla yatkın olarak beliren tercih Bank Pekao Sa'ydı.
Bank Pekao Sa, Polonya'nın önemli bankalarından biri ve bizimle göbek bağı var. Yapı Kredi bankasının İtalyan ortağı Unicredit'in Polonya'daki anlaşmalı bankası... Bu nedenle Polonya'daki tüm Bank Pekao Sa bankamatiklerinden (sadece Varşova'da 100'den fazla var), Yapı Kredi hesap kartınızla hiçbir komisyon ücreti ödemeden, o günkü kur üzerinden zloti olarak paranızı çekebiliyorsunuz. Buna ek olarak yazının sonunda verdiğim linkten ulaşabileceğiniz kısımda yazılı olan 18 Avrupa ülkesindeki anlaşmalı bankaların bankamatiklerinden de yine, hiçbir komisyon ödemeden ve bulunduğunuz ülkenin para birimi üzerinden paranızı çekebiliyorsunuz. Burada bir önemli ayrıntının altını çizmem gerekiyor: Polonyada bulunduğum şu süre içinde 1 TL'nin 1 Zloti karşısındaki değeri 1.65 ile 1.85 arasında gidip geldi. Bu nedenle kur farkından dolayı ufak da olsa kayıplara uğramamak adına Bank Pekao Sa'nın şu linkini not etmenizi öneririm. Paranızı çekmeden önce söz konusu linkteki listeden TL'nin alış (kupno) kısmına bakarak, kurun yukarıda olduğu günleri tercih ederseniz kazançlı çıkarsınız. Kur eğer aşağıda ise ve an itibariyle acil paraya ihtiyacınız varsa, sadece o miktarı çekip, kalan miktar için bir iki gün sabretmeniz yararınıza olur. Sakın paniklemeyin, çünkü kur bir iki gün içinde yukarı doğru halloluyor. Tabii ki tüm bunlardan yararlanmanız için henüz Türkiye'deyken yapmanız gereken bazı şeyler var. İsterseniz bu konuda kendi serüvenimi anlatarak bir pratik üzerinden bilgilendireyim sizi...

Üniversiteye başladığım yıl , adıma şehrimizin Yapı Kredi şubesinden bir hesap açmıştık ... Bu hesabı internete açtırdığım gibi, doğal olarak yurt dışında da geçerli olan bankamatik kartımı edinmiştim. Eğer an itibariyle Yapı Kredi bankasında bir hesabınız yoksa, Polonya'da rahat etmek için internet bankacılığını da kullanabileceğiniz bir hesap açtırın derim ben. İkinci olarak, siz yurt dışındayken yurt içinde para işlerinizi halledecek bir merkez üs organize etmelisiniz. Benim üssüm; kendisi Bağ-Kur emeklisi olduğu için, emekli maaşının yattığı Halkbank'ta açılmış, masraf anlamında pekçok avantaja sahip gülen emekli hesabı olan babamdı; elbette üssünüzün babanız olması zorunlu değil, dilediğiniz bankada hesabı olan, Eft ve bir çok işlem için masraf ödemeyecek, kolay iletişim kurabileceğiniz, internet bankacılığını kullanabilen herhangi bir yakınınız ya da arkadaşınız da olabilir. Daha sonra babam, aynı bankadan internet üzerinden bir de euro hesabı açtı. Bunları şunun için özellikle anlatıyorum: Tanıştığım bir çok arkadaşımın ve forumlarda rastladığım pek çok öğrencinin paralarını, hibelerini sırf masraf ödememek adına büyük de bir risk alarak yurt dışına yanlarında götürdüklerini görüyorum. Bir kısmının paralarını swift işlemleri ile aktarmaya çalıştıklarını, Polonya'da hesap açmayı düşündüklerini okuyorum. Daha Türkiye'deyken okudukları şehirlerdeki bankalara yatan hibelerini yanlarına alarak kendi bulundukları şehire götürdüklerini gözlemliyorum. Benim anlatacaklarım paranızın başına gelebilecek çalınma, kaybolma, bir anda eline fazla miktarda para geçen öğrenci içgüdüsüyle, “Nasılsa para çok!” deyip gaza gelerek parayı 1-2 ayda çarçur etme, dolayısıyla daha en baştan moralinizi dibe vurdurabilme olasılığı olan riskleri ortadan kaldıracak en güvenli, en masrafsız ve de en işlevsel yolları içermektedir.

Benim hibem, daha önce kredi başvurusu yapıp bir hesap ve banka kartı sahibi olduğumdan üniversitemin şehrindeki Ziraat Bankası Euro hesabıma yatırılmıştı. Param bankada huzur içinde uyurken, ben de cebimde olmasının, dolayısıyla başına bir şey gelmesinin risklerinden uzak bir şekilde otobüsün koltuğuna kafamı koyup huzur içinde şehrime gelmiştim. Evime geldikten bir kaç gün sonra Ziraat Bankası'na giderek döviz işlemleri düğmesine basıp sıra numaramı aldım. Bankada sıra bekleyen onca kalabalığı gördüğümde, uzun süre ayakta dikilecek olmanın baskısı üzerime çöktü çökecekken, daha oturmaya fırsat bulamadan Western Union yazan gişenin tabelasında sıra numaram yandı. Görevli memura hesap cüzdanım ve kimliğimi vermemin ardından 16 TL gibi beklediğimin aksine son derece cuzi miktardaki masraf parasını takdim ederek, okul tarafından yatırılmış hibemin tamamını Euro olarak çektim. Paramı en emniyetli cebime koyarak, bu kez babamın hesabının olduğu Halkbank şubesinin yolunu tuttum ve hibemi babamın euro hesabına yatırdım.

Yurt dışına çıkmadan önce öğrenim kredimin yattığı Ziraat Bankası kartımı da babama bıraktım. Aile efradının verdiği eurolardan ihtiyacım kadarını yanıma aldım ki Polonya dışında gezeceğim Euro ülkelerindeki nakit ihtiyacımı karşılasınlar ...

Şimdi bu organizasyonu nasıl kullandığımıza gelelim: Güzel bir aileye doğmuş şanslı bir çocuk olduğum için aile fertlerinden de harçlıklar gelir. Bu paralar babamın hesabında toparlanır. Babam da bu paraları, benden gelen isteğe göre (hostel ücretimi yatıracağım, tura katılacağım, geziye çıkacağım vs. durumlarda) oturduğu yerden hiç masraf ödemeden ve TL olarak benim Yapı Kredi Bankası hesabıma Eft yapar. Ben de Polonya'da herhangi bir Bank Pekao Sa bankamatiğinden Yapı Kredi kartımla ihtiyacım kadarını Zloti olarak çekerim. Burada diğer bankalara göre önemli farkı vurgulayan bir not vermem gerek: Buradaki bankamatiklerden hesabınızda ne kadar para olduğunu göremiyorsunuz. Fakat Yapı Kredi şöyle bir güzellik sunuyor size... Yurt dışındayken, özellikle Polonya'dayken internet bankacılığını kullandığınızda telefonunuza gelen şifre mesajından dolayı sizi kontör harcamak zorunda bırakmıyor, masrafı tek taraflı karşılıyor. (Polonya'dan hat almış olmama karşın Turkcell hattımı da yurtdışına açtırıp yanımda getirmiştim. İnternet bankacılığını kullanacağım zaman sim kartları değişiyorum. (Ancak, Vodafone ve Avea'da da aynı kolaylığın sağlanıp sağlanmadığı konusunda herhangi bir bilgim yok) Dolayısıyla siz kendi bilgisayarınızdan istediğiniz zaman ve sms ücreti ödemeden hesabınıza girip neyiniz var neyiniz yok görebiliyorsunuz.

Bizim sistemin şöyle bir güzelliği daha var: Hani benim hibem babamın euro hesabında ya! Ben ne zaman babama (psikolojik uyanıklık yapıp)hibemden şu kadar miktar gönder desem, (o durumu çakmış olsa da) bir türlü benim "alınterim" parama kıyamıyor ve kendinden yolluyor. Misal ben diyorum ki ona: Öğrenim kredimi çektiğinde kredi kartıma şu kadar para yatır, kalanı da benim hesabıma yolla . O yine de hibeme dokundurtmuyor ve kredimi tam olarak yollayıp kredi kartı ekstramı da kapatıyor! Dolayısıyla hibemi okul bittikten sonraki son 1.5 aylık dönemde interrailimde harcamam için tutuyor. Haa ben de işin cılkını çıkarıyor, son derece hesapsız ve sorumsuz para harcıyorum sanılsın istemem açıkcası:)) Biz anlıyoruz biribirimizi babamla deyip noktayı koyuyorum:))

Yani demem o ki, önerdiğim yolu izlemenin; hem pratikte faydası var, hem de ebeveyn üzerinde söz ettiğim türden bir psikolojik etki yaratması, dolayısıyla dokunulmamış hibenizin sizin kullanımıza amade bir şekilde kalması gibi şahane bir bonusu var. Tabii ki ebeveyninizin sizden daha hevesli ve planlı olması gerek.:))

Yoğun sorular üzerine yazıya ek: Bu yazıdaki yöntemin temel mantığı; başlangıçta da belirtildiği üzere parayı daha planlı, kontrollü ve zamana yayarak kullanmak, hızla tüketip de sonunda sıkıntılı bir süreç yaşamamak. Ben kendime güveniyorum diyenler başkası üzerinden üs hesap oluşturmadan YKB'de (internete açık) bir de Euro hesabı açabilirler ve hibelerini bu hesaba yatırabilirler. Süreç içinde ihtiyaçları olduğunda, ihtiyaçlarının karşılığı kadar Euro'yu internet üzerinden TL' ye çevirdiklerinde para otomatik olarak kartlarının bağlı olduğu hesaba geçer ve bu parayı istedikleri Bank Pekao Sa bankamatiğinden çekebilirler. (Not: Halihazırda internete açık bir YKB hesabı olanlar internet üzerinden de Euro hesabı açabilirler.)


Şimdi son kez, masrafsız ve kolay para kullanımı için bizim başvurduğumuz metodda yapmamız gerekenleri tekrarlarsak:


1. Yapı Kredi bankasında bir hesap sahibi oluyoruz. Bu hesabımızı internet bankacılığına açtırıyoruz. Yurt dışında da kullanabildiğimiz bankamatik kartımızı ve varsa acil durumlar için kredi kartımızı yanımıza alıyoruz.

2. Ülkede bizim işlerimizi yapacak mümkünse Eft için masraf ödemeyecek türden bir hesabı olan bir yakınımızın hesabını merkez üs yapıyoruz.

3. Öğrenim kredisi ya da burs alıyorsak, bunlara ait bankamatik kartımızı üs hesabın sahibine bırakıyoruz. (Ziraat Bankası kartınızı isterseniz yanınızda getirip “Cash for You” yazan bankamatiklerden de komisyonsuz nakit çekebilirsiniz. Ama paranızı çarçur edebilme riskine binaen yanınızda getirmemenizi öneririm)

4. Hibemizin; eğer takviye paralar gelecek yerimiz yok ise, 350 euro kadarını yanımıza alıyoruz ki kalacağımız yerin parasını gittiğimizde ödeyelim. Kalan parayı da üs hesaba yatırıyoruz.

Üs hesabın sahibinin yapacakları:

1. Bize ait, eşden dostan gelen, öğrenim kredisi ve benzer tüm paraları kendi hesabına yatırıyor; ve bizim istediğimiz miktarları bizim YKB hesabımıza istediğimiz günde oturduğu yerden eft yapıyor.

2. Eğer başka imkanlarımız yok da mecburen hibemizden kullanacaksak parayı, o istediğimiz kadarını (mesela haftalıklar halinde) TL'ye çeviriyor ve hesabımıza eft yapıyor.

Dolayısıyla bu metodu kullandığımızda hiçbir şekilde banka masrafı ödemeksizin paramızı emniyetli, planlı ve çarçur etmeden kullanmış oluyoruz. Paramız euro'da kaldığından dolayı da kullanmadığımız kısımların kur artışlarından yararlanmış oluyoruz.

18 Ülkede YKB kartınızla yararlanabileceğiniz bankaların listesi:
http://www.yapikredi.com.tr/tr-TR/en_yakin_ykb/dunyada_atm.aspx

1 Mayıs 2011 Pazar

Değişik Duygular..

Konferans sonrası durağımız Gdynia'ydı. Kaderin ağlarını örmesi sonucu, 2 yaz önce Rotary Exchange vasıtasıyla 1 hafta bizde kalmış olan Filip'le haberleştim, Gdynia'ya geleceğimi söyledim ve o da bizi evine davet etti. Türk misafirperverliğinin en güzel örneklerini sunmuştuk kendisine, biraz da bunun yarattığı kibirle yola koyulduk. Sanki Polonyalılar misafire karşı bizim kadar ilgili olabilirler miydi ki?

Gece 11'de Gdynia Glowna tren istasyonuna indik. Filip ile annesi bizi karşıladı ve arabayla evlerinin yolunu tuttuk. Gdynia'nın göbeğinde deniz manzaralı son derece şık bir dairede bulduk kendimizi.. Evin direği baba ve şirin kedileriyle de tanıştıktan sonra ilk şoku yaşadık. Polonya'da asıl ana öğün lunch olmasına rağmen, bu geç saatte bizim için sofra kurulmuştu. Hem de ne sofra! Annesinin yaptığı yemekler gerçekten müthişti. Paprika dedikleri içi yoğurtlu soslu bir kırmızı biber yemeği, özel soslu bir tavuk ve çeşitli mezeler..

Burada çok fazla detaya girmek istemiyorum. Yalnızca Avrupalı bir ailenin evinde kalmanın nasıl bir duygu olduğunu, aramızdaki benzerlikleri farkettikçe neler hissettiğimi kısaca anlatmaya çalışacağım. Sonuçta bu benim hayatımda önemli bir ilkti ve açıkçası geldiğimden beri Avrupa hakkında her an biraz daha kırılmakta olan, az sayıdaki önyargılarımı, daha doğrusu Avrupa ile aramdaki çekince duvarlarını da un ufak etti.

Kaldığımız apartman dairesi konumu ve lükslüğü açısından muhtemelen tüm Gdynia'nın en gözde evlerinden birisiydi. Ailenin maddi durumunu ve yaşayış tarzını rahatlıkla bizim yüksek orta sınıf ailelerimizle karşılaştırabiliriz. Hem anne, hem de baba ticaret sektöründe yönetici olarak çalışıyor ve iyi seviyede İngilizce biliyor. O kadar ki 2 gün boyunca aramızda geçen muhabbetlerden sonra, İngilizcemin bir kademe daha atladığını hissettim. Zaten bu konuda aramızdaki geyik, bizim üniversitenin Varşova'daki okulla anlaşmasını feshedip bu evle anlaşma yapması gerektiği yönündeydi.

Kaldığımız süre boyunca her anlamda çok iyi ağırlandık. Bunda esas oğlanın bizimle geçirdiği günler boyunca, hem bizim üzerimizden Türk aile formatı hem de genel olarak Türkiye hakkında edindiği olumlu izlenimlerin payı büyüktü şüphesiz. O kadar ki gece barda iki tek attıktan sonra içini dökmeye başladı ve bana Türkiye'yi unutamadığını, ülkemizde geçirdiği süre boyunca “İşte yaşamak istediğim yer burası” diye düşündüğünü söyledi. En çok etkilendiği şeyler kalabalık, birbirine bağlı aileler ve samimiyetimizdi. Bireyselliğin ve çıkar ilişkilerinin giderek hakim olduğu küreselleşen dünyada az bulunan bir özellik şüphesiz, ki bu anlamda ona hak veriyorum. Benim Türkiye'de tereddüt yaşadığım çoğu konuda kendimi Avrupa'da geliştirmem gibi, o da bizden bazı şeyleri almış. Filip ayrıca tam bir Atatürk hayranı ve odasında onun posteri asılı. Zaten bu yaz askeri okula kaydolup subaylık yolunda ilk adımı atacak.

Gdynia, Gdansk ve Sopot turunu Filip ve babasıyla beraber yaptık. Tur için önceden internetten tarihi yerlerle ilgili araştırma yapıldı ve alınan bilgi içerikli çıktılar eşliğinde bir gezi programı hazırlandı. Zaten Avrupalılarla aramızdaki en önemli farklardan biri plan-program olayı. En ufak bir işi bile tam olması gerektiği gibi, hakkını vererek yapıyorlar. Tek başımıza gezmeye kalksak bu kadar yeri 1 günde gezmemiz imkansıza yakındı, bu açıdan da çok şanslıyız.

Aramızda İngilizce konuşmasak, ciddi anlamda bir Türk arkadaşımın evine yatıya gitmişim gibi hissedecektim. Hatta bizde arkadaşınızın evine kalmaya gittiğinizde çoğu zaman anne-babaya karşı yanlış bir davranışınız olmasın diye kendinizi sıkarsınız. Ona bile hiç gerek duymadım.

Anne birbirinden güzel yemekler yaptı, baba bizle lafladı, espriler yaptı ve arkadaşım bizi gece dışarı çıkarıp muhabbet etmemiz için kız arkadaşlarıyla tanıştırdı.

Şam'daki aileler nasıldır bilmiyorum; ama bundan iyisi Şam'da kayısı olurdu herhalde!

23 Nisan 2011 Cumartesi

Bir Konferans

Son 20 günüm, Erasmusumun şimdiye kadar ki en yoğun dönemiydi. Yalnızca bir Auschwitz yazısıyla geçiştirmek olmazdı. Nitekim olmayacaktı da; ancak internete girecek bile vakit bulmakta zorlandım. Bugün cumartesi, Polonya'da Paskalya, ülkemde 23 Nisan kutlanıyor. Babam yazı girmem için sürekli dürtükleyip duruyor. Gelecekte buralara gelip bayrağı daha ileriye taşıyacak ülkem gençliği için elimden geldiğince tecrübelerimi paylaşmalıyım.

Olsztyn'e gitme konusunda bizi gazlayan şey, okulumuzun Erasmus Koordinatörü Iwona'nın attığı bir maildi: Olsztyn'de Polonya çapında erasmus öğrencilerinin de katılabileceği bir konferans var. Ayrıntılı bilgi Olsztyn ESN sayfasında..

Olsztyn ESN'den gerekli bilgileri edinip, konferansın organizatörleriyle Facebook'tan irtibata geçtikten sonra, toplam 3 gün için kalacağımız otelin ücreti dahil 130'ar zlotiyi cebimize koyup, 20'şer zlotiye de tren biletlerimizi alıp Olsztyn'in yolunu tuttuk.

Varış saatimizi önceden bildirdiğimiz için bizi tren garında ESN'den Ania karşıladı. Ania'nın üstün fiziği ve cazibesi karşısında kısa süreli bir şok geçirdikten sonra, ikinci şoku yiyip BMW'sine bindik. Böyle durumlarda soğukkanlı kalmayı bilen bir yapım olduğu için, risk alıp öne ben oturdum ve Ania'yla muhabbete başladık. Olsztyn tanıtımı ağırlıklı kısa bir şehir turundan sonra, kampüsün içinden geçip kalacağımız otele geldik. Odamız Varşova'da kaldığımız yerin standartlarına nazaran çok daha iyi olmasına rağmen Ania tam 3 kez: "Umarım memnun kalmışsındır, isterseniz odanızı değiştirebiliriz" dedi. Yok artık! Güzellik, endam bir de bu kadar ilgi!.. Aynı Ania, konferansın moderatörü olmasına rağmen, son gün resepsiyonda İngilizce bilen biri olmamasından dolayı yaşadığım sıkıntı üzerine, konferansı bırakıp koştur koştur yardıma gelip 10 dk dil döktükten sonra 50 zlotimin cebimde kalmasını sağlayacaktı.

Polonyalı kızların fizikselden öte, daha da önemli olan genel mental özelliklerini bir başka yazıya saklayıp, konferansın içeriğine geçelim: Lizbon Antlaşması'nın Polonya'ya etkileri kurumsal, ekonomik, adli ve yasama başlıkları altında dört ana oturumda anlatıldı ve tartışıldı. Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren hemen hiçbir konu olmamasına rağmen konferansın İngilizce olması en azından bir ton yeni kelime öğrenmemizi sağladı. Konuşmacıların hemen hepsi alanında Polonya'nın ileri gelen akademisyenleri ve bürokratlarındandı ve işin garip tarafı lunch'ta biz bu adamlarla aynı masada yemek yedik, muhabbet ettik!

En az 150 kişinin katıldığı ve 10 farklı konuşmacının ağırlandığı konferansı yalnızca Ania, Kasia, Piotr ve Monica; yani toplam 4 kişi idare etti! Hiçbir problem çıkmadığı gibi sıklıkla verilen kahve araları, öğle yemekleri ve akşam eğlenceleri konferansı son derece keyifli bir hale de soktu. Son gün konferans biterken artık ağlayacaktım: Konferansta yeri geldiğinde moderatörlük, yeri geldiğinde konuşmacılık, yeri geldiğinde tercümanlık yapan bu kızlar, üşenmeden hep beraber bulaşıkları yıkamaya başladılar! Kusura bakmayın ama bunu yapacak Türk kızı çok azdır..

Kısacası tavsiyem, fırsatınız olursa bu tarz geniş çaplı, az biraz alanınızla ilgili İngilizce bir konferans bulursanız katılın.

İnanın bana, son derece güzel hazırlanmış ve Avrupa Birliği onaylı olmasına rağmen alacağınız sertifika, yaşayacağınız diğer tecrübelerin yanında hiçbir şey!

19 Nisan 2011 Salı

Auschwitz


Harenda'nın pub bölümünden atıldığımızda saat gece 2'yi gösteriyor. Atılmadan kastım, 1 saatten fazla sipariş vermeyince garson zırt pırt yanınıza gelip: "Birşey daha ister misiniz?" diye sormaya başlıyor. Hesap 75 zlotiye yaklaşınca, yapacak birşey kalmıyor. Sabah 6'da Krakow treni olan 6 tane Erasmus öğrencisi, kendilerine oyalanacak yeni bir sıcak yer bulmak zorunda. Hostele dönemezler; çünkü uzaklıktan dolayı oraya gidip gelmek en az 2 saat sürecek.. Peronda beklemek sıkıntı, çünkü soğuk.. Varşova Centralna'nın yer altına kurulu olması soğuğu engellemeye yetmiyor; güvercinlerin, tünellerin içinde fink atmasını da.. Üst kat Information'ın ve bekleme salonunun bulunduğu yer. Oradaki az sayıdaki bankı da Polonyalılar parsellemiş durumda. Bu bölüm daha sıcak, ancak oturacak yer yok: Tek yol gece otobüsüyle 3 saat şehir turu yapmak..

Sabah saat 4.30'da Praga tarafında bir otobüs durağındayız. Gece otobüsüyle 1 saat yolculuk yaptık. Praga yoksul kesimin yaşadığı semt olduğundan genelde korkulan bir yerdir; ama bu kez korku salan biziz. Bu saatte orada otobüs beklemek yürek ister çünkü..

Saat 6'da tren geliyor. Krakow'a doğru yola çıkıyoruz. Kompartımanlar şansımıza tıklım tıklım. Halbuki trene binmeden önce 3'er 3'er, 2 farklı kompartımana yayılma yönünde hayaller kuruyorduk. Şimdi bir kompartımanda 7 kişiyiz. Ayaklarımı uzatıp yayılma şansım yok..

9.30'da Krakow Glowny'deyiz. Akşam 10'da 3'ümüz buradan Prag turuna katılacağız. Krakow'da gezilecek yer çok vakit dar. Tuz madenine gitmek 1 saat, Auschwitz 1.30 saat, Old Town gara 5 dk.. Yorgunluksa hat safhada.. Tercih, Krakow Galeria'da Türk yemekleri yapan Merhaba adlı self servis restaurantta birşeyler yedikten sonra Auschwitz'in yolunu tutmak. 500 gramlık bir tabak 15 zloti tutuyor bu arada..
Saat 11.40'da Oswiecim trenine yer buluyoruz. Oswiecim, kampların kurulu olduğu küçük bir şehir. Burada bile kebapçı var! Gardan dışarı ayak basar basmaz karşımıza çıkıyor.. Saat 14.00'da Auschwitz Müzesi'nin kapısındayız. Uzun pazarlıklar sonucu kendimizi grup ve öğrenci yazdırıp kişi başı 30 zloti'ye içeri giriyoruz. Bizi öncelikle bir sinema salonuna alıp, Auschwitz'i anlatan kısa bir film seyrettiriyorlar.Saat 15'e doğru rehberimiz metin bir şekilde geliyor ve toplam 15 kişilik bir grubun içinde zorlu tura başlıyoruz. Burası Auschwitz..
Avrupa'nın her yanından toplanan 1 milyondan fazla kişi Naziler tarafından yakıldı, gaz odalarına atıldı, ölene kadar çalıştırıldı, kimyasal deneylerde kullanıldı. Günlerce kuyuların içinde bekletildi, kurşuna dizildi, elektrikli tellerde can verdi. Kadınların saçları kesildi, çocukların oyuncakları ellerinden alındı..
Ellerinde 25 kiloluk çantalarıyla kampa gelen trenler dolusu insan, 25 tonluk acı gördü. Çalıştılar, yaptılar; ancak özgür olamadılar. Kurtulan çocuklar adları ve milliyetleri sorulduğunda, kollarındaki numaraları gösterdi. Üzerine gelecek inşa edebilecekleri bir geçmişleri yoktu çünkü.. Fırsatınız olursa Auschwitz'e gidin. Savaşın, acının, bağımsızlığın, özgürlüğün ne demek olduğunu birkez daha görün..

13 Nisan 2011 Çarşamba

Olsztyn Diye Bir Yer


Polonya'da Erasmus yapmakta olan ya da yapacak öğrencilerin dikkatine! Olsztyn diye bir yer var gençlik! Burası Polonya'nın en büyük kampüsüne, en büyük öğrenci festivaline ve Avrupa'nın şehir sınırları dahilinde yer alan en büyük ormanına sahip.. Göllerini saymıyorum bile! Varşova Centralna'dan tren bileti öğrenciye 22 zloti.. Polonya'da bilet alırken kimlik kontrolü yok, ancak buna aldanıp sakın yanınıza kimliğinizi almayı unutmayın. Çünkü kontrol trenin içinde... Eğer kimliğiniz yanınızda değilse, normalde son derece sempatik olmalarına rağmen demiryolu çalışanları gözünüzün yaşına bakmıyor. Tren biletinizi mümkün olduğunca aktarmasız almaya çalışın. Aktarma yapmak mecburiyse, ayık olun. İstasyonun birinde vagonunuz başka bir lokomotife bağlanır ve gözünüzü komşu ülkelerden birinde dahi açabilirsiniz.

Asıl konumuza dönelim: Olsztyn'e vardığınızda genç bir nüfus, küçük ama kullanışlı bir şehir ve mükemmel bir kampüsle karşılaşacaksınız. Üniversitenin alanının içinde büyüklü küçüklü ve lükslük derecesine göre fiyat olarak değişkenlik gösteren 9 tane yurt var. En pahalısı aylık 500 zloti.. Varşova'daki orta halli hostellerin yanında Hilton.. Bu küçük ama gözlerini biraz açık tutana büyük fırsatlar sunan şehirde, yurdunuzun koridoruna biranızı elinize alıp çıkabilir, yeni insanlarla tanışabilir, müthiş çalışan ESN'inin peşine takılabilir, kısacası her an kendinizi yeni bir eğlencenin içinde bulabilirsiniz. Her türlü sporu yapabileceğiniz kullanımı ücretsiz olan spor komplekslerinde vakit geçirebilir, göllerde kano gezileri, kamping yapabilir, balık tutabilirsiniz. Her yurdun altında bir bar var: Daha ne diyeyim size! Eğer üniversitenizin anlaşması Olsztyn'leyse hiç düşünmeden gidin.. Varşova'yı da nasılsa bir ara gezersiniz! Çünkü Olsztyn'e trenle yalnızca 3 saat uzaklıkta olan Gdynia-Gdansk-Sopot üçlüsü bence başkent Varşova'dan çok daha gezilesi yerler.

30 Mart 2011 Çarşamba

Wisla, Paskalya ve Ulusa Sesleniş

Hava karardıktan sonra esen soğuk rüzgarları ve sabah uyandığınızda size kısa süreli bir şok yaşatan sürpriz kar yağışlarını saymazsak Varşova'ya bahar geldi diyebiliriz. Sokaklar, şu sıralar dini vecibelerini yerine getirmekte olan koyu Katolik Polonyalılar nedeniyle fazla dolu değil. Bu konuda çeşitli spekülasyonlar dolaşmakla birlikte, edinilen bilgilere göre Paskalya öncesi 40 gün, bir tür oruç tutuyorlar: Bu süre boyunca müzik dinlemiyorlar, içki içmiyorlar, kızın evinden “No sex!” diye azarlanarak atılabiliyorsunuz vs. Dolayısıyla barlarda ve clublarda Polonyalıdan çok diğer milletlerden insanlarla karşılaşıyorsunuz. Örneğin, Varşova'nın en çok tutulan öğrenci club'larından Remont'ta geçen salı gecesi rastlaşıp çeşitli vesilelerle lafladığım kişilerin tam dökümü 5 ispanyol, 1 Amerikalı, 1 İngiliz, 1 Hollandalı, 1 İtalyan ve yalnızca 3 Polonyalıydı. Hemen her gece kulübünde açık farkla en büyük azınlığı oluşturan ve bu alanda İspanya'yla çekişen Türkleri saymıyorum bile.

Bu arada fırsattan istifade bir ulusa sesleniş konuşması yapmak istiyorum: Varşova'da Erasmus yapmakta olan bazı Türk öğrencilerin (özellikle kızların) kendilerine çeki-düzen vermesi önemle rica olunur. Lütfen Türkiye'de yapamayacağımız bazı hareketleri, en azından sırf Türkiye'de yapamadığımız için Erasmus rahatlığı altında uygulamayalım, çok rica ediyorum! Ben bir köşede elin Polonyalı kızına Avrupa Birliği muhabbeti yaparken, Türkiye'yi tanıtırken, diğer köşede farklı tanıtımlar yapmak hiç hoş değil! Ayakta duracak halimiz yokken bara-cluba girmeyelim, başımıza iş almayalım. Herşeyi tadında bırakalım, daha sonra pişman olacağımız hareketlerde bulunmayalım. Sizin iyiliğiniz için söylüyorum. Yoksa umrumda değil, istesem "İtalyanım(!)" der geçerim, adım da Mussano zaten..
Pazartesi günü şehrin en ölü günü. Çoğu yer ya erken saatte kapanıyor ya da hiç açılmıyor. Eğer illa dışarıda dolanacağım diyorsanız; öğle saatlerinde Nowy Swiat'tan Old Town'a doğru yürüyebilir, Old Town'ın içindeki yerel Polish restaurantlarından birinde "lunch" yiyebilirsiniz. Old Town'ı tavaf ettikten sonra Wisla kenarında dolanabilir ya da hemen her aralığa planlı bir şekilde serpiştirilmiş parklardan birinde oturabilirsiniz. Old Town, şehrin en çok turist çeken yeri olması itibariyle haftanın her günü ve her saati size mutlaka birşeyler vaadedecektir.

Benim Pazartesi günü çizdiğim rota, Centrum Metro'da 1 aylık süresi dolan Karta Miejska'mı yeniden doldurttuktan sonra Novotel'in hemen karşısındaki, yani Jerozolimskie'yle Marshalkowska'nın kesiştiği kavşaktaki Bank Pekao Sa'dan Yapı Kredi kartımla Zloti olarak paramı çekmekle başladı. Jerozolimskie (Kudüs) Caddesi'nden Wisla tarafına doğru iki blok yürüyüp, %100 Türk sermayeli King Kebap restauranlar zincirinin Jerozolimskie şubesinin önünden tereddütsüz geçtim (ilk gidişimde çalışanlarının tavırlarından pek hoşlanmadığım ve Adana dürümden iyi bir kazık yediğim için gözümden düştü) ve Nowy Swiat'ın girişine kendimi attım. Burada önümde iki seçenek belirdi: Ya sola dönüp 36. kez Old Town'a kadar yürüyecektim ya da sağa sapıp Parlamento (Sejm) binası ve Sheraton'ın bulunduğu tarafa doğru yönelecektim. Tercihimi önce Adam Miskiewicz'i selamlayarak Old Town'a yürüyüp Restauracja Polska'da "lunch" yemek, daha sonra Basilica Katedrali'nin ve Castle Inn'in arka sokaklarından, tepeden Wisla'yı, Praga tarafını ve Euro 2012 için yapılmakta olan yeni stadı görüntülemekten yana kullandım
.
Sonraki hedefim Aleja Ujazdowskie tarafına yönelen bir otobüse atlayıp, Sheraton'ın önünde indikten sonra yürümek oldu. Macaristan, Litvanya, Bulgaristan gibi çeşitli ülkelerin büyükelçilik binalarının önünden geçip ilk bulduğum parka kendimi attım. Sağolsun ördekler de beni pek sevecen karşıladı.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP