5 Kasım 2008 Çarşamba

İsteyen Buyursun Gelsin!

Elde yapılacak iş kalmayınca oluşan çok şey yapmak isteyip de yapamama halinde nötr bir vaziyetteyken her şeye (bu halin tatlılığını da sevmedim değil ama içimde de beni kıpırdatacak bir aksiyon ihtiyacı var hani)... Şu an okulu asmış çocuk tadında yapmak istediklerimden biri, atlayıp trene eski kente kaçmak, bir diğeri sinemaya tüymek... Trenin saati günün çok erkeninde olduğu için şu an yerine getirilemez bir eylem bu.

Aslında, asıl yapmak istediğim öğlenin bu saatinde; ama harbiden underground, şöyle bilinmez grupların kendi tarzlarını sahneye koydukları bir mekanda, muhtemelen bu saatlere denk gelecek provalarını izlemek. Bu mekanda şu da olmalı; göz önü olmayan ama gözün mutlaka takıldığı noktalara yerleştirilmiş resimlerden oluşan bir mini sergi. Bir yandan o sergiye göz atarken yeraltına sığınmışlığın yumuşak ışıklarında, ardı işe dönüş olduğundan (gönül başka şeyler istese de) sadece kahve içmek.

Hayallerin sınırı olmadığına inanan ben karar verdim ve kendi mekanımı buraya kurdum. Şimdi arkama yaslanıp müziği dinlerken, resimlere bakma zamanı. İsteyen buyursun, hesaplar benden.



''Resimler Amerikalı sanatçı Madeliene Abling' e aittir.''
Daha fazlası için buradan lütfen!









4 Kasım 2008 Salı

Kırış Kırış Kurşun Kalemin Soluklaşmış Kağıdı


Geleneksel bahar temizliklerinin olduğu zaman; kız kardeşim, komutasındaki iki kişilik timle baskın yapıp evi baştan aşağı elden geçirdiği için, bana olağan görüntüler arz eden kitaplığın raflarında üst üste koyulmuş kitaplar, orada burada duran CD'ler, özellikle iki kişilik time göre ortadan kaldırılması gereken ceset anlamı taşıdıklarından, göz önünden uygun morglara yerleştirilirler ev içinde.

Bugün, liseli zamanlarda yazılmış mektupların, resimlerin, kartların saklandığı, uzun süredir arayıp da bulamadığım torbamla, kime gitti de gelmedi diye bir sürü insanın günahını aldığım, ağzıma geleni saydığım kitaplar başka bir şey ararken ilgisiz yerlerde, elime geldiler.

Kitapları, bahar harekatı öncesi yerlerine tıkıştırıp özgürleştirdikten sonra torbamı alıp beni çok eskilere yolculayacak mektuplara el attım. Tesadüfen bulduğum torbanın içinden çıkan kırış kırış kurşun kalemin soluklaşmış kağıdına çok evvel zaman önce yazılmış bir lafımla karşılaşınca; cümlelerimin küçük notlara dönüştüğü günler film şeridi olup akmaya başladı gözümün içinden... Ben bununla yetinmeyip, henüz keşfedilmemiş zaman makinesinde film şeridi olmaktan çıkarıp her şeyi, tam ortasına kuruluverdim geçmişin.

Henüz ilk gençliğin öykünen tavrında, "Seni seviyorum" demeyi racona yakıştıramayan, o seslenişe yüklediği anlamın çok büyük olduğunu ve onu sadece bir kişiye söyleyeceğini felsefe yapıp kızlara satan, allahı var etrafı kalabalık, tüm raconlara rağmen her zaman göbek atarak beklediği tatili gelsin istetmeyen, zamanı belli olmayan bir günde üzerine yazılacak kıza usul usul aşık, ama bunu ne kendine ne etrafına itiraf edemeyen, başka arkadaş gruplarında başka başka kızlarla ilişkiler yaşarken aklı, gönlü, ruhu hep onda olan çocuk; o gün de her zamanki halinde, ders anlatan hocadan, dersten uzakta, önündeki kağıda sözcükleri kendi anlamlarından alıp başka anlamlar yükleyerek yazdığı uyduruktan şiirler gibi - etrafında gördüğü romantizme gömülmüş tavırları yazıyla resmetmek anlamında- şöyle bir cümle kurmuştu, öylesine çıkıvermişti aklından önündeki kağıda:

''Saptamak olanaksızken doğruyu nasıl bilebilirim ki sevginin yanlışlığını''

Sonra aynı çeteden bir arkadaşı bu cümleyi okuduğu bir edebiyat hocasından yorumlamasını istediğinde, bunu yazan melankolik biri teşhisinin paradoksuna gülmüştü(ler). O gün öylesine bir gözleme yazılmış cümleye bugün baktığımda; düşündüm, anlamlandırdım.

Zaman ve tanıklıklar içini doldurmuş çünkü ...

3 Kasım 2008 Pazartesi

La Paragas'daki İlk Yazı - 3 Ekim 2008






Dönüş bir kadın filmi belki; genel olarak öyle nitelendi en azından!

Oysa dönüş; İspanya örneğinden yola çıkarak feodal geçmişe sahip erkek egemen tüm ülkelerde yaşanan, saklı, üzeri örtülen, yok sayılan, anlatılamayan çok önemli ve evrensel bir kadın sorununu; trajedi yaratmadan, duygu sömürüsüne başvurmadan, yumuşak ve çok renkli bir dille anlatmayı başaran; özellikle, erkeklerin kadını ve dünyasını anlamalarına katkı yapabilecek çok güzel ve özel bir film.

Belki her akşam bir ücrada benzer bir olayın yaşandığı; abilerin, amcaların, dayıların, babaların, komşuların, eniştelerin, koca koca adamların usulca yeğenlerinin, çocuklarının, çocukların koyunlarına girdiği, onları türlü türlü yalanlarla ya da tehditle korkutarak kendi çirkin emellerine, arzularına yenik düşürdüğü taciz ettiği bir ülkede, bu filme özellikle kadınların bu kadar uzak ve sessiz kalmış olması, toplumsal duyarlılığımızın ve bilincimizin nerelerde gezdiğinin de bir göstergesi...

Dönüş, bu ülkede yaşayan hepimiz için, ülkemizin bir çok yerinde yaşanan kadın intiharlarının, töre cinayetlerinin niyelerinden birinin, belki de en önemlisinin bir örneği.

Almodovar önemli bir yarayı ortaya koymanın yanı sıra, geri dönüşlere dayalı yüzleşmelerin egemen olduğu bir öyküyü anlatırken; üstlenmeler, meraklar, dedikodular, yaşam koşuşturmaları, batıl inançlar, dayanışmalar ve dostluklarla boyuyor filmini...

Ve bu filmde tüm bu yıkımların sebebi olup üzerlerine leke bulaşmayan (yaptıkları elinin kirinden öte gitmeyen, kuyruk sallanmasaydıya referanslanan) erkekler, cenaze evinin kapısında tertemiz takım elbiseleriyle lekesiz ve şık resmediliyorlar!..

Filmi izleyin!

Eğer daha önce izleyip de bir şey bulamadıysanız, bu göstergeler çerçevesinde bir kez daha izleyin. Televizyonlarda gün boyu kadınlara sunulanların perde arkasındaki samimiyetsizliğe yapılmış şık bir eleştiriye ve bir kadının dik duruşuna vurguya dikkat edin!

En önemlisi, bu filmdeki kadınların iki kuşaktır dile getirmeye çekindikleri ''tabularının (!)'' yarattığı hüzünden nasıl sıyrılıp, yaşadıkları travmanın üstesinden nasıl (sevgiyle ve dayanışarak) geldiklerini görün...

Sağlam öyküsünün yanı sıra sinemasal nitelikleri açısından son derece renkli; sizi yavaş yavaş içine çekip bir yandan tebessüm ettirirken, sürekli meraklarınızı yükseltip düşündürten; eski Türk filmleri tadındaki ''Almodovar kırmızısı'' Dönüş; ince mizahı, küçük insan öyküleri, hoş şarkılarıyla sıcacık, duygu yüklü çok güzel bir sinema örneği de aynı zamanda...

Bir film ve iyi oyuncular izledim demek için...

İzleyin!..



Yönetmen :Pedro Almodóvar

Senaryo :Pedro Almodóvar

Oyuncular :Penélope Cruz, Carmen Maura, Lola Duenas, Blanca Portillo, Yohana Cobo,

Tür :Dram / Komedi

2 Kasım 2008 Pazar

Pazar Erkeninden Laf Ola Beri Geleler...


Bugün gecenin güne kavuşma vaktine uyandığımda, çarşaf denizin üzerine doğmaya başlayan güneşin denize vuran renklerine baktım. Henüz saklıda duran güneş, denizin üzerine ''geliyorum'' diyen ipuçlarını atıyordu.

Bu anlara hiç tanıklık etmemiş biri için sadece denizin üzerinde yakamozların oynaştığı bu an, birileri için güneşin varlığını farketmek(mi)dir? O birileri, o anın güzelliğine bakarken ve bunun tadını hissederken; daha büyük, daha sıcak, daha dokunan an'ın arkada olduğunu bilirler(mi)?

Bütün bunların ışığında kendimi, pencereden gördüğüm bu güzel resmin dışında tutmak istemedim. Sabahın sıcacık soğuna çıkıp, denizin tam kıyısından, botlarıma dalgaların kırıldıktan sonra kumları aşan uzantılarının değmesine izin vererek, yan yanıma güneşi alıp, bu farkedişimle birlikte yürümeye başladım.

Bir süre sonra, sanki karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren iskelenin yanındaki bankta sırtımı güneşe dayayıp, kendi uzaklarıma bakarak, bir hayale tebessümler ettim.

Sonra, klavyenin başında dudağımın kenarında geceden kalan ve sürekli derinleşen bir lezzetle düşündüm.

Şu anda da çok sevdiğim o güzel şarkıyı dinlerken, bacaklarımı camdan dışarı uzatmış, evin arka tarafından gelerek yandaki ağaca çarpıp denizin kokusunu odaya taşıyan esintinin ve ruhumdaki kanat çırpınışlarının eşliğinde, sonbaharın yapraklarına meç yaptığı, bütün bir yazı üzerindeki mor eriklerle geçirmiş ağaçların niye her zamankinden daha güzel gözüktüğü üzerine kafa yorarken; elimde kahve kokusu, büyük bir keyifle de sigara içiyorum.

Ve fark ediyorum ki, bütün bu ağaçlar ve doğada kışa gidişin izleri varken, benim içim tomurcuk... Ve ben, tıpkı çok önceden yazılmış bir mektubun şu cümlelerindeki gibi: Başka duygularımın, başka gerçekleri taşıyan mantığın bir çöl fırtınası şiddetinde esip beynimin şu anki düşünüşünü ve ruhumu taşıdığı kumlarla örtmesine izin vermek istemiyorum.

Ve bana çok da uzak olmayan; ama rafa kalkmış bi duygunun kafa kaldırdığını hissediyorum. Ben bu duyguyu seviyorum.

Ve şu an, hiçte ötelere bakmadan, hiç bir olumsuz olabilirliği düşünmeden, bu anın keyfini çıkarıyorum.

31 Ekim 2008 Cuma

Devrim Arabaları...Arşivlenesi Bir Film


"129 gün kaldı" sadece 129!..

Ortada bir avuç mühendis, yetersiz bir bütçe,kalıpları bile olmayan otomobil parçaları ve büyük yerden verilmiş emirle hantal iki demir kapının virane bir atölyeye açılmasıyla başlar, "devrimin hikayesi"...

Sürekli gidip gelen elektrikler eşliğinde yola yüreklerini koymuş, en büyük avantajları olan "kimseciklerin onlara inanmıyor oldukları" gerçeğiyle başbaşa mühendisler, işçiler, Recep ustalar...

Demirin cız ettiği yerler...

Başedebilirsen helal sana dedittirecek bürokratik engeller devamında sürekli çalan telefonlar, ve olumsuz haber telgrafları...Yetişmesi belki imkansız 'siparişler'e dökülen alın teri.

Devrim; ilk Türk Malı otomobilin üretim aşamasında işe sevdalarını, umutlarını ve inançları koyan; eşini, çocuğunu, evini unutup çalışan insanların birliktelik hikayesi...

"Devrim Arabaları" tek solukta izlediğim ve çok uzun zaman sonra tüylerimi ürpertebilen arşivlenilesi bir Türk yapımı...

Tam isabet bir kadronun,doğal mekanın ve güçlü müziklerin ahengi...

55 gün kaldı!..Sadece 55!..

29 Ekim 2008 Çarşamba

Aranıyor Bir Kafa ve Bir Kalp


Güneydoğu'da ya da yurdun değişik yerlerinde çocukların ön saflara sürülmesiyle yapılan eylemler üzerine basın toplantısındaki siyasetçiye sorulan soruya verilen yanıt üzerine, durdum.

Donmadım, şaşırmadım , sadece o hale acıdım... Hem de çocuklardan daha çok acıdım...

En azından biliyorum ki, çocuklar sadece içlerindeki safiyane heyecanların bir oyunu gibi algılıyorlar durumu, masumlar...

Ve belki de ilk kez, devlet ön yargısız ve sevecen. Ve ilk kez, hiç değilse(!) o çocukların eylem alanlarındaki durumlarının, kullanılmışlıklarının farkında...

Ama ne yazık ki! İnsan adına, ismi lazım değil şahsın adına üzgünüm; üzgünden öte ,çokça ihmallerine, bir çok haksızlıklarına rağmen yine de bu ülkenin ona tanıdığı haklarla seçilebilmiş, oralara kadar gelebilmiş, siyaset yapabilen, bu ülke insanlarının alınterleriyle kazandıklarının vergilerinden ve uğruna mücadele ettiğini ''sandığı'' insanların yaşam koşullarından çok ötelerde bir standart oluşturabilecek kadar kazanan bir milletvekiline ve en çok da bir kadına acıdım.

Kendini referansladığı ideolojinin temel dayanağının hümanizm olduğunun bile farkında olmayan; sığ, kültürsüz, samimiyetsiz, seçkinci iki yüzlülüğün çok bilmişlik taklidindeki cahilliğine acıdım...

Kıvrak bir yanıtla faka bastırma edaları taşıyan, soruya çok zekice cevap vererek soranın önyargılı tavrını parçaladığını sanan insanlıktan bunca uzak gülüşündeki beceriksiz, sığ sıkışmışlığa acıdım.

Sorulan, ''Siz çocuğunuzu eylemlere gönderir miydiniz?'' sorusuna: Çirkin, yakışıksız, samimiyetsiz, sıkışmış, sahiplendiği ideolojinin gerçeğine ve derinliğine cahil, insan sevgisini dış kapının mandalı haline getiren gülüşle verilen ''Çocuğum olmadığı için bir şey diyemiyeceğim, ''şeklindeki, anlamı olunca bakarızda vücut bulan yanıtın zavallığının çirkin uyanıklığına acıdım... Ve iğrendim.

Hayatımda ilk kez bir insandan iğrendim... Çok gaddarlar gördüm, çok dramatik olaylara tanıklık ettim. Ama hiç değilse onlara baktığımda, durumu kendilerince sahiplenerek ortaya koydukları savunularındaki netliği, açıklığı, sahiplenmeyi gördüm. Burada, her sözcükteki, her mimikteki iğretiliğe iğrendim...

Bir etnik kimliğe sırtını dayıyarak paşa paşa maaşlar alıp, sahne yıldızları gibi göz önlerinde olmanın keyfini çıkaran bir siyasetçinin, her şeyden önce bir kadının: Ne insan, ne kadın olamama haline acıdım... Evet sadece acıdım ve iğrendim...

Gönderirdim ya da göndermezdim diyemezken, aslında yanıtı aşikar biçimde göndermezdim olan, tam anlamıyla altına yapmak halinin pişkin gülüşüne iğrendim...

Ve bu ülkenin genelinde var olan, hiç bir kimlik ayrımcılığı içermeyen, geniş kitlelerin özgürlük, açlık, eğitim, sağlık gibi sorunları ortadayken; onları, kendi derdi sayıp peşinden koşmak, takipçisi olmak varken; kültürsüz, insana bu kadar uzak çapsızların çapsız hesapları için çocuklarını yitiren annelere, o annelerin gencecik fidanlarına üzüldüm... O kadına sadece acıdım, insan olmaktan çok ötelerdeki zavallığına... Ve iğrendim.

Ve bir insanın çocuklarla ilgili bir soruya ve o çocuklara bu kadar uzak olmasına, onları kendi dar kafalı bilgisiz ideolojisinin savaş silahı haline getirmesine ve bunu haklı kılar gülüşündeki sevgisizliğe acıdım. Bir çocuğa üzülmek, ona kıyamamak için anne olmaya gerek var mı ki sorusu ve yanıtı bile anlamını yitirdi, çocuklara üzüldüm...

Ve düşündüm!.. Aslında bu türden sığlıkları, hayvanat bahçesindeki gibi televizyon ekranlarından sürekli kamuoyuna kendi sözcükleriyle sunmak gerektiğini; saklıda kalmışlığın kahraman yaratan hallerinden çıkarıp, gün ışığının tökezleten şaşkın durumlarının gerçeklik halleriyle teşhir olmaları için...

27 Ekim 2008 Pazartesi

Dönüş(Volver)...Geri dönüşün ve yüzleşmenin filmi !






Dönüş bir kadın filmi belki; genel olarak öyle nitelendi en azından!

Oysa dönüş; İspanya örneğinden yola çıkarak feodal geçmişe sahip erkek egemen tüm ülkelerde yaşanan, saklı, üzeri örtülen, yok sayılan, anlatılamayan çok önemli ve evrensel bir kadın sorununu; trajedi yaratmadan, duygu sömürüsüne başvurmadan, yumuşak ve çok renkli bir dille anlatmayı başaran; özellikle, erkeklerin kadını ve dünyasını anlamalarına katkı yapabilecek çok güzel ve özel bir film.

Belki her akşam bir ücrada benzer bir olayın yaşandığı; abilerin, amcaların, dayıların, babaların, komşuların, eniştelerin, koca koca adamların usulca yeğenlerinin, çocuklarının, çocukların koyunlarına girdiği, onları türlü türlü yalanlarla ya da tehditle korkutarak kendi çirkin emellerine, arzularına yenik düşürdüğü taciz ettiği bir ülkede, bu filme özellikle kadınların bu kadar uzak ve sessiz kalmış olması, toplumsal duyarlılığımızın ve bilincimizin nerelerde gezdiğinin de bir göstergesi...

Dönüş, bu ülkede yaşayan hepimiz için, ülkemizin bir çok yerinde yaşanan kadın intiharlarının, töre cinayetlerinin niyelerinden birinin, belki de en önemlisinin bir örneği.

Almodovar önemli bir yarayı ortaya koymanın yanı sıra, geri dönüşlere dayalı yüzleşmelerin egemen olduğu bir öyküyü anlatırken; üstlenmeler, meraklar, dedikodular, yaşam koşuşturmaları, batıl inançlar, dayanışmalar ve dostluklarla boyuyor filmini...

Ve bu filmde tüm bu yıkımların sebebi olup üzerlerine leke bulaşmayan (yaptıkları elinin kirinden öte gitmeyen, kuyruk sallanmasaydıya referanslanan) erkekler, cenaze evinin kapısında tertemiz takım elbiseleriyle lekesiz ve şık resmediliyorlar!..

Filmi izleyin!

Eğer daha önce izleyip de bir şey bulamadıysanız, bu göstergeler çerçevesinde bir kez daha izleyin. Televizyonlarda gün boyu kadınlara sunulanların perde arkasındaki samimiyetsizliğe yapılmış şık bir eleştiriye ve bir kadının dik duruşuna vurguya dikkat edin!

En önemlisi, bu filmdeki kadınların iki kuşaktır dile getirmeye çekindikleri ''tabularının (!)'' yarattığı hüzünden nasıl sıyrılıp, yaşadıkları travmanın üstesinden nasıl (sevgiyle ve dayanışarak) geldiklerini görün...

Sağlam öyküsünün yanı sıra sinemasal nitelikleri açısından son derece renkli; sizi yavaş yavaş içine çekip bir yandan tebessüm ettirirken, sürekli meraklarınızı yükseltip düşündürten; eski Türk filmleri tadındaki ''Almodovar kırmızısı'' Dönüş; ince mizahı, küçük insan öyküleri, hoş şarkılarıyla sıcacık, duygu yüklü çok güzel bir sinema örneği de aynı zamanda...

Bir film ve iyi oyuncular izledim demek için...

İzleyin!..



Yönetmen :Pedro Almodóvar

Senaryo :Pedro Almodóvar

Oyuncular :Penélope Cruz, Carmen Maura, Lola Duenas, Blanca Portillo, Yohana Cobo,

Tür :Dram / Komedi

26 Ekim 2008 Pazar

Altyazı...



''İnsan köledir” demişti Nikolay Berdyaev; “çünkü özgürlük zor zanaatken, kölelikse kolay ve rahattır.”

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP