1 Şubat 2010 Pazartesi

Bir Kaç Balyoz Darbesi

Öncelikle militarizme ve onun her türden uzantısına karşı olduğumuzu belirtmeliyiz mi?

Türü ve yararı ne olursa olsun her türden darbeye karşı olduğumuza vurgu yapmalıyız ?

Askerin sanki bir partiymişçesine görüş belirtip gündeme ilişkin sözleri kamuoyu önünde propaganda tonunda söylemeye hakkı olmadığını düşünmeliyiz mi?

Sonradan siyasete giren bir takım askerlerin vakti zamanında bu ülkenin bir bölgesinde orman yakmaktan dışkı yedirmeye, köy boşaltmaktan faili meçhullere kadar bir çok gayri insanı önleme imza atmış olduklarını sorgulamalıyız ?

Araştırmalarda en güvenilir kurum çıkma halinden ve bir kısım kamuoyunun kuruma duyduğu sempatiden güç alan bir takım komutanların gündelik siyasete bulaşmalarına, polemik çamuruna batıp kurumlarının ağırlığını tüketmelerine üzülmeliyiz mi?

Halkın vergilerinden oluşturulmuş silahlı gücün olanaklarına sırtını dayayarak halkın tercihlerini yok sayan, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." sözünü görmezden gelen bir avuç askerin kendi tartışılmaz doğrularından yola çıkarak ülkeyi ayar etmesine ayar olmalıyız ?

Elinde silahı olmayan Tapu Kadastro Genel Müdürünün bu güce ulaşamayan şanssızlığına da şefkat duymalıyız ?

Bu ülkede askerlik yaşı geldiğinde silah altına alınanların dışındakilerin, asker olmaları konusunda gırtlaklarına basılmadığını bilmeliyiz mi?

İç siyasette kendi başarısızlıklarını bir türlü göremeyen, iktidardaki rakiplerini alt etmek için siyasi alanda fikir üreterek, daha fazla çalışarak mücadele etmek yerine askerin gücüne sırt dayayarak o kurumu günlük siyasete sokan siyasi parti başkanına da yeter artık demeliyiz mi?

Bütün bunlara rağmen...

Gazetelerde yazıldığı sayıda komutanın ve subayın katıldığı herhangi bir plan tatbikatta ya da seminerde, gazetenin iddialarının içinde olduğu bir sunum gerçekten yapılırsa ve üzerine beş bin sayfalık metin de yazılmışsa zaten darbe olur mu?

Önceki paragraftaki duruma bakıp bu türden düşünceleri aklından geçirecek sapkın fikirli askerler yoktur diyemeyiz mi?

Plan tatbikatın ne olduğunu bilenler(!) olarak, önceki paragrafın birinci cümlesinin altını kalın kalın çizip, o kalabalıktaki sunumlar, seminerler ya da plan tatbikatlarda cami uçurmalar, kendi uçağını vurmalardan ve darbe planlarından bahsedilemez diyebiliriz mi?

Ama şunlar olabilir mi misal?

O toplantı, plan tatbikat ya da adı her neysenin içinde bulunan ve orada normal bir sunum yapan yetkili biri; tüm o kabul edemediğimiz senaryolarında içinde barındığı sapkın fikirlere sahip olabilir mi?

Tüm bu fikirleri de kendisiyle aynı düzlemdeki bir grupla başka yerlerde paylaşabilir mi?

Aynı ortamlarda sıklıkla bulunmuş ve o grupla birlikte hareket eden bir başka sapkın fikirli kişi, zaman içinde pozisyon olarak istediği yere gelemediğinde kazık yediğini düşünerek "Ben size sorarım." duygularının harekete geçmesi sonucunda da suçsuz metinlerin içine suç teşkil edenleri şırıngalayıp servis edebilir mi?

Bir gazeteci arada bir de olsa "Neden bu dosyalar hep bana gelir." diye düşünmeli mi?

"Yahu neden bu belgeleri bana getiren vatanseverler(!) vakti zamanında değil de üzerinden yıllar geçtikten sonra gündeme taşırlar." diye sormalı ?

Gündem üzerine oynamak isteyen kişiler(ülkeler) insanların meslek hırslarını, meraklarını, ön yargılarını, kendi inançlarına olan samimiyetlerini, kendi dünyalarının kaf dağında yaşama hallerini fark ederler mi?

Dolayısıyla hangi türden haberlerin üzerine kimlerin atlayabileceğini gayet iyi bilirler mi?

Hepimizde bir nebze de olsa önümüze gelen bir durumu kendi inançlarımıza, sempati ya da antipatilerimize göre yönlendirerek anlatma huyu vardır ?

En demokrasi aşığı ve en hukukçu cumhurbaşkanlarımızdan biri, rektör atamalarında en çok oyu alanı değil de kendi değerlerinden bakarak uygun gördüğünü görevlendirdiğinde biz demokrasi aşıkları, bu yapılanın demokratik kurallara aykırı olduğunu haykırmıştık ?

Askeri seven vatandaşlar olarak bir darbeyi sevip bir darbeyi sevmediğimizi fark ederek demokrasiye daha çok sahip çıkmayı düşünüp, her seferinde ağlaya ağlaya askere koşmasak da oy verdiğimiz partilerin çakılı başkanlarına sesimizi duyursak ?

Bir başbakan, bütün uluslararası ilişkilerdeki gücünü varlığından aldığı bir kuruma imalı laflarla babalanırken ve şüpheli bir darbe senaryosu üzerinden mağduriyetin keyfini çıkarırken bir eylül ayında gerçekleşmiş olanından hala hesap soramıyorsa; bu, miyavlamak anlamına gelir mi?

Vakti evvel bir zamanda bir büyük ülke, bir küçük ülkede olan bir darbe üzerine "Bizim çocuklar yaptı." diye sevinç naraları atmıştı ?

Sonra yeşil kuşak denen bir hatta bir kaç darbe ve karışıklık olmuştu mu?

Yeşil kuşaktaki ülkelerden birinin darbecisiyle bizim darbecimiz kardeşlik ilanı vermişlerdi mi? Küçük darbeci bizim ordumuzda eğitim görmüştü henüz genç bir subay iken... Hatta siyah beyaz formalı bir takımımızın hasta taraftarıydı kendileri mi?

Yeşil kuşak bir projeydi mi?

Ilımlı islam diye güncellendi mi?

Partisini kurup ilk seçimlere katılacağı dönemde bir takım cemaatlere mensup yakın arkadaşlarımız; siyaset tartışmalarında, seçim öncesi görüş alışverişlerinde -ülkemizde en değerli icazet referansı olan- bir büyük ülkenin de liderlerini çok tuttuğunu ve istediğini, kar suyu gibi kulaklarımıza üflemişlerdi mi?

13 eylül sabahı darbeye gerekçe olan kargaşa şıp diye kesilmişti mi?

O darbe Türkiye'deki güçlü ideolojilerin önünü kesip tasfiye etmişti mi?

Biz demokrasicilik oynarken, ülkeyi sivilleştiriyoruz derken birileri, ülkedeki muhalif siyasetçilerin haline de bakarak keyiften gülüyor olabilirler mi ?

Biraz düşünsek mi?

Personelinin büyük çoğunluğu aydın ve uzak görüşlü olan ordumuzu hep birlikte siyasetin içinden çekip alarak bir kaç ihtiras sahibinin kendi emellerine alet edebileceği bir kurum olmaktan çıkarıp layık olduğu ve hak ettiği yere oturtsak mı?

Söz gümüşse sükut altın mı?

Masada Bir Frittatamsı...


Selam verip geçen karın ardındaki hava, güneşli bir ürperti yaratıyordu. Deniz kenarından yürüdüm pazara doğru...

Yaşlı kadının, kocaman binalara anarşist bahçesinde yetiştirdiği (ince) pırasalardan aldım yeteri kadar.

Doğradım onları parmaktan ince... Döktüm zeytinyağını tavaya... Ekledim pırasaları ısınınca yağ... Kattım tuzunu, karabiberini... Kapattım üzerini... Arada bir karıştırdım sebzeyi... Aldım raftan bir kap; rendeledim içine beyaz, kaşar, köy peyniri... Ekledim maydonozla dereotu... Kırdım içine yumurtaları... Tuzuydu, karasıydı, kırmızısıydı derken çeşniledim mamayı... Kattım içine pişen pırasaları... Karıştırdım hepsini ... Isıttım fırını ikiyüze... Döktüm karışımı borcama... Sürdüm borcamı fırına... Kanaat getirdim olduğuna... Aldım getirdim sofraya...

30 Ocak 2010 Cumartesi

Bahçede Kış Güneşi


Hayat yeşerecek ve kalabalıklaşacak...
Mesela; şu karşıda duran masalar çoğu akşamlar yine birleştirilecek.
Mangal yakılacak.
Sokak arası düğünlerin lambaları ışıldayacak.
Çocuklar ayrı masada cıvıl cıvılken...
Büyüklerin alkol kokulu kahkahaları...
Dedikoduları...
Tevazu yüklenmiş hava atmaları karışacak saf gülüşlerin içine.

Onları kıracağıma kafamı kırarımlara ithafen;)

29 Ocak 2010 Cuma

Pencerede Sabah


Hani ütülenmiş...
Hala temizlik kokulu...
Ev ne kadar sıcak olursa olsun...
O çarşafa ilk yatıldığında hissedilen şefkatli soğuk gibiydi tazelik kokusu.

28 Ocak 2010 Perşembe

Polemikçi miymişim Ben Yahu!

Belgelerimi temizlerken rast geldiğim; yaklaşık üç yıl önce bir sinema sitesinde Closer filmi üzerine yazılan yorumlardan birine (ki bir kadın tarafından yazılmıştı) maksatlı ve tümüyle ters köşe giren; ve filmi övenleri aşağıda tırnak işaretine alınan iki kelimeyi kullanarak toptan aşağılayan biriyle iki üç yazı devam eden tartışmadandır.


Genelde bu türden tartışmalara (iki kişi arasında gelişen) pek karışmak istemem. Özellikle de tartışmanın gidişatında polemik yaratmaya dönük kışkırtma duygusunun hakimiyeti varmış gibi bir hisse kapılırsam. Öncelikle vakit kaybı olan bir filmin yok sayılıp geçilemeyerek üzerinde bu kadar konuşulmaya değer bulunmasının niyesini merak ettim açıkçası. Hiç felsefenin ''entelektüel'' düzeydeki ''afili'' kelimelerine girmeden; beni şu konularda aydınlatır mısınız? Gerçekten kendi bildiklerimle ilgili bir şüpheye düştüm de...

Film taş devrinde mi geçiyor yoksa ortaçağda mı? Dönem tanımlamalarında modern olarak nitelenen süreç nereden başlar? Modernitenin ya da modernizmin tanımı nedir? Eğer bu filmin geçtiği zaman dilimine hiç bir alanı itibariyle (çağ, sosyal durum, ekonomik gelişmişlik, teknoloji v.s) modern diyemeyeceksek ne demeliyiz?

Benim bu filmde gördüğüm; şimdiki zamanda yaşayan, kentli, ekonomik anlamda alt sınıflardan olmayan, entelektüel düzeyleri ve statüleri açısından yukarıda insanlar arasındaki -temelinde cinsellik olan- ilişkileri; üzerinden farklı açılardan tartışmalar ve sorgulamalar yaratacak düzeyde ve bu amaca uygun olarak (başta egolar olmak üzere tüm alt ve üst duygularla birlikte) başarıyla sergilenmesi...

Sonuçta; ülkemizde de televizyonlardan, gazete sütunlarından tanık olduğumuz, çevremizde de sıklıkla gördüğümüz üzere ve benzerliklerden bakınca; bunu, pek batı ahlakı özelinde değil de genel anlamda bir ahlak üzerinden değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum (niyelerini de sorgulayarak). Bu işin bir yanıdır. Siz de takdir edersiniz ki, bir filmin sizin yorumunuzdan hissettiklerim çerçevesinde sosyal yapıların bütün katmanlarını içine alacak kadar geniş bir yelpazeden bakmak gibi bir zorunluluğu ve olanağı yoktur. Bu filmin yazanı da yönetmeni de kendince örnekler seçerek (ki bence doğru örnekler seçmişler) ekonomik ve sosyal gelişmişliğin ilişkiler anlamında en kolay yozlaştırabildiğinin cinsellik temelli güdülerin dışa vurumu olduğunu düşünerek bu boyuttan düşüncelerini ortaya koymuşlar. Ha bunu iyi yapmış kötü yapmış , insanlar beğenir beğenmez bu ayrı bir şey. Siz ihanet ve kararsızlık görürsünüz, birileri de onların niyelerini ve başka şeyleri görür aynı filmde... Sakın yanlış anlaşılmasın, insanlarla polemik amaçlı tartışmalar yapmayı sevmem. Zaten bir film üzerine yorum yapan insanların görüşlerine saygı duyar onlara gönderme yapacak cümleler de kurmamaya özen gösteririm. Varsa filmle ilgili (izleyenlerle ilgili değil ama) düşüncelerim -ki olumsuz düşünüyorsam ya da değersiz bulduysam görüş belirtmeden- kimseyi küçümseme gayreti içinde olmadan yazarım .

Burada fark ettim ki bilgi birikiminiz oldukça derinlikli ve kitabi. Bu yüzden konuyu fazla dağıtmadan, filmin ''olay örgüsünden'' fazlaca çıkmadan, konuyu benim bilgin senin bilgini döver noktalarına taşımadan; filmin düzeyinde, bizim de anlayabileceğimiz çerçevede, yukarıdaki sorularım konusunda aydınlatırsanız sevinirim. Bu konu üzerine yazılanlardan bütünüyle yararlanılması adına yanıtlarınızı da buraya verirseniz; sanırım yararlı bir iş de yapmış oluruz. Bu açılımınız sayesinde hepimiz aydınlanır; bu çerçeveden bakarak filmi bir kez daha izleriz belki...

Polemik konusunda: Bir an için bu sitede bir çok filme yorumdan ziyade yapılan yorumlara verdiğiniz yanıtlardan ve tartışmaların uzayan kısımlarındaki üsluptan yola çıkarak öyle bir çekimserlik duygusu (bir ön yargı belki) oluşmuş bende demek ki... sizin böyle bir maksadınız olmadığını ağzınızdan duymak benim içinde aydınlatıcı oldu. Bu filmi savunanlar ya da üzerine kendince görüş belirtenler de doğal olarak tıpkı sizin gibi kendi gördükleri noktadan düşüncelerini yazmışlar. Siz de kimseye sataşmadan, kendi gördükleriniz noktasından bakarak yazmış olsaydınız yorumlarınızı, sorun yoktu zaten....

Modernizmin başlangıç süreçleri konusunda 'toplumlara göre değişeceği' düşünüşünüze kuramsal anlamda katılıyorum. Tam da bu yüzden, bu film o evreye gelmiş bir toplumda geçtiği için anlamlı zaten. Elbetteki ahlak sadece modernizmle ifade edilecek bir şey değil... Ve bende zaten sizin tek gecelik olarak ifade ettiğiniz ilişkilerin sadece modernizme gönderme yapılarak eleştirilemeyeceğini söylüyorum. Bunlar, bu filmin dışında bir tartışmanın ürünü olarak kullanılabilir ve uzun uzadıya tartışılabilir (belki bir çok noktada mutabık kalınır). Söz konusu olan bu filmse, tartışmanın da genel olarak onun üzerinden olması gerekir diye düşünmüştüm. Dolayısıyla bu filmin odağından baktığımızda, söz konusu karakterler önceki yazımda belirtiğim nitelikleri açısından modern toplumun kişilikleridir. Film de onları odak alarak- zaman üzerinde mutabık kaldığımız gibi- bir dönemin ilişkilerdeki sonuçlarını, ilişki biçimlerini ortaya koymuştur. Ve ayrıca, sanırım buradaki ilişkilerin hiç birisi tek gecelik bir haz almanın ürünü olarak değerlendiremeyeceğimiz kadar (içinde evliliklerinde olduğu) uzun süreçler şeklinde devam ettiği sizin de dikkatinizi çekmiştir. Üstelik de cinselliğin yanı sıra insanın diğer bir çok duygusunun da ilişkileri yaşayan karakterlerdeki varlığı görülebilir bir şeydir sanırım.

Önceki yorumunuzda sizinle ayrı düşen bir görüşü yazmayı da unutmuşum. Hazır yeri gelmişken belirtim; ki o kadar didikleyerek yorumlamak istemedim maalesef filmi... Doktorumuzun tam da İlgin'in kastettiği gibi; liberal kapitalist düzenin sonucu olarak muayenehaene (bunu eleştirmiyorum sadece söz konusu çağın bir gerçekliği olarak alıyorum) açıp oradan elde ettiği ekonomik gücü çok da erdemli olmayan bir biçimde ilişki /boşanma) sürecinde kullandığını görebiliriz sanırım, biraz daha dikkatli bakarsak filme...

Konuyu daha da uzatmak niyetinde değilim. Beni rahatsız eden; diğer görüşlerle ilgili ifadelerde gördüğüm saygısız sayılabilecek tavırdı. Yoksa karşı görüş belirtilmesi değil... Siz niyetlerinizin o olmadığını söylediğinize göre sorun da yok. Karşılıklı iyi bir aydınlanma oldu. Hepsi bu!

CLOSER-DAHA YAKLAŞ

Garfield Süper Kahraman

Vizyona girdiği ilk günün ikinci seansında kolaları, patlamış mısırları, gözlüklerimizi aldık ve son derece rahat koltuklarımıza kurulduk.

Tim Burton'un Johnny Depp'li yeni filmi 'Alice in Wonderland' ile adını yanlış hatırlıyor olabileceğim 'Dinazorumu Eğitiyorum'un üç boyutlu fragmanlarına bayıldım.

Garfield ise bir türlü çekip alamadı beni içine; ne yapsam ne etsem de bir türlü konsantre olamadım.

Bir Garfield aşığı olmasam da 'Garfield Geri Dönüyor' ve 'Komedi Festivalini' sevmiştim.

Nedendir bilmiyorum, bu film beni pek sarmadı.

Filmin sonuna kadar dikkatimi en çok çeken; salondaki çocuklardan herhangi bir gülme, kıpırtı, serzeniş ya da alkış gelmemiş olmasıydı.

Bir ara "yuh artık" dediğimi hatırlıyorum, iç sesimle...

Bunun sebebi de King Kong takliti ögelerin fazlasıyla yer almış olmasıydı filmin içinde...

Herşeyini üç boyutluluğa dayadığını düşünüyorum bu filmin açıkcası... Görselliğe vermişler yükü senaryoyu es geçmişler sanki... Birazcık da gündemdeki bir popüler filmin rüzgarına kapılmışlar gibi geldi bana...

İkinci bölümün sonunun nasıl geldiğini anlamadım yalnız; o kadar çabuk geçti yani vakit!

Uyandığımda gördüklerimin, filmin son sahneleri olduğunu anladım ama! Çok film izlemiştim bu türden finallerle sonlanan da...

La Paragas animasyon danışmanı Tırtıl; sevdi filmi ve beş üzerinden dört verdi.

Demek ki; eşlik ettiğiniz ufaklık severek izlerken filmi, siz de güzelce dinlenip haftanın yorgunluğunu atabilirsiniz rahat koltuklara...

Benim için günün karı fragmanlar oldu. Bir de gördüğüm rüyalar çok hoştu.

Ölüme Bakıp Sıtmaya Deniz Baykal'a Bakıp Tayyip Erdoğan'a Razı Olmak 2


İnsan erken yaşlarda bir takım felsefelere yaslanmak ve idollere öykünmekle özgürlüğünü teslim ediyor olabilir mi?

Özgür kimliği oluşturmak; bir sürü felsefenin, çeşit çeşit düşüncenin olduğu engebeli bir yolda sorgulayıcı, meraklı, farkında bir akılla doğru beslenebilme becerisine sahip olabilmek midir?

Başta dar noktalardan bakan, anlamadan öykünen ego eksenli bilmişlik tavırları, büyüdükçe yer değiştirmeye başlarlar mı?

Özgürlük bir his midir yoksa bir hal midir?

Eğer his ise, onu oluşturabilmek ve yaşatmak için bir hale ihtiyacı var mıdır?

Eğer hale ihtiyaç varsa, muhalefet olmak 'öyle ya da böyle' demokratikleşme diye yola çıkanların, bu yoldaki tüm eylem ve önerilerine 'tu kaka' demek midir yoksa daha fazlasını gündeme taşıyıp talep etmek midir?

Birilerinin, yıllarca 'garanti oy' görüp hiç bir sorunlarına sahip çıkmadıklarının -Alevi- çalıştayı toplandı da...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP