Günün ruhları dürtükleyen bir saatinde, kendi kuytumda bacaklarımı uzatıp uzaklara yatmışken... Yaprakların hışırtısına, denizin kokusuna, çalıların arasında dolaşan kaplumbağanın çıtırtısına açılmış pencereden bir kuş girdi .
Yaklaşık sekiz yüz çeşit kuşa ev sahipliği yapan a sınıfı milli parka senelik izinlerini geçirmeye gelen sürülerin geçiş güzergahında olduğu için ev, arada bir ihtiyaç molasına konarlar bizim bahçeye... Müşteri memnuniyetinin doğal bir sonucu olarak, her sene seyahati buraya planlayanların eline güvenilir konaklama alanı referansıyla kartvizitimiz verildiğinden, bir de kuş dünyasının doğal butik cennetler el kitabında yeri olduğundan bahçemizin; biz her sezona full gireriz.
Küresel ısınma denen meret yüzünden rezervasyonlarda ufak tefek sapmalar olsa da; bazen bir birlerimize nerede kaldı bu bülbül ailesi falan diye sorular sorup telaşlara bürünsek de; en geç dört beş gün sonra, en gevezesinden şarkılarının neşesini bırakırlar geceye...
Sonra bay kuş ve bayan kuş gelirler... Onlar nedense yıllardır ayrı ağaçlara yerleşirler. Bazı geceler; hayvanlar aleminin kırmızı noktalı hallerinin yakın takibindeki alemin acar paparazisi Tırtıl haberi yetiştirir: ''Bay kuş, ağacından uçtu!''
Bazen de; samimiyeti aşırı derecede ilerletmek isteyen afacanlar, tıpkı bugünkü kuş gibi, süzülüverirler camdan içeriye... Onlar meraklı heyecanlarıyla girdikleri andan itibaren eve, kendimden vazgeçen, ötekine fedaya hazır telaşlar girer devreye...
Bugün, zamanın kumbarasında biriktirdiklerimin 'sakla samanı gelir zamanı' hallerinden biri girdi devreye... Bu küçük afacan içeri süzülüp, koltuklardan birinin üst başına konuşlanıp varlığımı hiç eden bir rahatlıkla etrafı süzerken... Bu adam yerine konmazlığa gıcık olan egomun kendini gösterme hallerine fren koyup, çocuk sevmeyi beceremez bir mecburiyetçiliğe teslim edilmiş 'adın ne senin bakim' sıkışmışlığındaki kafamı hafifçe kaldırıp, en sevecen bakışlarımı takınarak, bu sevimli afacanın başını okşarken gözlerimle; 'İnsan ya da kuş fark etmiyor' diye düşündüm .
Inarritu'nun Babil'i, 'anlamak için dinlemelisin' cümlesi perdedeyken biter. İletişimin en önemli noktası budur sanki; sürdürülebilir ya da yaşanabilir olması için zamanın... En büyük kayıplar, sanmaların ürünleri değil midir?
Dinleme gereği bile duymadan varılmış yargıların içgüdüsel öfkelerine teslim edilmiş, 'bir yemin ettim ki dönemem' gidişlerinin...
Her seferinde; yanlış yargılara adlar koymuş öfkelerin sonuçlarından elde edilmiş fark edişlere rağmen yine de kalbinin öteki tarafından okşanmasını, onun kuytularının sıcaklarında sarmalanmasını talep eden çakma sanmaların kıyımları değil midir kayıp zamanlar...
Kuşlar camdan bir odaya girdiklerinde orada bulunan her kimse, onun içinde sevecen bir telaşın güllerini açtırırlar. Onu kurtarmak için, bütünüyle ona kilitlenmiş, zamanı değerli kıymaktan öte amacı olmayan telaşlı bir çabayı açık ederler...
Kişi önce, ki başından geçmişse de daha önce; bu sürecin olası sonuçlarının ne olduğunu bilmenin telaşıyla kapalı olan pencereleri de açar.
Sessizce... Ürkütmek istemez ama telaşlı hareketlerle, okşar bir yürekle konduğu yerde yakalayıp dışarı salmak ister. Kuş doğası ve yetiştiği hayatın örneklerini sanki her benzer olay, her kişi böyleymişe yayan bir endişe halinin ve sürekli negatif algının esiridir o anda... Artık kendi yargısının ötesinde bir doğru olabileceği olasılığı sıfırdır. Her yol onun doğrusuna çıkar. Ya da istenen öyle olmasıdır.
Onun zarar görmesini istemeyen çırpındıkça; kuş iyice telaşlanır. İyi niyetli bir çaba içinde gelecek felaketi fark edip korumaya çalışanın her hareketini, kendine yapılmış saldırı olarak algılar. Bütün çabalar artık onun kendi doğrularının hapsindedir...
Sonunda sadece içgüdüselliğin öğretisinde, kendine doğru duruma yanlış olanı seçtiği için; kontrolsüz bir korkunun telaşında, çıkış yolunu da bulamadığından, gider cama çarpar ve ölür. Onu kurtarma çabası içindeki insanın çektiği acıyı bilmeden. O insan için anlamının, bütün telaşların niyesinin kendi olduğunu öğrenmeden...
Zaman öğrettiriyor!.. Artık kuşların geliş ve dönüş zamanlarında perdeler çekili, sadece pencerelerden ışık giriyor. Onlar çıkarken cama çarpmıyorlar artık. Geldikleri yoldan gidiyorlar... Sanmalara neden olacak eylemler yok çünkü... Özgürlüğün yoluna salıp bu incecik duvara çarptıran telaşların camdan duvarları da... Telaşsızlığın yolu açık artık... Kendi halleriyle gelecekler ve gidecekler, son gelen şu kuş gibi...
Bu yazıya yorumuyla, sesiyle can katan katan biri var!
Beni, yani şu yazıyı yazan Buraneros'u bile defalarca dinlemeye "mahkum" eden Sevgili Momentos.
Burayı tıklarsanız da o enfes dinletiye ulaşacaksınız.
Resim:Gisela Van Oepen