5 Mart 2025 Çarşamba

BİR Günlüğü 2- MİHRİ

Mihri'yi tanımayanlar için daha önce yazılmış uzun bir yazıdan kısa bir özet!


"Yine akşamları buluşuyor, oyunlara devam ediyor, saklambaça körebe, hatta futbol falan da ekliyoruz. O her zaman pırıl pırıl. Yüzündeki ufacık çilleri ile çok tatlı. Beni ne kadar sevdiğini hissediyorum. Duygularını anlıyor ve seviyorum. Havalıyım. Çocukça... Aşık olmak bir zayıflık durumu sanki. Karizmayı çizdirmek bize yakışmaz. Oysa iyi kalpli ve romantik bir evin çocuğuyum. Bugünden bakınca bir odun alıp kafamda paralayasım geliyor. Halimi aslında hangi kelime ile anlatabilirim onu da bilmiyorum. Oysa şımarık bir çocuk olmadığım gibi iyi kalpliyim de...

Sonra bayram geliyor. Birbirimizle bayramlaşıyoruz. O ortada yok. Türkan bayram kartları hazırlamış, özenle her birimizin adına yazmış zarfların üzerini ki birini bana veriyor. O an açmıyorum. Hepimiz dağılınca açıp okuyorum. Bir kutlama ve siz hitaplı. Ama içimi yıllardır her aklıma geldikçe yakan bir cümle de var içinde: "O sizi çok seviyor. O başkasını sevse bile ben yine de onu severim diyor."

İçim cızz ediyor elbette, ama yeniyetme şımarıklıklarım bunu başarıyla perdeliyor. Sonraki yıllarda hep aklıma geliyor. Gitsem, arasam bulsam, onu bir pastaneye davet etsem, ellerini avuçlarıma alsam, gözlerine baksam, sözlerimi döksem ve özür dilesem....

Bunu çok kere, aklıma her düştükçe, delicesine istiyorum. Ama sonra... sonra diyor ve vazgeçiyorum. Ve sonraki yılların hiçbirinde, hiçbir yerde karşılaşmıyoruz. Biz şehrin dışında yazlık niyetiyle yaptırdığımız sonra sevip kaldığımız bir yere geliyoruz. Ortaokul ve lisede ben çok daha aktif bir hayatla haşır neşir oluyorum ama; aklıma O her geldikçe; onu üzdüğüm için kalbimden bir sızı bana, hep onu hatırlatıyor, merak ediyorum. Bir yanımla da aslında ne kaçırdığımı biliyor ve o yaşanmamışlık için belki de hayıflanıyorum.

Bilmiyorum."
***


Dişçimdeyim. Kendisi uzun yıllardır komşum. Randevulaşıyoruz ve verilen saatte oradayım. Giriş katında, çok hoş düzenlenmiş alanda bir koltukta oturuyorum. Çalışan kızlar dikkatimi çekiyor, mekânın huzur veren bir ruh hali var. Ve müşteri ifadesini pek yakıştıramasam da, müşteriler ıssız, ve bir güven duygusu ile sessizce ve hoş düzenlenmiş bir alanda bekliyorlar. Kasa ve her şeyle ilgilenen bir genç kadın var, bankonun arkasında. Abartısız, hoş şıklığı ile dikkat çekiyor, yaklaşımı güler yüzlü. O ara doktorumun beni beklediğini söylüyor, asansörle o kata çıkıyorum. Komşumla iki lafın belini kırarken o yol haritamı da oluşturuyor. Asistanı, çok tatlı ve ölçülü genç kıza da teşekkür ediyorum. İkinci randevum veriliyor ve ben başka işlerim için caddeye çıkarken önünden geçtiğim turuncu takımlı genç kadına hoşçakalın diyorum.



Ertesi gün.

Mekâna giriş yapıyorum. Turuncusu ölçülü ve güzel takım elbiseli genç kadın gülümsüyor, hal hatır soruyoruz. Ben koltuklardan birine geçiyorum lakin genç kadın bana yabancı gelmiyor. Elbette benden yaşça çok küçük, farklı zamanların gençleriyiz ama heyecanlanıyorum, çünkü bu yazının başlığındaki isme inanılmaz derecede benziyor. Onun kızı olduğunu düşünüyorum ve sözde soğukkanlıyım. Doktorum çağırana kadar genç kızın tüm mimiklerini inceliyorum.



Kan mı çekiyor ne?

Bu durum dişçime gittiğim süre boyunca devam ediyor. Devam ediyor ancak heyecan da bende gittikçe yükseliyor. Sürekli zihnimle irtibat halindeyim ama heyecan komutayı ele almış durumda. Ona uysam yandım.

Genç kadınla aramızda tatlı, güleryüzlü bir iletişim de gelişiyor bu arada. Ben Mihri'nin kızı değilse bile akrabalarından birinin olduğunu düşünüyorum. İlk aklıma gelen Gülşen Abla.

Bu arada Mihri'yi düşünmekten geri kalmıyorum. Elbisesinden, yüzünün tatlı çillerinden, hippi tarzı askılı çantasından, sakinliği ve şirinliğine kadar tüm detayları hatırlıyorum ve kendisini olağanüstü derecede ve tekrar edeceğim üzere bankodaki hoş kıza benzetiyorum. Bu aradaki gelip gitmelerimde genç kızla ilişkimiz gelişiyor ama daha önemli bir gelişme oluyor.



Çocukluk mahallemizdeki caddede yürürken bir anda fotoğraf stüdyosu olan bir arkadaşıma uğramak geliyor içimden, oysa bir yerde keyfini çıkararak yemek yemeyi düşünüyorum,  yolumu değiştirip o caddeye iniyorum. O sırada bir pastanenin önünden geçiyorum; ilgimi çekiyor ve içeriyi de süzüyorum. Bir kadın var, biz yaşlarda... Biz bu kadını tanıyoruz diyorlar tüm hücrelerim, nefes alışverişim yükseliyor, çünkü O, cesaretim arkama saklanıyor. Onca yıla rağmen yüz hatları ve beden beni onaylıyor. Ömer hemen komşusu, onun kapısından içeri süzülüyorum. Ömer'le sohbet koyu ancak bendeki kalp atışları 8 silindirli Amerikan arabası gibi. Ömer'e sormakla sormamak arasındayım, Ömer bizden bir kaç yaş küçük ancak çocukluktaki o fark bir türlü kapanmadığı için Ömer benim gözümde hâlâ çocuk. Sormuyorum, çünkü peşimden hemen koşup anlatacağını biliyorum.

Pastaneden içeri girmeyi istiyorum. Eğer tanırsa nasıl bir tepki alacağımı bilmiyorum. Ceren'in bir sözü gelip zihnimin baş köşesine oturuyor. Çünkü bir yazımı okurken O demişti ki bırakın öyle kalsın, daha hiç dokunmayın.

Üzerine gitmeyi hem düşünüyor hem düşünmüyorum. Nasıl bir sonuç ortaya çıkar bilmiyorum ve bu yazıyla birlikte bu konuyu kapatmayı düşünüyorum. Bir sonraki randevuda merak dayanamıyor. Bankodaki güleryüzlü genç kızla diyalog halindeyiz, işim bitiyor. Vedalaşırken bizi ziyaret edin, diyor. Ben de sizi birine çok benzetiyorum diyorum ve adı Mihri olan bir akrabanız var mı diye soruyorum.  Benim çok özel çocukluk arkadaşlarımdan biridir kendisi derken; Gülşen Abla sizin anneniz mi sorusunu da hemen cümlenin ardına ekliyorum. Ve yüzümde bir gülümseme ile trene doğru yürüyorum.

Ne demişti -üstelik benim bayıldığım ve yine bir yazımda kullandığım- şarkıda Müslüm Baba?


AŞK TESADÜFLERİ SEVER!



2 Mart 2025 Pazar

BİR Günlüğü 1- GOGAN

Biz eskiden her yaz ana-baba memleketine giderdik. O sabahlara uyanmak, yolun heyecanı, yazın ortasında bile tir tir titretirdi bedenlerimizi... Ta ki bagajları yerleştirmenin ardından, motor ısınsın diye çalışmakta olan arabanın koltuklarına oturana kadar. Heyecanla el birliği yapmış, henüz uykuların sonlanmadığı, gün ışığının geliyorum dediği, çalar saat görevleri de yapan horozların uyku mahmurluğunda gözlerini ovuşturdukları saatlerde...

Bagajda her zaman jantlara geçirilmiş, hazır vaziyette çift istetme olurdu. Ben babamın arkasındaki tarafta yani arabanın solunda otururdum.

Güzergâhımız belliydi. Ben Ankara üstü gitmeyi isterdim, çünkü yolun tamamı asfalttı. Babam o yolu tercih etmezdi çünkü yol uzardı. Gerçi onun tercih ettiği yol daha fantastikti. Bir masal gibi... Bir kısmını Yeşilırmağın kenarından, onunla yarenlik ederek giderdik. Tokat'a yaklaştıkça heyecan artardı. Şehrin çıkışındaki rampanın kenarında CimCim vardı çünkü.

Tokat Kebabı'nın erbabı.

Onun hazırlanışını, patlıcan, domates, biber, sarımsak ve etlerin şişlere geçirilişini, o şişlerin en tepesine koyulan kuyruk yağlarını, o şişlerin sıralı olarak asıldığı bir başka demirin taştan ve özel fırındaki yolculuğunu izlemek muhteşemdi.

Üzerleri cızırdayan yağlarla ahbap olmuş kebabın, hazır bekleyen ve elbette fırında hafifçe ısıtılmış lavaşların üzerine dağıtılması, ortalığa yayılan fırın görmüş sarımsak kokuları, başlangıçtan sona kadar doyumsuz bir ritüeldi.

Oturup da lokantada yemezdik ama!

Çünkü bizde ritüeller bitmezdi.

Tüm pişmiş malzeme arabanın bagajında hazır bekleyen tepsiye boşaltılır, tepsi önceden hazırlanmış örtülerle sarılır ve kolektif bu lezzetler bagajda yerlerini alırlardı.

Rampa ile birlikte Tokat'tan çıkılır, toprak yolda virajlar alınır, güneş çoktan tepeye varmış, arabanın bütün camları açılmış olurdu ve Çamlıbel'e varılırdı. Henüz askerden yeni gelmiş ve bekâr babamın Çamlıbel rampalarındaki anıları elbette dinlenirdi.

Yol açma çalışmalarında çalışmaktan yorulan Karayolları araçları arıza yapar, henüz genç ve bekâr babam da onları tamir edermiş. Orada kaybolan bir kol saati vardı babamın, elbette henüz dünyada olmayan bizim bilmediğimiz... O saatin hikâyesi her seferinde mutlaka dinlenirdi. O anlatırken ben o ânları gözümde canlandırırdım. Çünkü babamın gençlik fotoğraflarından bilirdim saati.

Ve sonra araba bir ağacın altına park edilir, Çamlıbel'in zirvelerindeyken biraz daha tepeye, bu kez yürümek gerekirdi. Çünkü orası içilebilir su akan bir çeşmenin ve minik bir topluluk olan ağaçların serinindeydi. Tatları iyice birbirine geçmiş etler ve sebzeler ve tümünden geçen tatlarla zenginleşmiş lavaşlara küçük lokmalık dürümler yapılarak yemek insanı zevkten öldürürdü.

O sırada aşağıda, yolun kenarında ve güneşin altındaki arabanın içinde ve kutularında olsa da plaklar; bir kısmı güneşin ısısından erirdi; Malatya'ya varınca ilk iş olarak halam amcamların evinde onları ütüyle düzeltmeye çalışır, başarılı olamayınca da halam ve ben bir plakçıya gidip eriyen plakların yerine yenilerini alırdık..

Malatya'da bir gece, Ziraat Bankası müdürü olan amcada kalınırdı ki amca sürekli tehdit almakta, siyasi baskılara maruz kalmaktaydı. Çünkü ondan kredileri, sonra bir bomba ile öldürülecek olan ünlü aşiret liderine ve şürekasına vermesi istenmekteydi. O ise bankanın kuruluş ilkeleri doğrultusunda küçük çiftçiye ve köylüye ait kredileri sahiplerine vermekteydi.

Sonuç itibariyle de iktidar değişir değişmez de sürgünü yemişti kendisi..

Elbette Malatya'ya varmadan önce ve kebabları götürdükten bir kaç saat sonra özellikle arabadaki çocukları çok sevindiren bir nokta vardır.

Gürün.

Hem aslfatla ve ana yolla buluşma noktasıdır hem de balıklı göl vardır orada.

Bir yeşil cennet.

Yolun bütün sıcağı, tozu toprağı orada son bulur. Sonrası Malatya üzerinden Elazığ, Harput'a doğru tırmanış, uzun köprüye ve gürül gürül akan ırmağa varmadan geçilen film karelik enfes köyler, nihayetinde Fırat'ı köprüden geçerken nehri seyretmek ve yeşil, yemyeşil Pertek.

Çarşıdan geçiş ve dede evine varış.

Dayı, yenge, annane -ama üvey- çünkü biz ortada yokken öz olan ölmüş, içimde nasıl bir boşluktu kendisi ki üveyle bile dolduramamıştım. Fotoğrafları dışında hiç görmediğim ama sevdiğim... Ve tabii ki kuzenler, her yaz buluştuğumuz arkadaşlar, evin hemen önünden geçen, İran, Nepal, Irak coğrafyasına giden turist araçları.... Ahhh!... bağlar elbette, her taraftan gelen şırıl şırıl sular ve Süpergeç Dağı'nın saklı vadisine yürüyüşler...

Kısaca bahsettiğim bu coğrafyadan bana kalan en büyük hatıralardan biri ise gogan'dır. O, o coğrafyada taşın adıdır, bildiğimiz, kızdığımızda yerden alıp savurduğumuz taşın! Ama bir çocuk için gogan sıradan bir taşla sınırlandırılacak sıradan bir şey olamazdır. Gogan başka insanların, arkadaşların bilmediği, sohbet edilebilir, özel ve kıymetli bir silah arkadaşıdır.

Özellikle bağlara giderken yandadır, cesaret verir. Ve Süpürgeç Dağı'nın zirvesinden vadiyi ve içinden akan incecik suyu keyifle izlerken, bir yandan Gogan'la sohbet dünyalara bedeldir.

25 Şubat 2025 Salı

Neden Yağdın Söyle Kar


*Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü, ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedemin sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, Babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken; Adamo'nun Her Yerde Kar Var şarkısının tınıları yol alırdı derinliklerime doğru...

*

Her seferinde dua ettiğim bir kurum var; Samsun Devlet Opera ve Balesi. Bütün eski defterleri kapatıyorum dediğim bir süreci başlatmasam, dolayısıyla hayatımda bilinçli bir boşluk oluşturmasam, o boşluğu konserlere, opera ve bale gösterilerine düzenli giderek doldurmasam...

Çok yazımda söz ettiğim üzere belki de, enn sevdiğim kadına ulaşmış olmayacaktım.


Yine çok kere yazdığım ve belki de söz ettiğim üzere, eğer yazılarımı opera balenin basın yayım bölümü fark edip de paylaşmasa, benimle özellikle tanışmak istediklerini beyan etmeseler; ben enn sevdiğim kadın tarafından yapılmış yorumları o yazılarımın altında göremeyecek, onunla aramızda enfes bir yazışma süreci başlamayacak, bu süreç bir buluşmaya evrilmeyecek ve ben hayatımı, yazılarıma da yansıyacak derecede mutlulukla, keyifle, yepyeni bir heyecanla ve coşkuyla yaşamayacak...


ve hatta tanışamayacağımız için O'nunla yaptığımız tadından yenmez seyahatlerin hiçbiri de olmayacaktı.

İşte bu nedenle yolumu güzel çizen kadere ne kadar şükretsem, bunu sürekli ifade etsem; yine de duygularımı tam anlatamayacağım...


ve hatta Enn Sevdiğim Kadın olmasa nasıl bir yol yürüyeceğimi bilmeyecek, peşlerinden keyifle koştuğum hayallerim de öksüz kalacaklardı,

diye düşünüyorum...

Kar, gemi, ağaçlar, güller ve denizin fotoğraflarını çekerken...




*Kar adlı yazıdan

22 Şubat 2025 Cumartesi

Kar Yağarken...

Akşam...

Enfes bir kar başlıyor.

Pencereden fotoğraflar çekiyorum. Aklımda fır dönenler var ve yepyeni hayaller; hepsi plan aşamasında.

Ve kısa mesafelere yönelik.

Özellikle yakın tarihli bir kaçışta, bir arka sokakta rastlaştığım, ağırlıkla gençlerin takıldığı, ışık düzenine ve ayrıca ses düzenine bayıldığım, o gün üzerine hayaller kurduğum, çok detay göremediğim kapısından içeriye baktığım anda kankalık ilişkisi kurduğum, birbirimize sarıldığımız anda bayılacağıma emin olduğum bir genç mekân. Asla rakı içmeyi düşünmedim! Ana karakter bira ve elbette bir kaç farklı içkiden tek nefeste içilecek şatlar... Şu an bile, şu yazıyı kurarken görsele dönen kelimeler sayesinde öldüğüm hayali bile güzel... Tren, gece, müzik ve eski bir konakta- belki bir bedene sarılarak- uyku...

Etraf bembeyaz. Kar hakkını vererek yağıyor. Evden dışarı atıyorum kendimi. Ayak altımdaki beyazlık zengin ve yumuşacık. Palmiye Kafe'de kapıdan içeri süzüleceğim; yalnız oraya varmadan kardan adam olacağım büyük olasılık.

Ve kapısının önündeyim.

Yamurluğumu silkeliyorum.

Şimdi girebilirim.

Bir çay lütfen,

fincanla.

Bu akşam Jale Sancak ile birlikteyiz. Aklımda enn sevdiğim kadın. Onunla ilgili enstantaneler akıyor zihnimden. Bir fincan çayım masamda.


En çok kitabını okuduğum yazardır kendisi. Hatta onun kitaplarını anlattığım bir yazımda şu cümleleri kurdurmuştur bana: "Jale Sancak işte! Gözlemleri kuvvetli, kalemi masalcı, güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında,

kesinlikle!

Çok seviyoruz kendisini, elde değil!"



Elimdeki kitabı röportajlar tadında... Seçtiği karakterler gençler. Kitabı 2018 Ağustos'da almışım. Dün birden onu okumak geldi içimden. Ve ilk karakterle de etkildedi beni. Muhtemelen şu enfes beyazlık ve köpüklü denizin çekiciliği nedeni ile yine Palmiye Kafe'de devam edeceğim okumaya. Büyük fincan çay 15 TL. Sanki kitaba çay daha yakışıyor. Dün akşam birden öyle hissettim. Üstelik çok uzun bir zaman önce çaya şeker atmayı bırakmıştım ve şekersiz hali sanki çok daha keyifli.


Minik gül biraz büyüdü, tomurcuk halinden usulca soyunup yapraklarını açmaya başladı. Ben onu kolları altına alan ve büyümesine tanıklık ederken de onu koruyan babasına hayranım. Muhtemelen anneyi kaybettik, diye düşünüyorum.

Gerçi anneyi hiç görmedim onlarla birlikte...

Evi terketmiş de olabilir.

Şu an kar yeniden hızlandı. Erimiş noktaların üzerinden bir ressam titizliği ile geçiyor,

ve o çirkinlikleri kapatıyor. Neredeyse deniz görünmeyecek. Bir polis arabası tepe lambasını yaka yaka ilerliyor. Tüm bu güzelliklere tanıklık etmek muhteşem. Bir kahve hazırlasam mı kendime acaba?!

Yalnız dostlar, şimdi şu enfes kar yağarken,

trende olmak vardı anasını satim!

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP