3 Eylül 2022 Cumartesi

Bıçağın İki Yüzü

Bıçağın İki Yüzü bittiğinde koltukta bir süre kalıp, derin bir nefes alıp, üzerine arada kalmışlıkla düşünülesi... ve bir anlamda da -izleyici olarak- muhafazakarlık sınırınız nerede başlar ve nereye kadardır testi yaptırası bir film. Öyle bir nefeste yazılası değil yani!


16+ Bir Filmdir! Dolayısı İle Yazı!



Yukarıdaki cümleyi bu sabah henüz yazıya başlamamışken, bloguna uğradığımda gördüğüm filme gitmeme vesile olan Sevgili Filmgündemi'nin bir yazıma yaptığı yorumunu yanıtlarken kullandım. Sonra bunu ben mi yazdım şimdi hoşluğu ile gaza geldim, çünkü filme ve izleyecilerine dair bir gerçeği çok basit gözüken kısa bir cümle ile ifade etmiştim. Bu giriş her yazı başlangıcında yaşadığım sıkıntıyı aştığım ilmek oldu ayrıca. O halde teşekkürler Filmgündemi.

17:20 seansı uygundu. Gerçi mesaimin bitmesine 40 dakika kalacaktı, dolayısıyla filme yetişmek için işi son verileri alamadan ve iki saat önce bırakacaktım ama olsundu. Filmin içinde Juliette Binoche varsa kaçmazdı, kaçmamlıydı.

En sevdiğim tişörtlerimden birini ve kotumu giydim. Elbette duştan çıkınca traşımı oldum. Sonuçta boru değil bu, sinemada bir keyife gidiyoruz.

Önce bir şeyler atıştırmak için sevdiğim bir mekâna uğradım, sonra istasyona... Kartımı okuttum, kırmızı yandı. "Allah Allah," dedim, "doluydu ama!" Yükleme için kiosk'a yürüyordum ki bir hanımefendi tren bedava dedi. Şaşırdım. Tıka basa dolunca da anladım, çünkü şehrimizde Teknofest vardı.

AVM'ye varınca hızla asansöre yürüdüm; üst geçit, sırt çantası x ray'e, güvenlikten geçme ve sinema katındayım.

Biletimi alınca benimle aynı sırada iki yan yana yerin daha satılmış olduğunu gördüm. AVM'de bir tur attım tekrar sinema katına çıktım ve terastayım. Manzaram enfes fakat şu an sizin sadede gel be adam dediğinizin ve diyeceğinizin de farkındayım.

Ama blogun bir anlamda günlük olduğunu da hatırlayın lütfen!


Tamam kızmayın, bisküvilerimden ve onların tadını nasıl çıkardığımdan söz etmeyeceğim.

Fakat ben salona girmeden önce, lobideki koltuklarda otururken gencecik bir çift çıktı salondan. Kız lavobalara gitti, oğlan onu dışarıda bekledi. Bense o ikisinin salondaki komşularım olduğunu anladım.

Şimdi koltuğumdayım. Reklamlar ve fragmanlar başladı. O iki genç salona dönmedi. Üzüldüm çünkü varlığımla yalnızlıklarına engel olmuştum sanırım. Çıkıp salonu onlara bırakmaya, bir sonraki seansa girmeye razıydım o an. Ahhh gençlik, dedim, bir kaç saatlik başbaşalığın kıymetini bilen bir yetişkin olmama rağmen çocukların hızla geçip gidecek gençliklerindeki bir fırsata engel olduğum için kızdım kendime.

Film başladı, mutlu bir kadın ve mutlu bir adam kısa bir tatilde ve denizde. Yönetmenin bu anları aktarımını beğendim; iki mutlu ve birbirini seven insan, ne güzel. Onların mutluluklarından payıma düşeni aldım... Fakat filmin müzikleri! Muhteşem. Çok az filmde müzik dikkatimi bu kadar çekip sahnelerin önüne geçmiştir. Bunun da altını çizmek isterim.

Ve görüntü yönetimine ve de kamera kullanımına bayıldım.

Film bazılarına sıkıcı gelecek, hatta salonu terk ettirecek bir ritmde ilerliyor; ama bana hiç de öyle gelmiyor, rutin bir yaşamın perdede aktığının elbette farkındayım. Oturduğum koltuk dolayısıyla da filmin tam içindeyim ve önümdeki koridor bana yayılma fırsatı veriyor. İlk yarı boyunca mutlu bir ilişki, gündelik hayatın sıkıntıları, adamın sorunlu çoluk çocuk durumları şeklinde ilerlerken... ve bir çok seyirciye ne işim vardı şimdi sinemada ve bu filmde, daha çok eğlenebilirdim dışarıda, dedirtecek film, bana bunların hiçbirini söyletmiyor. Yönetmen Claire Denis'in tavrından memnunum, bu film böyle akmalıydı konusunda hemfikiriz, aldığı Altın Ayı anasının ak sütü gibi helâl; müzikler zaten! O halde her şey yolunda.

Antrakta çıkmıyorum, suyum sırt çantamda, bisküvim enfes, pek çok izleyici için sıkıcı olsa da keyifli bir ilk yarı izlemişim.

İkinci yarı ritmi bir tık hızlandırıyor yönetmen, duygusal aksiyonlar sahne alıyor. Konu bir üçgene evriliyor. Ve bir yanda gerçek bir sevgiye dayalı bir ilişki ve adanmışlık, öte yanda daha cinsellik temelli, aşk desem aşka yazık ederim diyeceğim ama Sarah tarafından bakınca da aşk diyebilirim; tutku ve bağımlılıksa zirvede! Bunu da (bir kısım) kadının dünyasından bakınca anlayabilirim. Ve son kertede şunu derim: Kadın olmak zor be!

Elbette filmin ana konusu bir üçgen ve bu üçgen içindeki aşk, meşk, tutku, iş ortaklığı, cinsel bağımlılık, belki erkekler arası bir rekabet falan olsa da yan hikâyelerle filmi beslemiş yönetmen, gerçek yaşamı da bu düzlemine taşımış. Tüm olan bitenler üzerinden bakınca da olur bu hayatta böyle şeyler dedirtiyor ve benzer filmlere çok rastlamış olsak da yine nüansları olan, yeni bir kanal açarak üzerine konuşmaya değer bir yolun taşlarını da döşüyor Claire.

Ama müzikler işte!

Juliette'den ziyade oynadığı karakterin engel olamadığı tutkularının yaratığı duyguyu her ne kadar anlasam da sanırım bir yanım o karaktere bürünmeyi Binoche'una yakıştıramıyor. İşte tam da o sırada film izleyen yanım olaya müdahil oluyor ve sende bu duyguyu yarattığına göre rolünün hakkını vermiş olmalı, diyor. Elbette kabul ediyorum ama... ben 15 yaşında bir ergenim de hâlâ; filmdeki, sevdiği kahramanının başına kötü bir şey gelecek diye bakamayan ya da yüzünü eliyle kapatıp parmak arasından ne olup bittiğine göz atan bir ergen.

Filmde bu kadarına da ne gerek vardı dedirtecek, pornografinin kapısını tıklatacak sahneler de var; bir isyana neden olur mu izlerken bu? Eğer Juliette'nin yeri kalbinizde ben gibi değilse olmayabilir ki filmin gerçekliğinden bakınca ben de hakkı verilmiş derim.

Ama ahh o filmin müzikleri işte!

Gelirsek sadede, iyi bir yönetmen kadına, erkeğe, hazma, aşka, sevmenin farklı renklerine dair sıra dışı bir film çekmiş. Tüm hissiyatların hakkını veriyor olması açısından da izlediğim güzel bir filmdi.

Üstelik sinemadan çıkınca, bir mekânda şarap açtırası ve üzerine konuşulası... Sevdiğiniz biri varsa da ona sarılınası... Güzel vakit geçirdim, geçirdik denilesi bir filmdi Bıçağın İki Yüzü.

Eğer tutkulu bir çiftseniz ve hâlâ birbirinize aşıksanız... Film dönüşü için birlikte yattığınız karyolanın yatağına, yorganına ve yastıklarına en sevdiğiniz nevresimlerinizi ve kılıflarını geçirmenizi; dolabınızda soğutulmaya bırakılmış ve dönüşünüzü bekleyen iyi bir beyaz şarabı hazır olarak bekletmenizi tavsiye ederim; hatta Doluca Moskado'yu iyi bir beyaz olarak öneririm.

Kadehlerinizi içkilerinizle birlikte dolaba koymayı unutmayın ama!


Bağlılığınızın güçleneceğini, iyi ki en sevdiğim adam-kadın bu duygunuzun bir kez daha tavan yapacağını garanti edebilirim.

Tersi bir durum söz konusu olursa da tekmeyi basın gitsin, derim. (şaka, şaka)

Benimse yoldayken telefonum çalıyor, şarzım bitti bitecek, telefon kapanıyor, sonra açmayı başarıyor ve geri arıyorum. Enfes bir sonyaz akşamı. Enn Sevdiğim Kadın tatil evinde ve aramızdan serin ve enfes bir şarap tadında kelimeler akıyor, ben eve doğru yürüyorum. Başım öylesine dönmüş, aklım öylesine uçmuş ki anahtarı kaybettim sanıyorum.

Filmgündemi ise burada


16 yorum:

  1. İtiraf edeyim filmi bu şekilde düşünmemiştim hiç. İlk sebebim derecelendirmelerin perşembe gecesi artık yumurta kapıya dayanmışken çıkmış olmasıydı. Bense yazımı çok erken yazmış unumu elemiş eleğimi asmıştım bile. Bir de yabancı eleştirmenlerin yazılarını mutlaka okurum onların da muhafazakar olmayanlarına rastlamış olmalıyım, ilk bir saatin ağır geçtiğini gelişmelerin daha sonra olduğunu belirtmişlerdi. Okuduğum yorumcular filmin konusunu iyi saklamışlar vesselam. :) Yönetmen, yazar ve oyuncu, bu üç kadın 'İçimdeki Güneş'i çektiler. Oradaki karakterin dizginlerini tutmuşlardı ama bu filmden anladığım şu ki 'ko gitsin rahvan' demişler. Fragman masumdu, kısacık dinlesem de o müziğin insanı kendine çeken bir tınısı vardı... Ve ben hala merak ediyorum filmi.
    Coğrafyaların 7. sanat üzerinde farklı etkileri var. Avrupa'da prestijli festivallerde cesur filmlere iyi ödüller veriyorlar. Ama bu filmlerin Akademi Ödüllerinde şansı minimum seviyede kalıyor.
    C'mon C'mon, Sen Şarkıları Söyle ayarlarında filmler bulsakta pozitif enerji yüklensek biraz diyerek yorumumu sonlandıracağım. Bu güzel yorum için de teşekkür ediyorum. :) Filmi izlemeyi düşünenler faydalansın diye de yazınızı sosyal medyamdan paylaşıyorum hemen :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmi bence bulun ve izleyin. Kadına, erkeğe, bir başka erkeğe göre hoş detayları var; filmin son sahnesi ki özellikle yazmadım, tüm gelişmelere rağmen noktayı koyuyor. O zaman filmin aslında bir kadın filmi olduğu da anlaşılıyor. Duygu Asena'nın kitabından yürürsem kadının adı var ama daha da yolu var diyor film. Müzik filmin genelinde etkili ve uyumlu hatta varlığını bir oyuncu gibi hissettiriyor sürekli. Ben aslında filme başka bir cepheden bakıp çok farklı bir yazı da yazabilirdim, biraz içinde yaşadığımız toplumdan yola çıktım biraz da hâlâ -batıda bile olsa- toplum gözünde kadınların kendilerini "ahlak" bekçilikleri nedeniyle ve kadın kimlikleri yüzünden eşitleyememiş oldukları gerçeğini öne çıkarmak istedim. Final sahnesinin mesajı bence çok hoştu. Detay ve düşüncelerimi özellikle yazmadım finalle ilgili olarak ama iki erkek özelinde erkek dünyasına Sarah'ın çok cesurca ve şahane bir gol attığını söyleyebilirim. Bir kadın gözünden filmi okumak hoş olur, o nedenle tekrar ediyorum ki filmi bir şekilde izleyin ve yazın bence:)

      Sil
  2. Tekmeyi basın dediğiniz bölümün bir önceki paragrafını kaçırmadım. Aradığım o satırlarda saklıydı aslında. İzleyeceğim. Merak ettiklerim, taşlar da yerine oturacak böylece:)

    YanıtlaSil
  3. Ben de şimdi ardından yazacaklarınızın heyecanındayım, bu filmin bence en hoş tarafı da bu, üzerine, hayatın pratiklerinden edinilmiş tanıklıklarla saatlerce konuşulabilecek olması. Filmi izleyen bir grup kadın blogger olarak çevrimiçi tartışıp bir sonuç bildirgesi kaleme alsanız ve yoruma açık olarak yayınlasanız şeker gibi olur bence:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Söz vermiyorum ama deneyeceğim, bir dönem yorum tarzını denemiştim, sonra bıraktım. Organize olabilir miyiz bilmiyorum ama bildirge fikri fena değil :))

      Sil
    2. Dilerim organize olunur ki ardındaki bidirge de ilginç olacaktır, diye düşünüyorum. Sonuçta kadınlar tarafından yapılmış bir kadın filmi bu, o tarafta nasıl görüldüğünü bilmek de ilginç olur. Hayırlısı diyelim o halde:)

      Sil
  4. İnanmayacaksın ama yarım saat önce bilgisayarımı açık bu filmi aradım belki nete düşmüştür diye. yok ne yazık ki. bekleyeceğiz artık. hatta onun yerine un autre monde'yi açtım , şu an yan tarafta izlenmek üzere bekliyor. bloglara takıldım yarım saattir. vincent lindon bu film hakkında '' oldukça zor bir film ve şiddet içeriyor.'' demiş. gazete de görünce yazılanları merak etmiştim, şimdi sen de yazınca iyice meraklandım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nete düşmesi zor, fragmanınını bile yasal film siteleri telif yüzünden yayınlayamıyorlar, ancak korsan:) Şiddet yok filmde, bir iki sevişme sahnesi rahatsızlık verebilir belki, ki o da şiddet içerdikleri için değil. Vincent Lindon biraz abartmış, zor bir film değil, özellikle ilk yarısı ritmi açısından bazı izleyiciye belki gelebilir. Onun dışında iyi bir film.

      Sil
  5. ben bisküvileri merak ettim :D :D :D aklım fikrim yemekte :D :D :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ülker Saklıköy mini klasik bisküvi, tam buğdaylı sade, kağıt torbada:))

      Sil
  6. "Kadın olmak zor be!" dedirttiği için daha da merak ettim. Ama öyle de güzel anlatmışsınız ki, sevmeyeceğim bir film olduğuna kalıbımı basacak olsam da (asla yavaş filmlere gelemem) koşarak sinemaya gidesim geldi. İçimde bir seyir aşkı coştu. :)

    YanıtlaSil
  7. Özellikle ilk yarı ritmi ağır olsa da, sinema çıkışında üzerine bolca konuşulabilecek, tartışılabilecek bir film:) Kadın olmak çoğunluk için genelde zor, bu filmdeki abla finalde -sembolik bir sahneyle- bunun tersinin de mümkün olduğunu gösteriyor, bir anlamda -bazı- kadınlar uyanın vurgusu olarak da alınabilir bu:)

    YanıtlaSil
  8. Filmi merak ettim ama çok yavaş akıyorsa sıkılabilirim diye de düşünmeden edemedim:) Juliette Binoche severim aslında:) Yazınızı okuyunca da uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark ettim, devamlı internetten film seyretmekten:) Sinemanın tadı başka tabii:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sinemaların tadı başka fakat pandemi koşullarında da biraz zorlu bir iş, biraz da riskli çünkü sinemalar çoğunlukla AVM'lerde ki bizim şehirde hepsi AVM'lerde:) Bir de bilet fiyatlarını düşününce evde sinema çok avantajlı lakin ben de daha önce de yazdığım üzere televizyonda film, dizi izleyememe hali başladı pandemideki kapanma süreci ile birlikte, sanki hayatımdan çalınıyormuş, hayata dokunamıyormuşum gibi hissediyorum. Bir anlamda belki de bünyemin pandemiye yettin ama isyanı bu, bir meydan okuma belki de:))

      Sil
  9. Hemmen izlemeliyim dedirten bir yazı. Buraneros sevmiş, Binoche da var hem, daha ne olsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Şule, Binoche bir kez daha ve farklı bir rolde oyunculuk dersi veriyor, kesinlikle:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP