1 Ağustos 2021 Pazar

Yazar Sırt Çantamda

Cuma sabah kardeşle şehire indim. İşimi hallettim. Sonra baktım hava yaz tadında, o halde yürümeliyim, dedim. Öncesinde kardeşle cadde kenarında hoş bir masada çıtır çıtır ve biri kaşarlıyken diğeri klasik beyaz peynirli olmak üzere su börekli ve ince belli bardakta çaylı kahvaltı... ve de meslek, piyasalar, biraz da mesleğin varacağı noktalar üzerine sohbet ettik. Sonra O işyerine doğru üç harflisiyle devam ederken ben; sevdiğim bölgede kısa bir tur atıp tam randevu saatimde doktoruma geçtim.

Kitap okumaya devam mı, dedi doktor. Dedim onsuz olmaz, "Yazar sırt çantamda." Kim, dedi, söyledim. Adını duydum, dedi; muhtemelen lafın gelişiydi. Kısa bir özet geçtim, çünkü, tanışıklığım benim de yeniydi. Yazarla kankalık durumu henüz taze ama sevdim kendisini! Siparişi hazırlarken bir anda dikkatimi çekmiş; öykü kitabı olması nedeniyle de işime gelmiş; ama daha çok da kitabının adıyla çekmişti beni. İlginç de bir detay fark ettim ki elime geçtiği tarih: Denk gelmiş doğum günüme.

Sorarsınız şimdi nasıl, diye...

Derim ki iyi ki tanıdım O'nu.

Doktorla uzun sohbet derin; ekonomi, memleket halleri, biraz kitap, maskesiz insanlar, az siyaset, biraz Fenerbahçe, kısa kontrol... Hoşçakalın.

Trene yürüyorum. Pandemi, gemi azıya almış da olsa caddeler sakin. Bense felekten bir gün daha çalıyorum. Bir an, bir sonraki duraktan binsem, o arada gara uğrasam ve sorsam diyorum: "Tren seferleri başladı mı?" Sonra sıcak ve onca yürüdüğüm, ama keyifle yürüdüğüm yol sonrası varınca binmem gereken istasyona, "Netten bakarsın, şimdi atla trene," diyor, 17 dakikası olduğunu görüyor, kitabımı açıyorum. O ara, bir gün Tekkeköy'deki eski gara, yani en bayıldığım kitap okuma noktalarımdan birine, gitsem diyorum. Dinliyorum uyaranlarımı, biniyorum trene, açıyorum tekrar kitabımı. Biraz manzara biraz kitap derken varıyorum bizim istasyona... Eve varana kadar nem gerekeni yapıyor. Duş ve çalışma odamdayım; açıyorum ekranı, iki saatlik bir iş kaybım var, göz atıyorum piyasalara; olumlu haber faiz artırımı, dolarda bir tık düşüş, bazı önemli şirketlerdeki açıklanan kârlar piyasa beklentilerinin üzerinde. Ama memleket hali kötü! Saray'a 13 uçak, orman yangınında çaresizlik... Yoksa... yoksa yeni yeni oteller mi?

Sedat Peker'den iyi haber var, ne diyeyim, sevindim. Alsın sazı eline.

Açıyorum Fransızın iki kanadını; dışarıdan odaya dolan deniz ve serinlik kışkırtıcı. Bir plan yapıyorum, mesai sonrasına.

İskele Kafe, atıştırmalık, kahve ve kitap!

Heyecanlanıyorum.

En sevdiğim alanlardan biri; denizin ortasında bir yelkenli sanki. Rüzgar bedenimi yalayıp geçerken... denizde balıklar oynarken... ve şıp... şıp... şıp diye minik sesler ruhuma ulaşırken güzel güzel satırların arasında olmak, miss gibi kokusu kahvenin... Muhteşem.

Ekranı kapatıyor, giyiniyor, maskemi takıp sırt çantamı asıp çıkıyorum yola. Bu kez kalabalık ama deli dolu değil. Kıvamında. Keyfim artıyor. Maskesizlere, hadi açık alan ve insanlar kısmen mesafeli, diyerek bu kez tolerans tanıyorum. Denize girenleri, kıyıya çadır kuranları, iki sandalye bir masa atanları, şortları, etekleri kasık boyu pırıl pırıl genç kızları, kadınları ile diyorum ki bu şehir vallahi başka. Upuzun bir sahil, tertemiz tuvaletler, duşlar ve elbette cankurtaranlarıyla ve de mekânları ile sanki bir medeni Akdeniz kenti; hiç buralı değil gibi. Ahh bazı insanlarımız buralı gibi olmasa da doğru düzgün kullansalar şu tuvaletleri ve dahi duşları; canı çıkmasa belediye görevlilerinin, nasıl olur acaba?!

Varıyorum İskeleye, alanda bir yerel grup var, eskiden şarkıları tazecik bir solist eşliğinde sadakatle çalıp söylüyorlar. Rock saundunda ve eski usulde bir şenlik hali var ki plastik sandalyelerin hepsi dolu, insanlar mutlu. Afad'ın Tır'ı orada ve aşılama insanların ayağında... Bu kez görüyorum ki ilgi yoğun!

Balık avlayanlar, iki sandalyesini açmış denizi yaşayanlar, yürüyenler, selfi çekenler arasından geçerek varıyorum İskele Kafe'ye...


Dolu gibi görünüyor; girip bir tur atıyorum ve kıyı kenarda boş bir masa bulamıyorum. Çıkıyorum.

Niyetim ora mı bura mı arasında gidip gelirken, geçen yaz pasta, kahve ve On İkinci Nota* eşliğinde yaşadığım keyif ve o keyif üzerine yazdığım yazı aklıma geliyor. Hem sonrası da çok güzel olmuştu; yazımın altındaki yorum çevirmenindendi ve beni o akşam internet üzerinden yapılacak ve yazarın İsviçre'den katılacağı sohbete davet etmişti. Sevinmiştim tabii ki!

Çenem açıldı ve fazlaca düştü, farkındayım. Oysa binbir sıkıntıyla başlamıştım yazıya. Bir ara vazgeçmiş, bugüne yazı yok demiş, epey kısırlık çekmiştim. O ara Enn Sevdiğim Kadın aradı, epey konuştuk ki çenem O'na hep düşer. Akşamımı anlattım, dondurmayı ballandırdım. Telefonu kapatınca da dedim ben bu yazıyı yazarım.

Ama bu kadar uzatabileceğimi de vallahi düşünmemiştim; mekândan, andan, daha çok kitaptan söz edip kısa kesecektim.

İskele'den çıkınca rotam belli olmuştu: Kahve Dünyası. Madem niyetim dondurmaydı ve geçen gün onların da dondurma yaptıklarını görmüş, bir an endüstriyel tadından ürkmüş olsam da şimdilerde hep endüstriyeliz zaten rızası göstermiş, sonra da demiştim ki: "O halde kitabımı orada okuyabilirim." Girdim. "Dondurma lütfen," dedim. "Topu 6 TL." dedi genç kız. Bir an bir top için 6 TL. fazla geldi ama kısmen de olsa zeki adamım; büyük mü küçük mü toplar, diye sordum ki büyükmüş. Hayalimde çocukluk dondurmaları var; vişne, limon ve vanilyalı sipariş ettim, porselen kasede hazırlandı ki toplar gerçekten büyük. Masaya döndüm, kitabımı açtım, okuma gözlüğümü çıkardım ve yazı için fotoğrafı çektim. Sonra vişnelinin tadına baktım ve gittim.

Nerelere?..


Evden çıktığımda ilk dondurmamı Milka'dan alırdım ki dondurmaya benzin muammelesi yapardım. O tam ikinci dondurmacıya vardığımda biterdi, oradan gerçek kornet içine koyulan süper dondurmalardan alır, onu da bir numaram Roma Dondurması'nın önüne varana kadar bitirir, Roma Dondurması'nda henüz yapılmış tazecik kornetlere vişneli, limonlu, çilekli ve vanilyalı koydurur, benzin bitmeden de mağazaya varırdım. İşte şimdi çocuk adam halimde de; o çocuk olarak oturduğum masada kitabını açmışken ve önündeki dondurma kasesinde taa Çanakkale'lere varan bir dondurma yolculuğu yaşarken, sanki çocukluğumun bütün dondurmaları damağımda ve bir şenlikteymişçesine seviniyorum. Vişnelinin içinde minicik vişne kabukları bile var, hiç rahatsız edici değiller, bilakis mutluluk veriyorlar. Hakeza limonlusu; ferah mı ferah. Kitabı okumaya çalışıyorum ama gidemiyorum. "Erir mi acaba ?" diye korkuyorum ama daha çok bu enfes ve gerçek meyveli dondurmaya konsantre olmak istiyorum. Sanki çok eskide kalmış bir dostu bulmuş gibi sevinçliyim; limonlunun limon, evet gerçek limon tadına bakarken.

Kaşığı daldırıyorum sonra... ve missss gibi vanilya, diyorum bu.

Kitabı masanın üzerinde bırakıyor. Dondurma kasem ile hayatın güzel yıllarına, dönmemek üzere gidiyorum.

O ara yandaki Columbia'nın terası gözüme takılıyor. Kahvemi orada içsem, deniz yüzümü yalayıp geçse ve taaa Ukrayna'yı göre göre kitabımın tadını çıkarsam, diyorum...

Ama!

Tadı damağımda bir dondurma var, kopamıyorum. Kalkıyor gidiyorum, bu kez bal bademli ve vanilyalı iki top dondurmayla dönüyorum. Kahve mağlup! Ruhum eski zamanlardan bir çocuk. Mutluyum.

Kitaptan ve bayıldığım yazarından söz edecektim aslında değil mi?

İkisinden de özür dilerim. Anlayacaklarından eminim! Fazla söze gerek yok aslında! Tanıştığıma çok ama çok memnunum. Bayılarak okuyorum ve en çok da kitabın girişindeki, "Ustam Recep Gürgen'e," atfı nedeniyle hayranlık ve saygı duyuyorum, yazar Şule Gürbüz'e. Bir akademisyen kendisi. Dolmabahçe Sarayı'nda sanat tarihçisiyken tanışıyor Recep Gürgen'le ve O'na çırağı olmak istediğini söylüyor.

Şimdilerde akademik kariyerin ve yazarlığın ve koleksiyonerliğin yanı sıra mekanik saat tamirciliğine de devam ediyormuş kendisi. Yazı dili ve öyküleriyse altını bir kez daha çizmeliyim ki mizahi dokunuşları ve insan halleri ile birlikte muhteşem. O kadar heyecanlandırdı ki bu tanışma beni; henüz kitabın sonlarındayken ve bitmemişken, dökmek istedim içimdekileri.

Aslında o akşam öyle kendimden geçmiştim ki ben: Kahve Dünyası'ndan başı dönmüş bir halde hülyalar içinde çıkmış, İskele Meydanı'ndaki sahneden gelen müzikle coşmuş, yaz şaşkını bir halde yürürken bir anda fark etmiştim ki yüzümde maske yok! Ahhh benim hülyalı başım, dedim elbette, telaşlandım, "Bir de millete laf çakarsın sen ha!" dedim, sırt çantamı usulca indirip, bir kenara çekilip maskemi taktım ve bir de ceza kestim kendime: Gözünün kaldığı şu tezgahtan bu akşam dondurma yok dedim sana!

Benzin bitti, eve ittirerek gidiyorum.



*Bayıldığım Dizi Şaşırdığım Kitap

22 yorum:

  1. vallahi canım balbademli çekti birde tahinli, şimdi bu sıcakta kim gidecek yarına kalsın özentim:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yarın olduğuna göre afiyet olsun diyebilirim sanki:)

      Sil
  2. Sevgili Okul Arkadaşım,

    Tam olarak "dondurmaya güzelleme" olmuş bu yazı. :) Ben ki, dondurmasız çok rahat yaşayabilirim, imrenerek okudum yazdıklarınızı.
    Özellikle yolluk dondurma kavramını icat eden çocuğun hikayesi, çok tatlı. :)

    Şule Gürbüz'ün sanırım ilk eseri olan "Kambur"u okumuştum, etkilendiğimi hatırlıyorum, sonrası gelmedi, yeni bir kitabının peşine düşmedim nedense.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Olmasa ben de pek aramam aslında ama biraz da şu çakma dondurmalar yüzünden:) Eski tadı bulursam da hiç affım olmaz:) Aslında o çocuğun repertuarında limonata ve şıra da var ki artık nerede o tatlar! Anıları yazarak teselli oluyoruz, arada bir gerçeğini yakalarsak da değmen benim keyfime oluyoruz işte:)

      İlk kitabı oymuş, haklısınız. Siz yine eski tanımışsınız benim varlığından haberim yoktu:)

      Sil
  3. Akşam denizinin o kurşun mavisi ne güzel.
    Yazı başlıkları şahane hep! Resmen iştah açıcılar gibi geliyor insana :) Daha da acıktırıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dünyanın renk skalası en geniş denizlerinden biri diyebilirim Sevgili Ceren; bir bukalemun kendisi ki kolaylıkla doğanın renklerine uyar. Hatta verdiğim linkteki fotoğraflara bakarsan o skalanın ne kadar geniş bir aralığı olduğunu anlarsın. https://laparagas.blogspot.com/2019/04/bizim-oralarda-sabah-olunca.html

      Çok teşekkür ederim, çıkıyorlar bazen işte:)

      Sil
  4. Dondurma deyince akan sular durur bende. Bir oturuşta 2 kg yiyebilirim sanırım -denemedim ama eminim-. Burgazada' da dondurmanın piri bir pastahane var, şu anda adını hatırlamıyorum ama gidince sorulan herkesin göstereceği tek yer. Ballandıra ballandıra tadları anlatınca siz, dilimdeki reseptörler hatırladı hepsini :)

    Ama siz de az değilmişsiniz, tam dondurma faslı bitti derken kalkıp balbadem ve vanilya girince yazıya bir kahkaha patlattım burda :)))
    Afiyetler olsun, maskesiz yaşama inşallah :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fakat İzmir'de de bir pastane var, dondurması güzel, mutlaka biliniyordur, üstelik mavi severler için mavi dondurması da var: Alsancak-Sevinç:) Dondurma ve limonata çocukluk zaafımdır benim, şimdilerde eskisi kadar olmasa da yakaladım mı kolay kolay bırakmam:)

      Sil
    2. Sevinç pastahanesinin özellikle rokokosuna ve pavlovasına bayılırım!.. yerken eşliğinde bilumum ses çıkartmayı da ihmal etmem. Özellikle dondurmasını yemedim Sevinç' in. Bu sıcaklar geçip de Eylül'e varalım, ilk iş gidip denemek olacak :))

      Sil
    3. Pavlova'yı karıştırmak istememiştim ama!:)

      Fakat ben denemedim ancak, Pavlova'nın tabağına bir top mavi dondurma yakışır sanki:)

      Sil
    4. İşte bu kesinlikle denenir :) teşekkür ederim burçdaş ve aydaş :)

      Sil
    5. Rica ederim:) Valla severim burcumu, imalatımı yapanlara da şükran duyarım bu nedenle:)

      Sil
  5. Dondurma candır! Özellikle de havalar bu denli sıcaksa... Afiyet olsun. :)
    İlk fotoğraf çok iyi. Her rengi bir fotoğrafta gördüm neredeyse. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim:) Memleket güzel, çekene pek iş bırakmıyor:)

      Sil
  6. yazın sadece dondurma yiyerek geçirebilirmişim gibi gelir bazen o derece severim :) kahve dünyasınınkileri de ayrıca çok beğenirim. hatta yazınızı okurken "Bir an bir top için 6 TL. fazla geldi" cümlesini okuyunca içimden, "alın ama mutlaka, değecek" diye geçirdim :)
    şule gürbüz merak edip bir türlü alıp okuyamadıklarımdan. bu sefer şeytanın bacağını kırarsam şerefine ve sizin için bir top dondurma (yok kesmez, 3 top) yiyeceğim :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahhh ahhh ben de geçirebilirim, yazsam ne dondurma anılarım var ki biri Çanakkale'de... ama ne dondurmaydı:) Gecesi fır dönen bir baş, rüyada bile rahat bırakmayan üstelik... Sonra doktor, sonra en nefret ettiğim anlar; Enn Amca disiplininde iyilileştirilme evresi:) Fakat kısa zamanda sonuç alıcı bir başarı. Sonra daha ölçülü dondurma yenilebilir evresi:)

      Sevgili Okul Arkadaşım'ın okuduğu Kambur'la ilgili epey övgü okuduğumu da belirteyim o halde.:)

      Sil
  7. Doğum gününüz yakın bir zaman önceydi öyleyse. Nice nice yıllarınız olsun, öncelikle sağlıkla ve keyifle geçsin. İyi ki varsınız değerli buraneros. Hep böyle yazın siz. Kendimizi bir denizin kenarında hissederek püfür püfür esintiler eşliğinde okuyalım şahane yazılarınızı:) O esnada sırtınızda çanta ve elinizde rengârenk dondurma toplarıyla siz geçin oradan bize göz kırparak;)

    O değil de, onca zaman geçti, dışarıda oturup da zerre kadar bir şey ne yedim ne içtim. Dondurma sadece marketten ve endüstriyel:( Mis gibi ve çıtır çıtır bir su böreği demek;(
    Şaka şaka, ağlamıyorum, afiyet şifa olsun:) Ama en kısa zamanda bu katı kurallarımdan birini aşıp kordondaki o ünlü pastaneye oturup ben de dondurma yemek istiyorum. Sayenizde olacak bu. Sonuçta dondurmadan ölen yok:D
    Sedat Peker iyileşti o zaman. Sevindim bu habere. O bir mucize. Umudunu kaybedenlere hep demişimdir ki: ''Hiç öyle demeyin. Bir gün bir mucize olur ve her şey tersine döner.''

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, siz de iyi ki varsınız:) Koç burcunun Nisan tarafındayım:)

      Bence dışarıda oturabilme olanaklarından yararlanmak gerek ki görünen kışa işler zor, gerçi insanlarda da bir aşı olma telaşı gözlemliyorum, randevusuz gelenlere de randevusu olanlar öncelikli olmak üzere yapıyorlar. Bence dondurma yaşatır:)Şimdiden afiyet olsun:) Bu arada bahsettiğim dondurma ne kadar güzel olursa olsun bir Çanakkale dondurması değil:) İki üç gün önce twitter'da yazmıştı Sedat Reis.

      Sil
  8. Merhaba,
    Yazınız beni ortaokul yıllarıma götürdü. Mevsim yaza evrilip de dondurmacılar tezgâhlarını dükkândan dışarı çıkardılar mı, yatılı okuldan hafta sonu çarşı iznine çıktığımızda ya da hafta içi kaçtığımızda soluğu -bugün hâlâ yerinde duran fakat çarşının neredeyse tamamı gibi, o eski ruhunu çoktan yitirmiş olan- M. Pastanesi'nde alırdık. Ne güzel günlerdi!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      O güzel günleri yaşamış olmak bir avantaj:) Neden? Çünkü o yıılar gibi olmayan mekânlara ve tatlara yakın tatlar ve mekânlar bulunca, içinde olduğumuz anları o yıllarmış gibi yaşamayı becerebilen kalıcı tatlarımız var zihinlerimizde. Ya onlar da olmasaydı! Çekilir miydi bu dünya:)

      Sil
  9. Herkes gibi canım o kadar ama o kadar sıkkın ki... Depresyona girdim gireceğim gibi bir ruh hâli. Gel gör ki bu yazı içimi açtı. Bir haftadır buralara uğramıyordum. Bugün iyi ki açmış blog sayfalarını.
    Dondurma çok pahalı. Gerçi her şey çok pahalı. Ama dondurma en takık olduklarımdan:) Çocukken gün içinde bazen 2-3 kere aldığımız dondurmayı bugün aynı şekilde tüketmek herkes için geçerli değil. Her dondurma aldığımda, istisnasız "iki çocuklu bir aile her gün onlara dondurma alsa ayda ne kadar eder?" diye hesap yapıp miktara şaşırırken buluyorum kendimi:) Biz her Allah'ın günü yerdik çünkü. Onlarda biraz daha uygunları var ama marketlerde satılan paket dondurmaları dondurmadan saymıyorum. Yani bu ülkede bir dondurmaya içlenmediğim kalmıştı, o da oldu.
    Şule Gürbüz'ü ben de severim. Kambur'u övdüğümde pek olumlu tepkiler almamıştım:) Daha doğrusu benim kadar etkilenilmediğini görmüştüm. Şimdi burada rastlayınca sevindim doğrusu.
    Huzurlu günler, keyifli okumalar, renk renk dondurmalar dileğiyle efendim... :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalnız şu dönemde çok ara vermek okuyucuları endişelendiriyor, bunu söyleyeyim. Tatilden dönüp sonra iki yazıp ardından uzun süre yorumlara cevap yazılmayınca, acaba tatilde mi kapıldı, bir mesaj atsam sorsam mı mı diye düşünenler olabiliyor:) Çok haklısın aynı şeyi ben de düşünüyorum.

      Çok teşekkür ederim, aynı dilekler benden de:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP