24 Ağustos 2021 Salı

Bas Gaza Kaptan Bas Gaza

1.Gün

Dün akşamı çadırın üst koruyucusunu aramakla geçiriyoruz. Bulamayınca acaba verdiğimiz birinde mi kaldı? diye düşünüyor, buluruz umuduyla şehire inmeyi bile göze alıyor ama orada da olmadığını görüyoruz. Olsun, nasılsa yağmur yağmaz deyip diğer malzemeleri atıyoruz bagaja. Hayatta en bayıldığım şeydir yol heyecanı ve yolda olmak. Nelerin beklediğini düşünmek, hayalini kurmak masal gibi geliyor olmalı ki uyuyabiliyorum. Yola erken çıkacağız; ilk hedefimize varmamız için bu gerekli. Eylül 1980'nin 1'i. Uyanıyorum. Ev halkı ayakta. Bagajı son kez gözden geçiriyoruz. Cengiz'in bagajları için yer ayrılıyor. Vedalaşıyoruz. O gün değil ama bugün yazarken gözlerim doluyor. Babam. Şahane adam. Biliyorum ki yüreği atıyor, endişe duyuyor ama bu kapsamda bir yolculuğun bu yaşta  bir kere yapılabileceğini biliyor. Bağrına kimbilir ne taşlar basıyor. Bana, sürücülüğüme güvendiğini biliyorum, aksi durumda sadece bu seyahat için bir araba almaz, benim de farklı ulaşım araçlarıyla gitmem için gerekeni yapardı. Bizim üç harfli 5.25'in içi gidiyor, göz göze geliyoruz. O da bir genç, benimle vakit geçirmeyi seviyor, yaşadığımız maceralara bayılıyor ki aramız fazlasıyla kanka, sırdaşım. Israrcı olsam onla da gidebilirdik ama O bizim! Turuncu ise benim için. Seviyoruz birbirimizi, ilk anda. Eski ve çok sevilen, daha sonra oto aksesuarları dükkanı açan tatlı bir Abi'den aldık Turuncu'yu. Dönüşte satılacak ve edilen kârla benim masraflarım çıkacak. İş adamlığı budur! İşte o taksici abiyle arabayı aldığımızda birlikte gelmiştik mağazaya. Evladından ayrılacakmış gibi endişeliydi. Kime teslim ediyordu? Park yerinden çıktıktan, dar sokaktan ana caddeye döndükten sonra ve biraz ilerleyince bana döndü. "İçim çok rahatladı," dedi, "senin elinde bu arabaya bir şey olmaz."

Ev halkıyla vedalaştıktan sonra evin önünden ayrıldım. Annem arkamdan su döktü. Babannem tespih çekip dualar okudu. Kardeşlerim ben bahçe kapısına gidene kadar ardımdan el salladı. Kapıyı açmak için indim. Çıktım. Bu kez kapatmak için indim. Ev halkı evin önünden bana bakıyorlardı. El sallaştık. Yola çıkıp sağa döndüm. Şimdi Cengiz'lerin yazlığın önündeyim. Bu şömineli yazlık bir konuşsa var ya!  Güngör Teyze ve Tahsin Amca kapıdalar. Cengiz'in bagajlarını yerleştiriyoruz. İkimize de sarılıyorlar. Çıkıyoruz yola. Bir büyük hayal gerçekleşmişcesine çığlıklar atıyor. Kaç kere çak yapıyoruz. Şahane kasetlerimiz var. Ankara yoluna kıvrılıyorum. Sonra bas gaza şoför bas gaza.

Giriyoruz Ankara'ya, Cengiz İş Bankası mavi çek alacak. Onu hallediyoruz. Set'in terasında yemek yiyoruz. Kuzeniyle kaldıkları eve gidip biraz dinleniyoruz, sonra da ilk konaklama noktamıza doğru yola çıkıyoruz. Kızılcahamam'dan geçerken durup fotoğraflar çekiyor. Sonra devam ediyoruz. Sollamaya yol müsait olmadığında sağdaki emniyet şeritlerinden geçiyorum arabaları ki bundan çok zevk alıyoruz. Ahhh çocuk-gençlik işte! Bazen üst model güçlü arabalarla kapıştığımızda radyo antenini indiriyor tüm camları kapatıyoruz ki hız kesen unsurlar sıfırlansın. İstanbul yolunun Ankara sonrasını zaten çok sever, çok da keyifli bulurum. Hava kararmaya başlıyor. İşte tabela göründü. İniş hamlelerine başlıyorum ve sola dönüyorum. Adını çok duyuyor, takvim sayfalarındaki fotoğraflarına bayılıyoruz. O'na yolun, çam ormanlarının tadını çıkara çıkara varıyoruz ki hava iyice karardı. Turban'ın önünde park ediyorum. Müthiş bir serinlik; hani Eylül'den utanmasam kış diyeceğim. Giriyoruz kapıdan içeri, otel sakin. Resepsiyonun önündeyiz. "Oda lütfen," diyoruz. "Oda malesef," diyor papyonlu smokinli resepsiyon görevlisi. O ara hafifçe bankoya eğiliyor Cengiz, tişörtünün küçük cepinden mavi çekin kimlik kartı görevlinin önüne düşüyor. Kimin arkadaşı! Ve onun büyüsü ile bir anda şıp, otelde oda boşalıyor!

Gece ve Göl manzaralı odamıza geçiyoruz. Biraz uzanıyor, balkondan Abant'a bakıyor, şefkatli soğuk anne özlemi gibi yüzlerimizi okşuyor. Doğa elbirliği içinde. "Ne tatlı gençlersiniz siz bakim!" diyor. Duş yapıp üstlerimizi değiştiriyor ve göl manzaralı, miss gibi çam kokulu salona yemek için geçiyoruz. Havalı çocuklarız; iyiyiz ve karizmamızın içi boş değil; saatlerce konuşabiliriz. Gözler üstümüzde farkındayız. Salon çok hoş, sakin ve kalabalık değil ve sanki birbirine aşinaymış insanlar gibi bir sıcaklık var ortamda.

İki kuzu şis istiyoruz. "Bir de kırmızı şarap lütfen." Şahane bir tabak geliyor, enfes şişlerin eşlikçisi kuskus. Etlerin bu coğrafyadan olduğunu da düşününce nasıl bir keyif olduğunu hayal etmek gerek.

Zamana yayıyoruz keyfi, buluyoruz şişenin dibini. Sonra bu enfes doğada biraz balkonda oturup gölün sesini dinleyerek, şarabın rehavetiyle sızıyoruz.


Sabaha erken uyanıyoruz. Verandada, şu fotoğrafın açısından bakarak göle, enfes bir kahvaltı yapıyoruz. Ahh bu güzel, henüz kalabalıklaşmamış doğanın senfonik kokusu! Verdiği tazelik duygusu. Nefeslerimize nasıl bir tat katıyor. Sonra Turuncu ile uzun, ıssız ve yavaş bir tur atıyoruz gölün etrafında ve Otele dönüyoruz. Akşam bağlattığımız telefonun -o yılların normali olarak- hâlâ bağlanamadığını görüyor, eğer bağlanırsa burada ve sağlıklı olduğumuzu ve yola çıktığımızı söyleyin lütfen, diyoruz.


Taptaze bir hevesle, önümüzde bizi nelerin beklediğini bilmeden ama yaşama daha aşık bir coşkuyla yeni hedefimize doğru yola çıkıyoruz. Ana yola bağlanmadan önce iniyoruz Turuncu'dan, bu doğa harikasına bize yaşattığı unutulmaz bugün ve kattıkları için teşekkür ediyoruz.



Bakalım gelecek bölümde kısmette ne var?

Not: Turuncu çok yakın zamana kadar aynı plaka ile bizim sattığımız kişideydi ve sıklıkla görüyordum. Sonra aynı sahiple rengi Bordo oldu. Taze bir bilgim yok çünkü pandemi bizi hayattan alıkoyuyor.

2.Bölüm için buradan lütfen!


20 yorum:

  1. '80 ler, gençler, çocuklarına güvenen ana-babalar, doyumsuz yolculuklar.. fotoğraflardan belli eskinin güzelliği, ah hele Turban kelimesini okudum ve iki dakika durdum. Bu kelimede bile harflerinden daha fazla anı var eminim.

    Gözler devamını bekler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Turban Turbanlıktan çıkarılınca sanırım geriye bir kuşağın hayyalleri kaldı, iyi ki varlardı ve yaşadık ile birlikte bir özlem de bıraktılar ama olsun o tat unutulmaz, nasip olmayanları çatlatır:)

      Belki aralıklarla olacak ama olacak, Sevgili Momentos!:)

      Sil
    2. Bir aya yaklaşan bu "aralık" yeterli mi acaba? :))

      Sil
    3. Farklı zaman dilimlerinden farklı anlar yazınca ve bir de şimdiki zaman... ve işler güçler derken yetişmek zor Sevgili Momentos:)) Su akar, duygularda onla birlikte akar ve her şey günü geldikçe yerini bulur diyoruz şimdilik. Önce son üçlemenin üçüncü yazısı yazılmalı sanki:)

      Sil
  2. -yine- "keşke bitmese" yazısı olmuş! çabucak gelsin gelecek bölüm, bu yaşanmışlıkların samimiyetinde kaybolmaya ihtiyacımız hiç mi bitmiyor, hiç bitmiyor..

    YanıtlaSil
  3. Çok çabuk gelir mi bimiyorum Sevgili Elisabeth, çok aralıklı olmayacağını biliyorum ama:) Kimbilir tez vakitte, mesela bugün akşam vakitlerinde o tatta ama gezi yazısı olmayan bir yazının linki görülür blogda:)

    YanıtlaSil
  4. Keyifle okurken yazınızı, ben de eski günlere gittim. Aynı yerlerde aynı dönemi yaşadığımız için bir başka etkili oluyor sözleriniz. Ayrıca kullandığınız zaman kalıbı anı yaşatıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İzleri derin yıllar, insanı kalıba sokuyor ve bunu dile de yansıtıyor. Yazarken bazen, mesela babamdan söz ederken o yaştan yazmak bana da garip gelmiyor diyemem, ama başka türlü de olmuyor:)

      Sil
  5. gençlik ne şahane bir dönem...bitmeseydi dedim yazının sonunda. beklemedeyim :)

    YanıtlaSil
  6. Geçmiş gibi konuşmayaım lütfen Sevgili Şule:)

    Ne gençler var ki ruhları 100 yaşını aşmış, bizim yaşlarsa 19'da takılı:)

    Çok fazla bekletmeyeceğim sanırım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. haha yok vallahi geçmiş gibi konuşmak değildi niyetim :) "bitmeseydi" dediğim gençlik değildi (o bitmedi evet), yazıydı zaten :) :)

      Sil
    2. Oraya takılmamıştım, orayı doğru anladım da baştaki vurguyu ben özlem gibi değerlendirmişim:)

      Sil
  7. "Efsane Gezi" etiketi ekstra ilgimi çekti:) Devamını merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok merak ettirmeyeceğim sanırım, bu ara yazmak için ritmim ve vaktim iyi:)

      Sil
  8. Ben baya Fransız kaldım mevzuya galiba 😳 3 harfli 5.25, İş Bankası mavi çek, Turban...??? Hiç bilmiyorum 😶

    YanıtlaSil
  9. Tercüme ediyorum o halde::)

    1. BMW 525

    2.O yıllarda kredi kartı yok, Amerikan kökenli kartlar var ama çok çok çok özel insanlar alabiliyor. Mavi çek para taşımak istemeyince hesaba para yatırıp alınan ve her sayfası belli miktara kadar garanti edilmiş, provizyon gerektirmeyen, yanlış hatırlamıyorsam 10 belki 20 yapraklı bir çek defteri.

    3. Turizm Bakanlığının kurduğu ve sahip olduğu ve işlettiği, sonra her şey gibi özelleştirilen ve ülkenin pek çok yerinde olan şahane oteller. Örnek: Büyük Ankara Oteli. Yıkılmış olan, Büyük Samsun Oteli.

    YanıtlaSil
  10. Buradan başladım bu şahane diziyi okumaya, bir selam vereyim dedim en baştan :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, çok özel bir döneme denk gelen çok özel anları olan bir geziydi, aslında bir not defterim vardı, seyahat boyunca günlük gibi yazdığım ama kayıp:) Allahtan tüm süreç zihnime ve kalbime kazılı:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP