Cuma akşam. Pencereyi açıp denize bakıyorum. Artık sıktığını düşünüyorum. "Oysa," diyorum, "hayat ne güzel, cuma günü akşamları ne tatlı, ertesi de ne canlıydı."
Çok değil bir yıl önceye kadar!
İçimde fena bir isyan var, yetti artık şu cumartesi-pazar sokağa çıkma yasakları... Özlüyorum, hafta sonu tatlarını.
Dün akşam Ay ne güzeldi, geliyor o an aklıma. İlk görüşte heyecan yapmış, elime telefonu almış, tek tuşla aramış ve sevinçle "Gördün mü Ay'ı?" demiştim. Sonra sular sellerce konuşmuş, ben neredeyse 15'lik halime dönmüştüm.
Öyle güzeldi ki.
Cumartesi sabahı market açılma saatlerini sabırsızlıkla beklemiş, gün için tavuk köftesi alsam, diye içimden geçirmiştim: Çünkü geçenlerde tavuk şadra almak istemiş, gitmiş, onu alırken tavuk köftesine başladıklarını söylemiş ve övmüştü genç adam. O gün değilse de sonrasında almış; fırında havuç, patates, biber ve bezelyeli yapmış; parmaklarımı zor kurtarmıştım. Öylesine güzel baharatlanmıştı ki tadına doyamamıştım.
Buzdolabını açıyorum ki beyaz peynir bitmiş. Dışarı atmak için kendimi, hâliyle bir çok sebebim var. Üstelik kahvaltı için Salih Usta'dan miss gibi börekler alma, yanına da 350 cl'lik kahve ekleme fikrim, parlak.
Hava şahane, kapüşonlu ama illaki lacivert bir triko, elbette jean, askısından bir mont geçirilmiş ve tek omuza asılmış mini sırt çantası, siyah spor ayakkabılar... Ve çift maske!
Yeterince havalıyım.
Bir tereddüt anı!
"Denizden mi yürüsem?"
Dönüşün tadını denize bırakmaya karar veriyorum. Yoldan -eğlenerek- yürümeden önce önünden geçtiğim komşu sitenin bekçisi ile selamlaşıp, "N'aber, nasılsın Adnan?" diye soruyorum. Koçtaş ve e-Bebek'in köşesine varınca bir an Beauty Bar açık mı acaba? diye meraklanıyorum. Yolun öte tarafındaki binanın altına yeni bir pizzacı açılmak üzere. Küçük ama dekorasyonu pek hoş Marketim Delux'e yanaşırken de "Satışı yasak ama şuradan iki bira alsam mı?" diye düşünüyorum. Geçen hafta almıştım. Üstelik bunu yasağa baş kaldırmış çocuk eğlencesine çevirmiş ve sormuştum, "Yasak ama bira alabiliyor muyuz?" "Alırsın abi," demişti genç adam. Üstelik de ufak çaplı, illegal durum teslimat ritüeli yaşanmasına sebep olunmuştu: Diğer genç adam "Çantanı alim, abi," demiş, ben kasaya ödeme için yönelmiş, O, o arada çantama markasını ve cinsini söylediğim iki birayı atıp, fermuarını kapatıp bana uzatmıştı.
Bu kez biradan vazgeçiyorum, akşam kardeşte maç izlerken onun viskilerinden bir tek içerim, diye düşünüyorum.
İlk olarak tavukçuya gidiyorum. Cadde ve sokakların ıssızlığı dikkatimi çekiyor. Oysa bugün ve bu saatte her yer açık. Geçen haftalarda yasağa rağmen daha canlıydı! Şehrin yoğunluk listelerinde üste çıkması, sanırım ürkütmüş!
Ahh! Köfteler derin dondurucuda, oysa geçen hafta normal dolapta ve tazeciklerdi. Almıyorum. Bir an "Migros'a girsem mi?" diye düşünüyor ama sokaklardaki bu cansızlık fazlaca soğuk geliyor ve kendimi canlılar arasında tek kaldığım garip bir filmin içinde gibi hissediyorum. Salih Usta'ya varıp, iki tatlı pasta, iki dilim su böreği, ve iki tane ıspanaklı gül böreği, bir de ekmek olmak üzere dört çeşit alıyorum. Çıkarken ellerime dezenfektan sıkıyor, ışıklarda yeşili bekliyorum. Hayat bu sabah ıssız.
Şimdi sahildeyim. Mekânlar kapalı, bu normal. Hayatın insan tarafı bomboş. Yoksa, aheste dalgalar ve martılar şen şakrak. Güneş insanı çatlatacak derecede parlak, deniz masmavi. İnsanların yok olduğu, dünyada tek kalmış bir insan halindeyim hâlâ. Ve mutsuz değilim, garip! Üstelik su gibi akıp giden, onunla olmaktan mutluluk duyduğum bir tuğla var bugün elimde. Bayım bayım bayılıyorum!
Akşama yaklaşıyor gün. Bir an aklıma dün akşamki Ay geliyor. Pencereye yanaşıyor, dün akşam olduğu yere bakıyor ama onu göremiyorum. Bir an "Yoksa bu akşam gelmeyecek mi?" diye düşünürken, sağ cenahtan denize doğru baktığımda bir pembelik görüyor, onun mavi ile uyumu, pastel tonu beni uyarıyor ve yatak odamın penceresine yürüyorum. Düşüp bayılmadığıma şükretsem iyi olacak.
Fotoğraf makinesi elimde ve balkonun ucundayım. Ve bencilim! Fotoğraflıyorum. Değişik ayarlarla tekrar tekrar çekiyorum. Sonra salona dönüp elimde telefonla pencerenin önüne geçiyor, tek tuşa basıyorum. Uzun uzun konuşuyoruz. B'yi soruyorum. İçeride daraldığını, pencerenin önünden dışarıyı özlediğini ve sokağa çıkıp eski alanlarına gittiğini öğreniyorum. Çenem coşkulu. Keyifli ve gülüşlü bir sohbet, çünkü bu kadına bayılıyorum.
Dünden beri aklıma düşen bir mevzu var. Çocukluktan, ağırlıkla lise yıllarından karakterler geliyor aklıma. Güzel duygular bırakmış ama yeniyetme şımarıklıklarım yüzünden öteki yüreklerde yarım kalmış yaşanmışlıklar. O hâlime kızmıyorum elbette... Yüklerini hayatım boyunca taşıdım desem yeridir. Buna ilgi gören bir çocuk şımarıklığı da denebilir. Kötü bir çocuk değil ama...
Sonuçta çocuk işte!
Sonra bu pişmanlıklarımdan bir yazı dizisi yapsam, diyorum. İlk O'nu yazmayı düşünüyorum. Öyle saf ve öylesine sevimli bir aşkla sevmişti ki...
Elbette farkındaydım, elimde O'nun yazmadığı ama onun ilgisini anlatan renkli kağıda yazılmış ve renkli zarfa koyulmuş bir mektup vardı. Henüz 13 belki de 14 yaşındaydım. Belki de o yaşlarda bile değildim.
İkincisi lisedeki kız. Hayatımın en güzel sohbetlerinden birini yaptığım ve bir kız arkadaşın doğum gününde tanıştığım, onunla dans ettiğim ve kimseleri görmez bu sohbetler esnasında sürekli ötekiler tarafından dürtüldüğüm kız.
Uzun zamandır aklımı çelmeye çalışan ve yazsam mı diye düşündüğüm bazı anılar vardı. Vazgeçme ihtimalim yoğundu. Zamanda geri gittiğimde ve o anki hissiyatlarımla baktığımda, bir fotoğraf gibi anılarımda yer bulmalılar, diye düşünüyordum. Kocaman adam halime dönünce de o adam bunu gereksiz buluyordu.
Sonra aldım klavyeyi elime, akılla düşünmeden yakalayınca kendimi, biraz da bağlayıcı olsun diye, ve kendimle duygusal bir hesaplaşma içindeyken; yazsam şu an yazmakta olduğum yazıyı iyi olacak diye düşündüm.
Ve yazdım!
Bir başlık geldi dizi için aklıma, hoşuma gitti ama not almadım: Günah Çıkarıyorum 1,2,3... gibi bir şeydi. Sanki. Sonra bir tereddüt yaşadım ve bu başlık melodik gelmediği gibi donuk kalır diye düşündüm.
İkinci olarak Sor Bana Pişman Mıyım? geldi ki onu bir yazıda kullanmış olduğumu hatırladım.
Başlık boşlukta kaldı.
Gün içindeyse birden, bu kadar geçmişe gitmişken ve kaçınılmaz olarak duygusallaşmışken, özellikle ikinci yazmayı düşündüğüm kız için, blog dışında hiçbir sosyal medya bağlantısı olmayan ben, Lisemiz derneğinin Facebook sayfasına ulaştım, kamuya açık olduğunu biliyordum, dernek ilk açıldığında sayfaya bir uğramış ve orada görmüştüm O'nu, elinde gitarıyla. Hatta bu şehirde kalmış olmasına şaşırmıştım. Bu kez göremedim, ve anladığım sayfa tazelenmişti ve eski kayıtlar yoktu ya da benim hesabım olmadığı için göremiyordum. Sonra O'nunla tanıştığım doğum gününün sahibi kız geldi aklıma, İnstagram hesabına ulaştım. Kamuya açıktı. O grubumuzdan bir kaç kişiye rastladım. Yeni hallerine şaşırdım. Çünkü yıllardır, başka şehirlerde oldukları için görmüyordum.
Akşam maç vardı. Benim izleme niyetim uçmuştu. Ta ki küçük kardeş "Yemek yapıyorum, 18'15'de gelin," mesajı atana kadar.
Sabah birden aklıma düşmüştü, halamla gittiğimiz ve tüm tribünlerin "Fikret... Fikret..." sloganlarını attığı, kapalı spor salonundaki konseri hatırlamış ve gün boyu Spotify'da Hümeyra şarkıları dinlemiştim!
Alttakini ise üst üste...
Adeta romandan bir pasaj okur gibi okudum :) Finalde de Hümeyra sürprizi beni karşıladı. Ne kadar iyi bir yorumcuydu. "Normal"i özledik, hepimiz..
YanıtlaSilTeşekkür ederim:) Hümeyra ve hatta o kuşak başka, ne şans ki küçük çocuk kulaklarımıza üflediler; belki de o sayede müzikte iyiyi kötüyü seçebilir olduk:)
SilSelam satırlar çok uzun olunca okuyamıyorum. Ama bu sefer tek kelimeyle bayıldım.. Yumurtanın güzellemesi ayın şavkı, Hümeyra ve Anılar havalar ısınıyor. Normal olmayan normale dönmek için bekliyoruz. Sevgiler.
YanıtlaSilSevindim:) Sanırım ben ve hepimiz için hafta sonu dışarı çıkabilmek artık paha biçilmez bir normal; leylekler de hazır gelmişken üstelik. Havada bir görelim ki gezme hayallerimiz çiçek açsın, en azından:) Sevgiler.
SilKelimeler arasında kaybolmak böyle bir şey olmalı. Otuz sene görmediğim arkadaşlarla bir gece buluşmuştuk. Herkes yakasına isminin yazılı olduğu kağıtlar iliştirmişti. Aksi takdirde birbirimizi tanıma olasılığımız yoktu. Bakıp bakıp güldüm onlara, ne kadar yaşlanmışlardı...
YanıtlaSilDurumu anlatan tam olarak "ne kadar yaşlanmışlardı". Sürekli gördüklerimiz ve tabii ki kendimiz ne güzel ki hiç yaşlanmıyoruz.:)
SilKardeşin yaptığı yemek, en son fotoğraftaki miydi? Ev usulü hem de! Afiyetler olsun. :)
YanıtlaSilYazı dizisinin başlığının bulunmasının eli kulağındadır bence, Sevgili Okul Arkadaşım. :)
Teşekkür ederim:) Fotoğraf önceki hafta kardeş şef ve yeğen şef ikilisinin yaptığı eve teslim yemek, o gün üzerine yazmadığım için ve bu haftakinin de fotoğrafı olmadığından ikisine de dokunmuş oldum.:)
YanıtlaSilYazıları uzun zamandır çok istiyorum aslında; çünkü kıymetli bir dönemin kıymetli anları. Bu aralar hevesim soğutmadan yazdım yazdım; öte yanıma geçerse hakimiyet, bakacağız o zaman Sevgili Okul Arkadaşım:)
Hangi birini güzelleyeyim bilemedim. En çok özendiğim deniz kenarından yürümek oldu, sonra bezelyeli sebzeli tavuk satırlarında ağzım sulandı (ki ben tavuk hiç yemem, ağzımı sürmem; düşünün yazının gücünü!) sonra dostlar, “ayı gördün mü!” demek için birini aramak da evrenselmiş demek ki ;) Buraneros..... yine bir şölen!
YanıtlaSilYorumun da yazan için şölen:) Deniz enteresan, yıllardır göz göze diz dizeyiz ama usanmıyoruz işte birbirimizden, üstelik ay ve güneşle binbir numaraları var. Tazeliyorlar insanı!
SilEskileri hatırlayıp orada bıraktığımız kişileri sosyal mecralarda arama
YanıtlaSilfikrim hiç olmamıştı, şimdi bu yazıyla merak duydum. acaba kimleri bulurum? bazılarının adını hatırlasam da soyadlarını anımsar mıyım acaba?
Adı soyadı bilinen birini bulunca, ondaki bağlantılardan bir kaç kişi daha bulunabiliyor gibi. Aktif kullanıcılar için daha kolaydır sanırım.
SilBiraz karamsar mı başladı dedim, şaşırdım, okudukça yine şenlendi satırlar:) Hayattan keyif alan birinin bilinç akışı, okuyanı nasıl da mutlu ederek ilerliyor. Gülümsetenlere selam olsun o zaman:) Sevgiler...
YanıtlaSilKaramsarlığa yer yok, bazen bir araç olmaktan öte bir kıymeti de yok, işimiz onu her seferinde auta çıkarmak!
SilEvet... kesinlikle -hayatımızı rengarenk boyayıp güzelleştirenlere- selam olsun:) Sevgiler...
Nasıl beceriyorsun bunu? Yani seni okurken, insan tereddütte kalıyor, yolda yürüyor, keyifleniyor, kahve kokusu, kızarmış ekmek kokusuna karışıyor, özlüyor, 15lik hallerine düşüyor, neredeyse telefonu eline bu alıp "tek tuş" arayacak sevdiğini. Sonra ben sana sihirbazsın sen deyince bu hal gerçekçi olmuyor.
YanıtlaSilKimbilir belki ben evvel zaman önce başka başka sihirbazlara özenmiş, kıskançlıkla onları okurken beslenmiş, neden ben olamıyorum diyerek daha çok çalışmış, taklitçiyken kendi üslubumu yaratmışımdır, olamaz mı yani:) Bi de hayat bana kıyak yapmıştır belki, güzel insanlar biriktirmeme sebep olmuştur, sonra farkındalığı gelişmiş bir insan haline büküp an'ların kıymetini anlar hale getirmiştir. Bu da olamaz mı:) Misal öğleden sonra bir şiir okudum, yazanın düz yazıları da şiir gibidir, tavsiye ederim:)
SilDost meclislerini özlemişim. Renklerin dünyasına öyle bir daldım ki çıkamıyorum :) hocamız çok ödev veriyor :) ben de disiplinli ve çalışkan bir öğrenciyim işte;) neyse ki portre sınavını tamamlayıp teslim edince derin bir nefes aldım. Ve ilk fırsatta koşa koşa sevdiğim dost kalemlerin sayfalarına daldım. Dün peşpeşe yazılarını okudum. Okumakla kalmayıp sanki yaşadım... bu hissiyatı seni takip eden, yazılarını okuyan herkes yaşıyor bence. Buraneros farkı bu! Demini almış, yılların içinden süzülüp gelmiş kelimeler, satırlardan çıkıp içimize, ruhumuzu akıyor adeta :) kalemine, yüreğine sağlık.
YanıtlaSilKorona'da benzer duygular içindeyiz hepimiz. Biz de can taşıyoruz işte. Sabrımız, direncimiz, şevkimiz zaman zaman zik zaklar çizebiliyor. Ama iyi ki şu blog dünyası var da hoş-beş ediyoruz. Yoksa kendi kendimize konuşup duracağız!. Biraz karamsar başlasa da satırların sonunda ruhun dizginleri ele almış... çıkıp yeniden pırıl pırıl ay ışığının aydınlığına dalmış...yüzümüzde bir tebessüm hali içinde, kulağımızda nostaljik esintilerle seyrü seferlere çıkmak ne hoş oldu :)
Anılarını güzel yazıyorsun. Yaz bence... nasılsa yazı evinin patronu sensin! Evet, soruyorum 'pişman mısın?' :)
Sağlıkla, esenlikle ve hep keyifle kal.
Biz de pek şanslıyız, o çalışkan öğrencinin galerisinde dolaşmaya bayılıyoruz:) Ayrıca sanatla haşır neşir, bizzati hayat yaşayan kalemlerden yansıyan övgülere de bayılıyoruz.;) Çok teşekkür ediyorum ve aynılarını diliyorum:)
SilMuhtemelen yanıtını ara ara yazılarda vereceğim, bir ipucu olarak şunu söyleyebilirim ki keşke diyorum. Hayat bir çok ezberi yontunca artık farklı bakıyorum ve aslında pişmanlıktan daha çok merak ediyorum. Bu minvalde bir kurgu bile yapabilirim. Bakacağız:)
Sağlık ve esenlikle ve elbette keyifle...
Mükemmel bir yazıydı. Önceki yazıdan link verilince, aralanan kapıdan kafamı uzattım, buram buram bir koku vardı. Hem mutfaktan gelen, hem de kalpte saklanmış ama eskimemiş duygulardan...
YanıtlaSilAh beni yeniden şair edeceksiniz. :)
Çok teşekkür ederim. Evet Sevgili Momentos, bence zamanı gelmiş, şöyle imza gününü hayal ettim de, blogcular birarada üstelik, mesela Ege de bir yerde:)
YanıtlaSilAmman ne yaptınız :)))))
Sildeli hayallere sürüklenmemek mümkün değil..
Muhtemelen yazılmışlar vardır, artanlar da, biraz üzerlerinden geçmek gerekir belki, biraz da güncelleyip, bir kaç tane yeni yazmak:) Olur bu iş yani:)
Sil