16 Mart 2021 Salı

Bir Bak Göreceksin

Kesintisiz devrim, devrimci çocukluğumun idollerinden biri tarafından kulağıma üflenmişti. Sonra biraz büyüdüm, elime ne geçtiyse okudum. Okumakla kalmayıp düşündüm, sentezledim, başkalarının dilinden konuşurken kendi dilimden konuşmaya başladım ve gittikçe daha ben oldum. Kesintisizlik teorisi hayatın durağanlığının aksine kendi çizdiğim yolda coşkuyla yürüme cesareti ve onun tadına yönelik güçlü bir farkındalık sağladı bana. Okudukça, dinledikçe sorularım oluştu; sorular oluştukça yanıtlarını aradım, buldum; beğenmediklerimi ayıkladım, sevaplarımı yanıma alıp yürüdüm.

Bu sayede yaşam çeşitlendi ve bir çok arkadaşım can sıkıntısından söz ederken, bu kelam benim dilimden daha az çıkar oldu. "Müziği, pop ve rock olmak şartıyla seviyordum. Türk Sanat Müziği de, türküler de tıpkı klasik müzik gibi bana ırak şeylerdi. Çocukluğumun hızıyla bağdaştıramadığım için dinlemeye tahammülsüzdüm," diye tanımlamıştım çocuk beni, yakın zamandaki bir yazımın içinde. Aynı cümlenin bir kısmını Sevgili Leylak Dalı'nın bu yazı için beni tetikleyen Şarkılar Neyi Söyler? başlıklı yazısına yazdığım yorumda da kullandım. Çünkü, Nesrin Sipahi hayatımın müzik tarafının ikinci kazancı Türk Sanat Müziğini  sevmemin, daha çok da anlamamın sebebiydi.


Benim ilkokul öğretmenin çok güzel kadındı. Cumhuriyetimizi çağrıştırıyordu. Bir gün, enn amcam henüz nişanlıyken, akraba olacağımız seçkin ailenin evine yemeğe gitmiştik. Gençler bir masanın etrafında sohbet ediyorlarken, tıfıl ben de çalmakta olan  bir 45'lik plaktaki sese kulak kesilmiştim. Aslında her şey o gün başladı. Bir aranjmandı ve ben aranjmanı batı müziğinin bizden olanı sanıyordum. Çalan vizyondaki bir filmin müziğiydi, masadaki gençler izlemişlerdi ve onu konuşuyorlardı. Belki de ben, o filmin müziği sanmıştım!  Plağa baktığımda okuduklarımdan ve konuşulanlardan popüler bir batı sanatçısının ve şarkısının müziği üzerine Türkçe söz yazılmış hali olduğunu anladım. Batı müziği bir eserin sözlerini anlıyor olmak hoşuma gitti.  Plağın kabını aldım, inceledim. Nesrin Sipahi yazıyordu. Sesin adını aklıma kaydettim. Öğretmenime benziyordu.

Bir de müzik öğretmenimiz vardı. Piyano çalıyordu. Cumhuriyetimizin yarım asrına bir kaç ay kalmıştı. 50.yıl marşına çalıştırıyordu. Ben için nasıl da zordu! Arada, muhtemel ki bizim yadırgamayacağımız türden klasik batı müziği eserleri de çalıyordu. Sanki bünyemizdeki  klasik nefretin buzlarını usul usul çözüyordu. Kenardan mahallelerden gelmiş bizler için ne kadar farklıydı; Atatürk'lü filmlerde gördüğümüz öncü kadınlara benziyordu.

Yıllar sonra kızkardeşim nedeniyle akraba olacağımızı, aynı masada yemek yiyeceğimizi, onunla -artık müzikten biraz daha anlar benim- sohbet edeceğimizi, hayal bile edemiyordum.

Ufak ufak, radyoda -daha çok da popüler parçalar çalındığı ve bir iki parça ile sınırlı olduğundan- reklam kuşaklarında yayınlanan popüler sanat müziği şarkılarını dinlemeye başlamıştım.

Plakçı vitrinlerine baka baka mağazaya giderken yine bir gün, onu vitrinde gördüm. Ya ilkokul sonda ya da ortaokulun başındaydım. Cumartesi günüydü, bir kaç saat çalışacak, ortalığı süpürecek, haftalığımı kapacak ama araya plak alacağımı da sıkıştırcaktım.

İşimi yaptım, masum ve emeğinin hakkını bekleyen, alın teri akıtmış çocuk rolümü gayet güzel oynadım. Haftalığım ödendi, bir de prim verildi. Kapı aralanmıştı, mağazanın kapanma saatini beklemeye tahammülüm yoktu. Sürekli sinyal gönderiyordum ve sanki büyükler farkettikleri ruh halimle eğleniyorlardı. Biraz kıvrandırdıktan sonra babam, "Sen istersen erken çık," dedi. Hafifledim, lastik öttüren araba gibi çıktım mağazadan. Bir uzunçalardı bu. O günkü adıyla Long Play. Vitrinin önünde biraz kalıp, ne söyliyeceğimi kurduktan sonra biraz daha cesaretlenerek, girdim plakçıya; sahibi Türk Sanat Müziği koro şefiydi, küçük şehrin ünlülerindendi, soyadı Çağlayan mağazanın adı da Taner Ticaret'di. "Taner Amca," diye seslenirken; işaret ederek, "Şu plağı istiyorum," dedim. Güzelce ambalajlandı. Bekledim. Sonra koştum eve, radyoya entegre pikaba koydum. Şarkının hızına yetişemedim! Sonra güldüm ve pikabı 33'devire getirdim. O kadınsa, yani Nesrin Sipahi, körfezdeki dalgın suya götürdü beni.

Yazarken bir yandan da albümden bir şarkı koymayı düşündüm yazıya. Google'a "Onu bul bana," dediğimde, bulamadı. Ama daha güzel bir şey yaptı: Telaşla aranırken o şarkıyı ben, 1973 tarihli ve Cumhuriyetimizin 50.yılı logosu köşeşinden parlayan, aldığım ilk sanat müziği albümümdeki şarkıların olduğu bir video çıkardı önüme.

Teşekkür etmem kaçınılmazdı...

8 yorum:

  1. Nesrin Sipahi'yi dinlemek ne güzel oldu, iyi ki yazmışım o yazıyı, iyi ki tetiklemiş güzelim şarkılarını dinlemeyi. Osman Nihat Akın'ı da ayrıca çok severim, kaset zamanı o kadar çok dinlerdim ki onun şarkılarını içeren albümü. Şarkıların sözleri ayrı bir güzel, yorumlayının sesi ayrı: "Geçti hayal içinde bunca yıl, bir gün gibi/En eski hatıralar daha henüz dün gibi" Ne kadar doğru...

    YanıtlaSil
  2. Kesinlikle çok güzel oldu, sayenizde, bir kez daha teşekkür ederim.:) Bir kaç gün daha bu müzikle devam ederim şimdi. Bir de bu albüm hakikaten başka, besteci dediğiniz gibi muhteşem, ama yorumcu; kimi derlerse desinler, bu şarkılarda onun yorumu daha bir başka. Şanslı bir kuşağız diye düşünüyorum, bir geçiş döneminin önünü ve ardını yaşıyoruz.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Okul Arkadaşım,

    Eminim, o hak edilmiş, kazanılmış harçlıkla alınmış long playden daha değerli plak az bulunur. Ne güzel anısı var. :)

    Leylakcığıma da yazmıştım, Nesrin Sipahi'yi, sesini çocukluğumdan beri çok sever(d)im. Şimdi baktım, annemle yaşıtmış. Zaman nasıl da geçiyor...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Elbette öyle, bu manada kitaplar da olmak üzere, kendi emeğimle alınmış epey şeyim var:) Bu bir şans tabii ki, ticaretle uğraşan bir baba olunca insan gaza geliyor; elmalı şeker satanlara imrenip evde elmalı şeker yaptrıp satıyor falan da:) Çocukluk dönemi ticaret ilişkileri üzerine bir yazı mı yazsam şimdi:)

      Benim babamdan da bir yaş küçükmüş, siz yazınca doğum tarihine baktım.

      Sil
  4. Çocukken öyle çok severdim ki Türk Sanat Müziği'ni. Albümlerin kartonetlerini en ince ayrıntıya kadar okur, radyodaki sunumları iyice dinler, televizyonda alt yazılardaki isimlere dikkatle bakardım. O yüzden küçücük yaşımda şarkıcıyı, besteciyi bırak müzisyenlerin de isimlerini bilirdim:) Ama eskiden her sanatçıya önem verilirdi demek. Bugün bir şarkının bestecisinin kim olduğu kliplerde yazmıyor mesela, kaldı ki gitarist vs. nasıl yazsın? Neyse... Çok sevdiğim bir şarkının ikinci kere karşıma çıkmasını bekler ve kafama koyup ikincide ezberlerdim:) Ve birtakım başka anılar... Yazınla ben de çocukluğuma gittim. Eklediğin videodan albümü de keyifle dinliyorum şu am:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman ne kadar kızılsa da bazen siyasetin elinde oyuncak olsa da TRT vardı ve herşeye rağmen iyi ki de vardı. Ve ayrıca Türk Sanat Müziği hakikaten bu işe gönül vermiş bestecilerin ve elbette tedrisattan geçmiş sanatçıların ve enstrüman ustalarının elindeydi. Bunun ne büyük bir şans olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyor insan. Çocukluğa gitmek ne güzel, bazen hiç çıkasım gelmiyor, şu günlerin bazı hallerine bakınca:)

      Sil
  5. Türk Sanat Müziğini (çok dinlemesem de) dinlemeyi severim.
    Nesrin Sipahi'nin de severek dinlediğim şarkıları vardır.
    Paylaştığınız videodan tekrardan dinlemek güzel oldu :) Teşekkürler 🌸

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim, senin adına sevindim, ön yargılardan kurtulup denemek, sonra onlar içinden beğeniler oluşturmak şu hayatı -keyifle- yaşanır kılan en önemli yetenekler, bir de bunu emekle süsleyince işte; sen gibi gençler çıkıyor ortaya. İşte o zaman biz gibi yetişkinler ülkeye dair umutlarımızı tüketmiyor aksine çoğaltıyoruz:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP