20 Aralık 2020 Pazar

Geceye Bir Şarkı Eşlik Etse... Ve Deniz... Ve Rüzgâr...

 Öncesi

 


İsmail Şef'in teklifi olağanüstüydü, zaten rüyalar aleminde olan ruhlarımızı uçurmuştu. Ve o akşam, evet o akşam  kesinlikle bir Cuma olmalıydı!

                                                                                      ***

Akşama ve devamındaki geceye uygun hazırlanıyoruz: Sahnenin hayat hikâyemize dair uzun metrajlı bir filmin en özel sekanslarından biri için oluşturulduğu, bir tekrarı olur mu diye düşününce de kendi özel hâlini hep hatırlatacak ama geriye de hüzün bırakacak, baş başa bir akşam yemeğine...

Kostümler abartısız ama şık. Senaryo sağlam. Ufacık bir kurgu yok ve tümüyle doğaçlama... Senarist ise yaşamdan biriktirilenler. Yönetmense kaderimizi hep elinde tutan... Ve bilen.

Varıyoruz Sahil Kafe'ye. Ama çekik gözlü mavi kuştan iner inmez: fark ettiği anda oyunu bırakıp bize doğru uzayan can dostumuzla karşılaşıyoruz.. "O... oooo! Bu ne şıklık," diyerek pek nüktedan bir göz kırpıyor. Oysa ki bir yaz sadeliğinde ama bir güzel gece çağrışımı da yaptıran spor bir şıklık.... Onun laf atmasına gülücükle karşılık veriyor, yolun ortasında iki lafın belini kırıveriyoruz. "Hadi sen de katıl bize," desek de bu anlayışlı minik pek de manalı bir edayla "Annem merak eder" diyerek,  kendisi ile daha önce tanıştığımız karşı ağaçların ardındaki yuvaya doğru yürüyor.


Selamlaşıyoruz Dolores'le... İsmail Şef denizdeymiş? Gözler bakınca o yöne kıyıya vardığını ve hatta bize doğru yürüdüğünü görüyoruz. Nafaka sağlam! Birer akşam çayı içiyoruz kapı önü masalardan birinde. Fırınsa çıtır çıtır odun kokusu ile katılıyor sohbete. Şef müsade isteyip hemen arkadaki evlerine geçiyor. Bir balıkçı şıklığından aklanıp paklanıp, namı olan şef pozisyonunda fırının olduğu bölüme geliyor, bir süre sonra. Bizse masalardan masa beğenmek üzere varıyoruz denizin tam kıyısına... Ama önce Şef  "Izgara mı istersiniz?" diye fikrimizi soruyor. "Sürpriz olsun," diyoruz ve sanatını bildiğimiz şefe bırakıyoruz.

 


Çayların ardından -bizden daha heyecanlı- denize yürüyor, hemen kıyısındaki sıra sıra masaların göz kırpmalarından hareketle kafa dengi olduğu anlaşılan bir masayı seçiyoruz. Ne güzel ki an itibariyle ve günün ruhları dürtükleyen saatinde, bizden başka kimsecikler yok. Sonra geri dönüp Dolores'le birlikte masaya başlangıçları taşıyoruz: Yöre peynirleri, tabak süsü olarak hıyar dilimleri ve domates... üzerinde sarımsaklı yoğurt ile közlenmiş yaz sebzeleri olan bir tabak. Ve daha önce hallederiz diyen Şef'in bize kıyağı olarak da 35'lik rakı, su ve buz. Az sonra da içine tulum peyniri ve tereyağı sıkıştırılmış dumanı tüten Tophaneler geliyor...  Durum şunu gösteriyor ki Dolores ve Şef İsmail bize bu sevdiğimiz günde Shakespeare'e nazire yaparcasına Bir Yaz Gecesi Rüyası yaşatacaklar! Ah keşke Jackie'de olsaydı... Ne garip, fotoğrafını da kullandığım üç yazı yazdım mekâna dair ama adını şimdi, şu yazıyı yazarken hatırlıyorum!

Güneş gülümseyerek vedalaşırken ay denizden yükseliyor. Akşamın sessizliğine denizin müziği nağmelerle katılıyor. Kuşlar yuvalarına usuldan usula çekilirken sona kalan iki mini balıkçıl merakla bizi süzüyor. Muhtemel ki anneleri sesleniyor ve çocuklar için oyun saati sona eriyor. Fakat kırlangıçlar!.. Onlar hava geceye iyice dönmeden akşam ebesi oynayarak günü tamamlıyorlar ve anne bağırtılarına "Off ama ya!" deseler de tıpış tıpış evin yolunu tutuyorlar.

Hava gün ışığını terk ettikçe gecenin ışıkları yanıyor. Süperstar'sa gecenin merdivenlerini usul usul çıkmaya başlıyor. O'nun hakkıdır ki assolist edasında: Önce ucundan görünüyor, sonra kıpraşık denizin içinden nihavent adımlarla yükseliyor. Dolunay. Bir kez daha!..

Tek, iki parmak kalana kadar su ve iki buz atılmış kadehlerimizi ona kaldırıyoruz. Sonra çın çın... Ve gecenin tüm canlılarının şerefine birer yudum. Peynirler muhteşem, hiçbiri endüstriyel değil ve etraf evlerin üretimi. Elbette sebzeler de...

 O halde müzik!  Tık ve tık lütfen.


 


Birinci kadehler usul usul akarken derinlerimize Çay, Simit  ve Peynir tadında...  Uzak evlerden birinin verendasındaki kontraplak bir gitardan fa diyez nidalar akıyor bize doğru... Öyle genç ki usul rüzgâra takılıp da gelen sesler, öylesine yaz kokulu... Hadi buna bir de gecenin, Delta ahalisinin seslerini katın. Ve düşünün... İşte o zaman, boşalan kadehleri, hadi gelin de doldurmayın!

Artık masada bir de mum var. Yerde ve kumların üzerinde de içinde Delta kokulu odunlar yakılı ve iri taş parçaları olan bir eski peynir tenekesi...  Bir şef spesiyali!  Sürprizse midyeler! Üstelik Şef onları mahalle usulü pişirecek, tenekenin üzerinde... "Vayy İsmail Şefim!" deyip boynuna atlayasımız geliyor elbette. Bunu O'nun gülümsemesine, söylüyoruz da... Piştiler ve şimdi kocaman bir kâseyle masadalar. Ama şefin o son dokunuşu ve onun sonucu; kusura bakmayın ama tam anlamıyla anlatılamaz yaşanır durumu. İşte o son dokunuşun alevi ve ardından midyelerle başbaşa kalan, sadece tütsülenmiş anasonun kokusu. Ölelim o halde...


Ara çayları eksik olmuyor elbette... Şef'le Dolores'i de katmak istiyoruz masaya ama biliyoruz ki yaşatmak istedikleri gece bize. İnanılmaz bir rüya yaşadığımız. Delta'da, kumların üzerinde, uçsuz bucaksız sesizlikte ve denizin kıyısında ancak filmlerde rastlanabilecek bir anda ve üstelik koca Cenneti kapatmışız bir durumda, kadeh tokuşturuyoruz.  



Ve geliyor pişirme kararını Şef'e bıraktığımız balıklar. "Aman Allahım!" Olamaz. Olsa olsa bu bir düş... Bir sanat eseri bunlar. Ahh İsmail Şefim! Ellerine sağlık... Ve yüreğine!

Balıklar kiremitte... Peki kiremit neredeydi? Şu coğrafyadan seçilmiş rahiyası çeşit çeşit, miss gibi odunların yandığı fırında... Ahh Şefim ahhh!.. Bu nedir, diyor başka bir şey diyemiyoruz. Ben bu işin kralıyım diyen tüm balık mekânlarına bir çizik. Bugün tarih yeniden düzenleniyor. Kiremitte sebzeli, fırında pişirilmiş balık. Limon tadı varla yok arası, kokusuysa havaya sıkılmış da elle alınıp üzerine salınmış sanki. Fırın izleri bir ressamın dokunuşları gibi. Hadi gelin de seyretmeyi bırakıp, kıyın bu yemeklere...

Onlar servis sonrası çekiliyorlar. Ay bize gülümsüyor. Deniz en güzel şarkılarını söylerken gitar mumun alevinden yankılanıyor. Kadehler doluyor. Yıldızlar kayıyor. Bir süre masadakileri, eşi bulunmaz doğayı, sanki ilk kez geldiğimiz bir yermişçesine Delta'yı, derin nefeslerle soluyoruz. Saatler akıyor. Kelimelerimiz bitmiyor. Ben, Enn Sevdiğim Kadın'ın gözlerinde bir kez daha kayboluyorum.

Sonrası iyilik güzellik diyecekken tam ve ayrılık saati gelmek üzereyken... Ne olsa beğenirsiniz? Fırınlanmış, hafif limonlu tahin helvası ve kahve... ve iki kase dondurma masada yerlerini alıyor. Bu bir rüyaya veda! İstemediğimiz ama beklediğimiz, bildiğimiz ve hiç sözünü etmediğimiz!

Hesap istemiyoruz. Çünkü bu gecenin bir ederi yok. Ve ne yazık ki tekrarı da yok. Gönlümüzden geçeni kasalarının içine yerleştiriyoruz. Hayatımıza kattıkları zamanlar için teşekkür ediyoruz. Ve denizden gelecek -yerine başkası konulamaz- bir sevgiliyi bekler gibi, bir gün çıkar gelir umuduyla... O'nu bekliyoruz...


Bu coğrafyayı adam eden,  partisinden bağımsız olarak takdir ettiğimiz, sevdiğimiz, beğendiğimiz ve yokluğunu milletvekili yapılması nedeniyle hissettiğimiz Başkan, bu kafeyi ve evi de yıkmak durumundaydı ama buranın anlamının ve hikâyenin kıymetinin farkındaydı. Ve bu çiftin bu işi devam ettirmesi için destek olup yer gösterecekti. O üç dönemin ardından başkan olarak devam ettirilmedi ki burası çok önemli! Ancak daha çok evin yıkılması etkiledi ve üzdü aileyi sanıyoruz. Sonra defalarca ve hâlâ cep telefonlarını aramamıza rağmen ulaşamıyoruz. Bir ayakları yurt dışındaydı zaten. Ve orada olduklarını düşünüyoruz. Ve umut ediyoruz ki bir gün yeniden.... Bu umutla Delta'ya her gittiğimizde aramalarımıza devam etmekteyiz. Bu masalar ve sandalyelerse çok kıymetli: Bir gün sormuştum, çünkü çocukluktan kalmış izleri hatırlatıyordu bana, yanılmamışım: Bafra'nın yıllar önce kapanan tek yazlık sinemasının masa ve sandalyeleriymiş.





* Mekâna dair dört bölümlük yazının ilki için buradan lütfen! 

 



**Çay Simit ve  Peynir ile kontraplak bir gitardan fa diyez, Nazım Hikmet'in şiirindendir.

4 yorum:

  1. Sevgili Okul Arkadaşım,

    Beklenen yazının geldiğini anlayınca, ilk fırsatta yazıya dalmış gitmiş, kimi paragrafa içimden notlar düşmüş, yüzümde gülümsemeyle okuyordum ki, son iki fotoğraf arası not suratımı düşürdü. Üzüldüm, çok yazık olmuş bu mekanın kapanması, en çok da insanların küstürülmesi fena.
    Umarım, bulundukları yerde yine böyle bir dünya üstü cenneti kurmuş ve orada yaşıyorlardır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Karşılaştıkları ülkenin insanları kandıran acı gerçeği aslında, siyaset popilizmi. İmarı olmayan yerler, ama yıllarca yapılan inşaatlara bir şekilde ceza kesilse de göz yumuluyor, bunun gören insanlar arsa alıyor, ev yapıyor, belediye elektrik suyu getiriyor, sonra imar planları yapılıyor, bir af çıkıyor falan. Bu aslında bir şey değil, bunun öte tarafında ne yazlıklar vardı ki hepsi sahilde ve işgal. Yoksa küçük köyler var aynı bölgede ve doğal hayatla entegre, kimsenin bir şey dediği yok. Özellikle İsmail Bey'in duygusal davrandığını düşünüyorum, anlıyorum onu da ama çok daha güzel bir yerde ve aynı coğrafyada devam edebilirlerdi istese ki başkan buna hazırdı.:)

      Sil
  2. Yazık olmuş. Anılar yadigâr kalmış size.

    YanıtlaSil
  3. Kesinlikle yazık oldu, oysa duygusal davranmayıp biraz profesyonelce bakabilirlerdi ama onların duygu bağıyla bakınca evladını yitirmek gibiydi. Çok kıymetli bir yadigâr üstelik.:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP