HES kodumu -Samkart numaralarımın bir kısmı silindiğinden- internet üzerinden yükleme işlemim yarım kalıyor. İstasyonda treni bekleme, kısa bir mesafe de olsa onu uzun yol tadına çevirme, tren epey yüksek ve uzun köprünün üzerinde göğe eriyorken denizi seyretme, sonra o yüksek köprünün üzerindeki ıssız durakta inip bir yanım deniz, diğer yanım orman içindeki -bugünkü senaryoma göre- eski sosyalist ve başka bir ülke hisli lojman görüntüleri, beni bekleyen çekik gözlü mavi kuş ve direksiyondaki tanıdığım ama sanki ilk kez göreceğim kadın ve bunun bayıldığım heyecanı iptal oluyor. O'nu cumartesinin kalabalık trafiğine sokmak istemiyorum. O hâlde üst bulvardan gelsin ve okulun arkasındaki zula sokakta buluşalım. Hımmmmmm, zevkli! Elbette O evden almak konusunda ısrarcı ama ben de O'na yürümeyi ve bunun ergen tadını seviyorum. Heyecanlı! Daha dün gibi, taptaze.
Hava pırıl pırıl, balkona çıkıp bir ısı kontrolü yapıyorum ki âlâ. Bahar tadında bir sonbahar. Elbette jean, bir gömlek, lacivert v yakalı ince bir kazak, mini sırt çantasının askısından geçirilmiş bir mont, içinde fotoğraf makinesi, yedek maskeler, kolonya, ıslak mendil... Ve binadan çıkıyorum. Bahçe duvarının köşesinden dönüyorum ki kızkardeşim balkonundan sesleniyor. Kime yürüdüğümden emin!
"Nereye?"
"Kuş Cennetine."
"Selam söyleyecek misin kuşlara?"
"Söyle."
Yanaklarımı okşayan güneş zaten uçmakta olan ruhumu iyice uçuruyor. Sevinçle yürüyorum; ayaklarımın altında bir hava yastığı. Şu kapanılmış günlerin jelatini parça parça. Ne güzel! Hayat canlı, felekten çalınmış bir gün ve insanlar yaz şıklığında pırıl pırıl. Yüzler gülüyor. Pandemi yok hükmünde ve bugün kenarda durabilir. Bankamatiğe uğruyorum çünkü bugün oruç açacağız ve protesto kaynaklı bir inadımızı parça parça edeceğiz. Nakit gerekebilir! Belki çocukça bir inattı ama aynı oranda da çok tatlı!
Güneşi yürüyorum. Zevkle! Kalbimin ayakları yerden kesik, çiçek açmış yüzlerle ve tedbirli ama yaşamın elini bırakmamış her yaştan insanla karşılaşmak; siyah beyaz bir hayatın dijital ortamda ama eski halini düşündürtmeyen bir ustalıkla renklendirilmesi gibi... Sanki, şu an görüş alanımdaki tüm insanlar, karşılarından gelene gülümseyip, başarılarının tadını ellerini çakarak, belki de sarılarak kutlayacakmış hissi yaşatıyorlar. Eyy günü ve ayrıca ruhları pırıl pırıl yapan güneş, Sen nelere kadirsin!
İstasyona vardım. Kalp atışlarım normal. Işıkları geçtim ve okulun yüksek duvarının dibinden yürüyorum. Ama gün çok güzeeeelll!.. Henüz gelmemiş olabileceğini düşünüyorum ama hız kesmiyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor mu yoksa? Yok canım, normalim. Mi?.. Köşeyse bana doğru hızla yaklaşıyor. Dönüyorum.
Algım yerle bir. Gelmiş, orada, arabasının kapısı açık. Ona yaslanmış ve dışarıda. Müzik dinliyor, sigara havasına ne de yakışıyor. Gözlerim hayta... O'na asılıyor. Uzun, pandemi sürecinde makas değmemiş hafif dalgalı siyah saçları, hımm bir tişört, önü açık ince bir ceket gibi, tişörtle ton uyumu mükemmel koyu bir gömlek, jean, spor ayakkabılar... Gülen bir yüz ki muhtemelen az önce müzikle kıpraşan, kremsi gerginlikte ve beden kıvrımları yürek hoplatan bir kadın. Ona asılmam gerek!
"Naber:)"
Ahhh benim dayanılmaz gülüşüm. Yan koltuktayım. Temassızca sarıldık. Bugün oruç bozma günü dedim ya, inanmayacaksınız ama son yazılarda sözünü ettiğim, yeni başkana saydığım, coğrafyayı düzene sokan, güzelleştiren ve takdir ettiğimiz üstelik aynı partili başkan döneminde yöre halkı belediye işbirliğindeyken şimdilerde peşkeş çekilen yerlerden birinde, yiyebiliriz! Ve artık araç sokulmayan ve ne yazık ki eski başkan olsa farklı ve çok kullanışlı olacak iç ulaşım an itibariyle yerle birken, uzun süredir girmediğimiz bölüme de gireceğiz ki çok özlediğimiz yerler var!
Telefonuna yeni yüklediği, ağırlıkla Gogol Bordello şarkıları olan seçkiyi telefonu entegre ettiği müzik setinden dinleyerek, heyecanı hiç yitmeyen sohbetlerle, sapıyoruz delta yoluna. İkinci kavşakta durup köyün bakkalında su alıyoruz. Ne olur ne olmaz! Devam edebiliriz derken tam, köprüden sonra sağa sapıyor. Sevdiğimiz bir nokta var, saklı ve delta gezginlerinin pek bilmediği. Duruyor, park ediyor ve "Giriş çıkışlarda kapıyı kapatın, kapatmazsanız girmeyin." yazılı bahçe kapısından içeri geçiyoruz.* Ne güzel ki gölette az da olsa su var. Veeee kalabalık bir kaz sürüsü yamacında...
Biraz yürüyor, biraz fotoğraf çekiyor ve devam ediyoruz. Fakat o da ne? Enn sevdiğim şoför sol yerine sağa sapıyor. "Yanlış girdin," diyorum. Evet, bir keresinde arkadaşlarını deltayla tanıştırırken girmiş! İşin ilginç tarafı, iciğini ciciğini bildiğimi sandığım coğrafyada benim için bir ilk. Gizemli. Saklı ve seyrek evlerden bir mahalle... Arabasını park etmiş, sakinliğin kıyısına mini sandalyesini atmış, ırmağa iki olta sallamış Abi süper. İkinci fotoğraftaki manzaraya hakim, sabırlı bir sessizlikte ve keyfin doruğunda. Hımmm, Abinin keyfine ve manzarasına gözlerimi dikmişken benim elimde ne var dersiniz?
Enfes bir -havalı olsun diye şöyle yazayım- Focaccia. Havasız yazarsam da Fokaça Ekmeği. Hiç abartmıyorum ki bu konudaki açık sözlülüğüm tehlike arz eder. İlk kez yiyiyorum ve sorulmadan söylüyorum. Ba-yıl-dımmm. Üstelik nasıl bir güzel havada ve şu akan suyun yamacında, tatların ve baharatların dünyasında, kendimden geçiyorum. Bir yavru kedi şu an çimlerin üzerine oturmuş akan suya duman üfleyen kadının yanında, seviliyor ve mutlu. Birazını onunla paylaşıyorum, miss, ama miss kokulu ekmeğimin... Hımmmm kırmızı şarap ve sadece Focaccia?
"Yazıyı mı uzatıyorum, fotoğraflar mı çok?" bilmiyorum. "Önce yazı sonra fotoğraflar yapmalıydım," diye düşünüyorum. "Ama o zaman akıp giden zamana fotoğraflar bırakamazdım çünkü azını kullanırdım ki mandalar olmadan asla! İlk üç fotoğraf delta tarihimde bir ilk! Çoğunu kullanınca da anlarla fotoğraflar senkronize olamıyor! O zaman şöyle yapalım, şu noktanın öncesine kısa bir özet geçeyim:"
Çekik gözlüyü otoparka bırakıp elektrikli araç kiralıyoruz. İçeriye artık araç sokulmaması doğru bir karar ancak elektrikli araçlar yeterli değil ve zaman ücret noktasından bakınca da 150TL. pahallı, kredi kartı an itibariyle geçerli değil ve bir saatlik süre de yeterli değil. Bisiklet içinse alanın tamamını düşünürsek mesafe çok uzun. Oysa sevdiğimiz ve burayı dünya standartlarına taşıyan Başkan, yol üzerine duraklar yapmıştı; ahşap ve çok güzel. Bir ring otobüsü vardı, üst katı açık olanlardan, istenilen durakta inilip gezilip sonra tekrar istenen duraktan binilebilecekti. İçeri araç alındığı zamanlarda o otobüs insanları şehirden alıp, gezdirip geri bırakıyordu.
Neyse!.. Araçla yola çıktıktan sonra enn sevdiğim kadın fark ediyor ki bir köpek bizimle koşmakta. Döner diye umuyoruz. Ama vazgeçmiyor. Aynadan onu gözlüyor, hızı artırmıyorum. Bir süre sonra da kayboluyor. Sonra bir gümbürtü. Arka kasada. Eskiden işgal evlerin olduğu ve yıllar sonra yıkıldığı ama meyve ağaçlarının kaldığı bir noktada duruyor ve iniyoruz. O da iniyor. Sonra biniyoruz, yine bir süre koşuyor ve sonra da hooop kasaya. Bir yandan aracı kullanıyor bir yandan da onu kolluyorum. Bir ara yine yok oluyor. Aracın sağına soluna bakıyoruz ki yok. İndi ve mesafe epeyi uzak olsa da geri döndü diye düşünüyoruz. Muhtemelen iki yıldır araçla girilemediği için ve uzaklığından dolayı -çok kere gelsek de deltaya- gelmediğimiz Cernek Gölü'nün en güzel noktalarından birindeyiz. Tam park edip inerken bir gümbürtü kopuyor. İşte o zaman anlıyoruz ki bu afacan, gitti dediğimiz anlarda aracın tavanına çıkıyor.
Göl henüz yeteri kadar dolu değil, değil dediysem kıyıları... Kankamız da bizle dolaşıyor ki henüz adını bilmiyoruz. Fakat çok sevdi bizi. Biraz çekingen mi diye düşüneceğiz ama hiç de öyle gözükmüyor. Yoksa kime nasıl davranacağını bilen bir terbiyesi mi var? Araç girememesinin bir faydası var aslında, belki biraz da pandemi etkisi; çünkü enn bayıldığımız noktalarından biri an itibariyle bizim. Çekilen sularla açığa çıkan ve gölün içine uzayan incecik ve doğal kum yolların üzerinde yürüyen biri var ki kaçmaz. Kıyıdan 40-50 metre gölün içinde, silüeti berrak göle düşen bir kadın. Çok güzel... Ve sessizliğe daktilo tıkırtısı gibi dokunan -kesintisiz- bir klik sesi.
Ve güneş, dolayısıyla günün ışığı? Muh-te-şem. Aküleri azami iki saatlik olduğu için bir saatliğine kiraya verilen araç nedeniyle dönmemiz gerek ki daha yarısında bile değiliz Cennetin. Çaresiz dönüyoruz, biraz da hızlanmamız ve hiç durmamamız gerek. Kanka atlıyor arkaya. Bir süre sonra bakıyorum yine yok ama tecrübeliyim artık!. Sol yana düşen gölgemize bakıyorum ki tavanın ortasında, yüzü gidiş yönünde, kafa dik, dört bacak dimdik, gözler ileride, kıpırtısız bir heykel. Ama ara ara rastladığımız bisikletli grupları ve özellikle çocukların şaşkın coşkusunu görmek lazım. Aracı teslim ederken adını öğreniyoruz: Turbo. Kan çekmiş. Biz daha çocukkenki Alman kurdumuzun adı. Etrafımızdayken ve gözü bizdeyken ona teşekkür ediyor, başını okşayıp seviyor ve -şimdilik. Vedalaşıyoruz...
Bu kez de büyük büyük bir özlemi giderme vakti, dile kolay neredeyse iki yıl ki burası çizilmiş sınırların dışında ve araç sokulmamasının bir manası yok. Bu kez yürüyoruz. Çok ihmal ettik kendisini. Oysa ucunda kahve içip kitaplarımızı okuduğumuz ne günler geçirdik. Günün ruhları dürtükleyen saatleri... Güneşin batış eyleminin başlamasına dakikalar var. O ara sığ sulardan göle ulaşmaya çalışan pat pat seslerini görüyoruz. Onu görünce Enver Abi geliyor akla. Yürüyoruz. Sazlıklardan kuşlar havalanıyor. Renkler, sessizliğin ve ıssızlığın müziği olağanüstü. İlhan İrem konuşuyoruz. İskele uzak bir hasretle bize bakıyor. O'na doğru uzarken yol üstünde yine Gelin çekimlerine rastlıyoruz; ama bu kez eleştirmiyor, kısmi bir anlayışla kabulleniyoruz.
Varıyoruz sevdiğimize... Onun altından, sol yanından sağ yanına bir Kırlangıçlar geçer, bir de Enn Sevdiğim Kadın. Şimdi öte tarafında ve günün renginin peşinde. Günün renginin ve güneşin perde kapanmadan önceki performansıysa olağanüstü.
Gidemediğimiz Ada* karşıda ve biz iskelenin ucunda sandalyeleri atıp, yavru kırlangıçların jet hızındaki uçuş eğlenceleri eşliğinde kahve içip kitap okuduğumuz noktadayız. O da ne, bizim için mi yoksa! Ada'dan iki kayık, güneşin altına doğru kürek çekiyorlar... Usulca. Gün final sahnesinde adeta döktürüyor. Bir turuncu şov ki başka nüansları da var mı ki rengin diye düşündürüyor. Kayıklara zoom yapıyoruz. Turuncunun enn kızıl halinde şahane bir kaç fotoğraf çekiyor içlerinden birini çok beğeniyor ama buraya koymuyorum. Çünkü yaşamak, biraz da hayal kurmaktır!
Güneşi uykuya gönderene kadar kalıyoruz. Sessizliğin ve akşamın müziğine kulak vererek Çekik Gözlü'ye doğru yürüyoruz. Eve geç kalmış kuşlar görüyoruz. Ve uzaklardan gelip akşama karışan doğanın senfonisine kapılıyoruz. Fakat karınlarımız "Biz?" diyor. "Açıızz.!"
Aslında eski başkanın yarattığı ahşap küçük konaklama evleri ve yine ahşap kafesi, restoranı ve doğasıyla uyumu kusursuz, bayılınası noktada yöre halkı belediye işbirliği ne güzelken, yeterince mekânı olan bir işletmeciye verilmesini protesto ediyor olmamıza rağmen yemeğe karar vermiştik. Kaz tiridi yediğimiz noktalardan birinin açık olduğunu görünce de varsa dönüşte yeriz diyerek sevinmiş ve yine çizmiştik üstünü. Fakat vakit akıp gidince ve varınca önüne görüyoruz ki tiritçi kapalı. İşte o zaman Enn Sevdiğim Kadın bir soru bırakıyor ortaya... öyle güzel kokuyor ki, hayır demek mümkün değil!
Hımmmmmm bu da alemin en temiz, en iyi ayıklanmış, en lezzetli ve eğlenceli kellesi!
Çok sevdiğimiz baba-oğulun şirin, salaş, minicik lokantasının menüsü aslında kuvvetli ama basit: Kelle paça çorbası, fırındaki tandırda pişmiş kelle, döner ve kuzu tandır. Sorunca... Hafta içi tandır olduğunu ama haftasonu özel sipariş olursa yaptıklarını söylüyor, Baba.
Bir öğlen gelmeye karar veriyoruz!..
*Kapıdan bahis, kocaman bahçesi ve mini göletin dolu hali yazıdaki 3.fotoğraf
*Ada'ya gitme gayretli bir günden bahisse burada
Yazınızın sihrine kapılıp bir solukta okudum. Son derece sürükleyici, adeta peşinize takılıp neyle karşılaşacaksınız onun merakı sardı:) Fotoğraflar enfes.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:) Maharet yazdıran da yalnız! Fotoğraflar için de teşekkür ki poz veran doğa ve yine doğanın ışığı çekeni mutlu etmek için elinden geleni yapıyor, çekene kalansa doğru kadraj ve bir tık:)
YanıtlaSilSevgili Buraneros,
YanıtlaSilSondan üçüncü fotoğraf var ya, işte ona gelip bakıyorum. Gerçek mi bu nasıl bir an böyle diye düşünüyorum, elimi uzatsam dokunacak gibiyim.
Güzel işte!
Geri kalanı, imrenerek okuduğumuz delta öykülerinden bir diğeri daha. Ağzınızdan bal damlamış yine. :)
Sevgili Ekmekçikız, Sevgili Okul Arkadaşım,
SilDilerim, şu pandemi geçer gider, eski hayata yeni uyum devresi çabuk biter, işte o zaman bizzati dokunursunuz; ayrıca hep söylediğim gibi bundan mutluluk duyacak tanıdığım iki kişi var:)
Teşekkür ederim ama yine aynı şeyi söyleyeceğim, orası bir cennet, ee biz de taş değiliz sonuçta:)
Bir solukta okuyanlardanım ben de :) Elinize sağlık...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, sizin de yüreğinize sağlık:)
SilElinize sağlık güzel paylaşım olmuş. Gerçi son fotoğraf şu anki açlığımın üzerine pek olmadı ama :))))). Kuş cenneti demişsin burası hangi kuş cennet.? (takipteyim sizi)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, o son fotoğraf kesinlikle fena:) Burası tam adıyla Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti, ulaşım için tarif verirsem de Samsun'dan Sinop'a giderken ya da Sinop tarafından gelirken Ondokuzmayıs ilçesinden deniz tarafına sapmak gerekiyor.
YanıtlaSilFotoğraflar yazıyla epeyi uyumlu akmış efendim, iyi ki aralara girmişler! :) Şu dönem geçsin de bir uzanalım oralara dedirten bir yazı olmuş. Ne zamandır aklımızda olan yerler. Umut var, yapacağız:)
YanıtlaSilSevgiler...
Umut hep olsun, üstelik bizlerin blog gibi temiz havalı, virüs barındırmayan bir dünyası var; çok nadiren ortaya virüsleri çıksa da kolayca yok edilebilen... Hepimizin şu dönem geçsin ki dedirten hayalleri gerçek olacak elbette, yapacağız tabii ki, keyifle:)
SilYazınızda ilk baktığım fotoğraflar oldu açıkçası daha sonra okumaya başladım. Okumaya başlamadan önce fotoğraftaki yerlerde olabilmeyi isteyip sonra okudum ama o kadar güzel anlatmışsınız ki yazınızda,orada olma hayalim her ne kadar yok olmasa da azalıverdi. Teşekkür ediyorum :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, ne hoş geldin, bilsen:) Yazılarına da baktım, güzeller, dilerim hevesin yolda bırakmaz seni ve sürdürürsün. Zevkle izleyicin olacağım, bilesin:)
SilHoş buldum :) Ben teşekkür ederim. Yazılarımı beğenmenize sevindim ne mutlu bana :) Bu güzel dileğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Umarım🙏🏻
SilFotoğraflar şahane :) Yazı da öyle, emeğine sağlıkk
YanıtlaSilDoğa şahane olunca, güneş de elinden geleni yapınca oluyor sonuçta:) Çok teşekkür ederim, hepimizin emeğine sağlık:)
YanıtlaSil