Öncesi
Akan trafiği bekliyor, uygun anda da karşıya geçip sola dönüyor, eve dönen ineklerin arasından usulca geçiyor, enfes bir köy akşamüstünün içinden -şehirli dünyadan gittikçe uzaklaşarak- devam ediyoruz. Doğayla başbaşayız ve ilk kez girdiğimiz bilinmez yolda az önce bir eşiği geçtik ve bir anlamda başka bir dünyada seyir halindeyiz. Bu his muhteşem. Biraz yokuş çıkıyor, bazen aşağı doğru iniyor, şimdilik bir mesafe tayini yapamıyor, sadece tasavvur edebiliyoruz. Kesin olansa bu bilinmezliğe bayılmanın yanısıra şimdilik hayali bir fikrin sahibi olduğumuz noktanın, hep oturduğumuz, içine uzanan iskelenin ucundan uzak ufuklarına baktığımız Gölün bilinmezimiz olan, fotoğraf makinesi ölçeğinde yaklaşabildiğimiz, üzerine sadece hayaller ürettiğimiz karşı yakasındayız - kıyılarına ulaşmaya çalışıyoruz. Şimdilik yol üzerinde biz dışında bir araç yok. Az önce; hasır şapkalı, güneş yanığı esmer, bağrı açık, terlemiş bir Meksika köylüsünün ve evin geniş avlusunu saklayan, iki yana açılabilen demir kapılı yüksek bahçe duvarının önünden geçip, arkası bilinmez bir virajı dönüyoruz. Önümüzde, üzerinde iki kişi olan bir traktör var. Başlangıçta ve bir süre asfalt olan yol toprak taş şeklini aldığından beri ayrı bir zevk halindeyiz. Gökyüzü şimdilik sonsuz değil, sağımızda yemyeşil ve göğe doğru uzanan yamaçlar, sol yanımızda ise tel örgülerle çevrilmiş bahçeler içinde köy evleri ve bu kez aşağı doğru bir yamaç, küçük ve yeşil bir vadi var; onun derininde de küçük bir dere. Önümüzdeki traktör, köyün bittiği yerde, küçük korunun önünde duruyor. Durunca bir fırsat oluyor bu. İniyorum, çünkü yolu ve mesafeyi soracağım. Görünen o ki bu sevimli koruluktan öte iki tekerlek izini yol bilip devam etmemiz gerek!
"Merhaba,"
"Göle gitmek istiyoruz, doğru yolda mıyız ve ne kadar mesafe var önümüzde?"
"Bu yol biraz ilerde bitiyor, göle gitmez ve orada da bir mezra var."
"Tabelada Ada yazıyor ama?"
"Öyle denmiş ama bir mezra."
"Göle mesafe ne kadar?"
"20 kilometre vardır ama buradan gidemezsiniz"
Bir tarif veriyorlar ama onun zaten bildiğimiz noktaya götüreceğini düşünüyorum.
"Öbür yanı biliyoruz ki onun da en iyi tanıdığı insanlardan ikisiyiz. Biz olağan ve ezbere bildiğimiz Kuş Cenneti tarafında değil de bu tarafında olmak istiyoruz," diyorum.
Traktörün çamurluğunun üzerinde oturan genç adam anlıyor ve tarifini biraz daha detaylandırıyor. Geri dönüp ana yola çıkmamız, sonrasında bir kavşaktan sapmamız, sonra da iki kere sola sapıp sormamız gerekiyormuş.
Bulunduğumuz nokta manevraya müsait değil; Kaptan geri geri gelirken, Meksika çağrışımı yapan hasır fötr'lü Abiyle karşılaşıyoruz. Anlamış ki bir yeri arıyoruz. O başka bir tarif veriyor, onunki daha anlaşılır. Sonra dönebilmemiz için geri gidiyor, az önce önünden geçtiğimiz yüksek duvarlı küçük çiftliğinin iki kanatlı kapısını açıyor. Çok teşekkür ediyoruz bu tatlı Abiye, avludaki köy tadıysa çağırıyor... O bir kez daha yolu tarif ediyor. O esnada ezan başlıyor, ağaçlık yamacın hemen eteğinde cami -ve ezan günün ruhları dürtükleyen saatine anlam katıyor.
Sağımda kalan küçük vadiye, akşam üzerinin evlerine, ağaçlara, yamaca yayılmış ineklere, evlerden sızan yemek kokularına bakarak devam ediyor, ana yola çıkıyor, biraz devam ettikten sonra da kavşaktan tekrar sola dönüp, biraz gittikten sonra da küçük yokuşu inip tarifi verilmiş yola giriyoruz.
Yine ilk kez girdiğimiz bir yol ama uzaklarına baktığımızda tanıdık. Kurumuş ağaçlar kesilmiş ve bir tarlanın yanına yığılmış. Duruyoruz, çünkü arka koltukta, bazı dalları arkaya bir şeyler koyup alırken kırılmış ve uzun süredir seyahat halinde olan, aslında birer sanat eserine döndürülmek için sahiplenilmiş dallar topluluğunu akrabalarının yanına bırakmaya karar veriyor, Enn Sevdiğim Sanatçı. Bu arada Göle ulaşma uğraşlarımız içinde üzgünüz ki yolun önemli bir bölümünde fotoğraf çekmeyi ihmal ediyoruz. Oysa neler görüyor, ne anlar yaşıyoruz. Bu güzellikleri fotoğraflamamış olmanın pişmanlığını yaşıyorum, şu an. Bir yanıyla da şöyle düşündüm sanırım, nasılsa yanımda güzel anları kaçırmayan ve bu işi pek de sessizce yapan biri var.
Tepeler tırmanıyor, bazı yerlerde durup traktörün römorkuna toplayıp kasaladıkları sebzeleri yerleştiren ailenin bahçesine giriyor, yol tarifi alıyor, bunları sentezliyor ve devam ederek tariflenen yol ayrımına varıyoruz. Bu arada da sürekli yükseliyoruz ki bu mantıklı, çünkü iskelenin ucunda her oturduğumuzda bu yakadaki dağları görüyoruz. Muhtemelen, yol ayrımında karar verdiğimiz -şuradan gidelim- tercihimizde bu algı etkin.
Gidiyoruz biraz, sonra sağa dönüyoruz ve yol bir evin bahçesinde sonlanıyor! O ara arkamızdan bir pick-up, iyi tarım tesisinden içeri giriyor, biz dönüyoruz, az sonra o arkamızda bitiyor: En Sevdiğim kadın işaret edince de yanımızda duruyor. Önce tarif ediyor, sonra da "Beni takip edin," diyor. Kısa süre sonra da yanlış karar verdiğimiz anlaşılan kavşağa varıyoruz ve duruyor.
"Buradan aşağı gidin, Yörüklere varacaksınız."
Bizim coğrafya!
Çok keyifli bir yol, koca düzlüklere tepeden bakarak iniyoruz. Büyük Ev'de otururken ve kahvaltının tadını çıkarırken duvarın kenarından akan küçük su kanalından yola çıkarak arklar üzerine konuşmuştuk: Ben bizim oralarda hak saatimiz geldiğinde gidip gözeden çıkan ana kanaldan suyun yönünü değiştirdiğimizden, suyu Dedemin bahçesine ulaşan ark'a yönlendirdiğimden söz ederken En Sevdiğim Kadın da saatleri gelince gidip pompa yerleştirdiklerinden ve suyu hortumla taşıdıklarından söz etmişti...
Şu an üst fotoğraftaki alabildiğine pirinç tarlalarının kenarındayız ve yolun iki yanında arklar var. Uzağımızda bir noktadaysa muhteşem yağmurlama görüntüleri... "Güneş, öyle güzelsin ki," diyesi geliyor insanın. Muhteşem de bir ıssızlık...
Doğru devam ediyor, bir yolla kesişiyor, gördüğümüz içinde jip olan evlerin ihtişamına şaşırıyor, sonrasında bu ummadığımız durum üzerine konuşurken, bu evlerin sahipleri oldukları belli iki kişinin yanında duruyor ve soruyoruz.
"Gölün bu yakasına nereden gidebiliriz.?"
Eliyle hemen yandaki ağaçların arasına saklanmış dar aralığı gösteriyor daha genç olanı, seviniyoruz. Sonraki cümle ise umut kırıcı.
"Bu araba vurulmaz o yola, yazık!"
Sonra ilave ediyor:
Traktörlerin gide gele açtığı bir yol olduğunu, arabayla gidilemeyeceğini söylüyor. Hiç mi başka bir yol yok, diye soruyoruz üzüntüyle... Yok, diyor. Eğer sadece yolu gösterip susmuş olsaydı, Enn Sevdiğim Kaptan kesinlikle girerdi o yola. Ben de olsam aynısını yapardım, çünkü mottomuz şu bizim: Geri viteste bir sorun yoksa yürü! Ama sesindeki küçümseyici ifade ile kocaman bir soru işareti yerleştiriyor Abi kafamıza. Laf aramızda karşı tarafta, su basar ormanlarında, yıllar yıllar önce, daha tımtıfılken altımdaki arabanın gücüne inandığım için tarlanın içinden suyun dibine kadar gidip batmışlığım vardır! Peki siz olsanız gitmez miydiniz şu manzaraya?
Sonra ne mi oldu?
5.25 kasaya ve motora sahip 6 silindirli arabanın gücünü kullanmaya çalıştım önce ki çıkamayacağımı hiç düşünmemiştim. Bunun sulu ve yumuşak zeminde çok da işe yaramadığını anladım önce, bana Tadella'lar alan kız arkadaşımlaydım, çocuktum; sonra arka teker altına tahta parçaları koyup, bagaja da karşı evden yardıma gelen bir genç adamı oturtup geri vitesin gücünden yararlanarak sağlam toprağa ulaştım, belki de traktöre bağlayıp arka tekeri patinaj yaptığı yumuşak zeminden biraz çektik; o kadar eskide ve o kadar olay var ki, insansız kısımları karıştırmam mümkün.
Bu coğrafyayla bağım o kadar eski olmasına rağmen şu an bulunduğumuz nokta ve ana yoldan buraya geldiğimiz tüm alan bir ilk!
Teşekkür edip devam ediyoruz. Bulunduğumuz yol yeşilliklerin arasından ilerlerken vardığımız köprünün tabelası gülümsetiyor. Durmak mecbur: Tatlı Elma Köprüsü.
Bayağı derin köprünün altı... Bu da sularının mevsimi geldiğinde epey yükseldiğini düşündürtüyor. Bu da bura gençlerinin sular o kadar yükseldiğinde suya köprüden atladıklarını...
Epeyi kalıyoruz köprünün üzerinde, ada bayılmış vaziyetteyiz. Öyle vurgunuz gördüğümüz ilk andan beri, hem kendisine hem yöresine... Öylesine de kucaklayıcı. Fakat biraz sonra anlayacağız ki bu adla ilişkili bir an'ımız var.
Acaba az önceki adam, buna yazık, gidemezsiniz dediğinde Çekik Gözlü Mavi Kuş alınmış mıdır? diye bile düşünemiyoruz.
Derken Enn Sevdiğim Kadın ışıldıyor, Tatlı Elma'yı hatırlıyor. Erkek kardeşimle bir Sürmeli Köyü dönüşünde Delta'ya geldiğimiz gün Tatlı Elma İlköğretim Okulu'nun önünden geçtiğimizi ve bunu konuştuğumuzu söylüyor, ama ben yine de hatırlamıyorken tam... okulun önünden geçiyoruz. Algı şimdi doğru çalışıyor çünkü daha önce sağımızdan gelen yola bağlandık ve hiç geçmediğimiz bir noktada değiliz artık.
Veee... işte Leylek!
Bir evin bahçesindeki bir ağaçta yuva. Tatlı bir çift, bahçelerindeki su kuyusu ile uğraştalar. O tarafa çağırıyorlar; fotoğraf açısı için. Benim aklımsa "O yoldan Göl'e yürüme gitsek ne kadar sürerdi?" noktasına kilitli. Niye sormadık ki?
Artık Yörükler'deyiz ve az sonra çok sık kullandığımız yola bağlanacağız. Geçen haftaki direklerse boş. "O Gün gördüklerimiz de gittiler mi," diye düşünüyoruz. Sonra hep önünden geçtiğimiz ama hiç uğramadığımız Kafenin bahçesinde oturuyoruz.
"Bir Neskafe lütfen."
"Bir şekersiz Kola lütfen."
Bir sır: Geçen hafta boyu haritada gölün bu kıyısına nasıl ulaşırızı aradım. İlk iş, çekik gözlü mavi kuşla gidilemeyeceği söylenen yere bir göz atıp yürümeyle ne kadar zaman aldığını öğrenmek olacak. Aklıma gelen bir diğer yol daha ihtimal dahilinde gibi: Çok sevdiğimiz bir nokta var bu coğrafyada: -bazı- balık tutanlar dışındaki ziyaretçilerin bilmediği, ziyaret noktasının uzağında, güneşin şahane batıp, ayın şahane doğduğu ve yükseldiği bir yer: Şurası yani!
Ve oradaki düzlükler içinde iki kesişen yol, iki eski ve küçük köprü var bir de...
Denememiz gerektiğini düşünüyorum. Enn Sevdiğim Kadın şu an; çok sevdiği bir yere: denize, dağa, dereye, köye ve de... kitap ve müzik festivallerine doğru yolda... Bir ay yok... Hele bir dönsün!
Enver Abi o gün bize "Motorla gelip alırım buradan sizi," demiş olabilir mi acaba?
"Göl üzerinde ulaşılamaz bir noktaya doğru, su motorlu küçük kayıkla bir yolculuk?!"
Süpperrrrr!
OKUDUKLARIM 2024/77 GİZEMLİ KÜTÜPHANECİ
2 saat önce
Coğrafya çok güzel zaten, yolda olmak harika, macera ruhu neş'e veriyor, yaşananın aktarımı oradaymış hissi veriyor...
YanıtlaSilBize düşen haritayı açıp yola ve ihtimallere dalıp gitmek. :)
Bu arada, yolcunuz için Allah kavuştursun tez zamanda.
Çok teşekkür ederim, Yolcu gelene kadar coğrafyaya ara:)
SilEn çok sanırım yolda olmayı özledim, özlüyoruz şu dönemde; bu sadece uzun yollar için değil, günlük rutin yolların bile ne kadar uzağındayız aslında ve hatta buna rağmen sanki öyle değilmiş gibi hissetmek, yine de hayatı doldurabilmek, bir yorumla iletişmek, gülümsemek çok güzel:) Ya yazmak çizmek, bloglar, blog dostları ve elbette kitaplar, filmler olmasa ne yapardık, diye şöyle bir bakınca; bu mutlandıran, başka diyarlarda dolaştıran hayata sevinmeliyiz ve bir çok hayata göre şanslıyız diye düşünüyorum:)
Azminize hayran oldum. Gerçekten. Bu arada, Allah kavuştursun:)
YanıtlaSilİyi ki kafaya taktığının peşine koşan o azim var; o olmasa boş teneke sesi gelir, kumbarada biriken bir şey olmaz, bunca yazı da yazılamazdı, hiçbirimiz tarafından:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:)
Yolculuk her türlü güzel de hele de insanın sevdiği ile olması senin de dediğin gibi lezzeti arttıran bir şey ki son iki yazıda bu iyice hissediliyor. Vuslata kadar geçen zamanda yazılanlar dilerim bir gün okumaya doyamayacağımız altını çizmekten eskiteceğimiz bir romanın sayfalarında yerini alır. Sağ salim kavuşmanız dileği ile sevgiyle.
YanıtlaSilBir roman... bana ne kadar uzak, fakat bu yorum üzerine yine de bir düşündüm de, hayat başka türlü işlese ve hayalim olan işi yapmış olsaydım, bir ihtimal teşebbüs ederdim belki diye geçti aklımdan. Ama hep bana diyenin, kesinlikle yazabileceğinden eminim. Bir kere bende hiç olmayan teknik bir beceri var, klavyeyi konuşur gibi kullanabilmek. Teşekkür ederim, bilmukabele.:)
YanıtlaSil