24 Aralık 2009 Perşembe

Taşra Üniversitesi

Ülkenin gelişmekte olan taşra üniversitelerinden birinde okuyan bir genç varmış. Adının ÖSS olduğu zamanlarda girdiği "malum sınavı" kazanabilmek amacıyla dersaneye başladığında, dersanenin muhtemelen yıl sonunda bastıracağı broşürlerine, şehrin en işlek caddelerindeki büyük reklam panolarına "x dersanesi yine kazandırdı!" sloganıyla yazdıracağı "kazananlarımız" listesinde isminin bir şekilde bulunacağını, yani sınavı kazanacağını aslında daha ilk günlerden biliyormuş. Hatta yaklaşık olarak kaç puan alabileceğini de! Her ne kadar dersane yönetimi onu yalnızca arasının olmadığı matematik netleriyle, haftanın 7 günü erken uyanmaktan bıktığı için geç kaldığı derslerle değerlendirse de...

Sınava yaklaşık bir ay kala aile dostu dersane müdürünün ailesine: "Sizin genç size bir sürpriz yapabilir!" dediğini öğrendiğinde ve ailesinin de bu habere sevindiğini gördüğünde çok bozulmuş. Sanki onun sınavı kazanabilmesi sürprizmiş gibi! Çünkü o, hedefini daha orta okuldayken belirlemiş. Çünkü o, yeteneklerinin neler olduğunun, nelerden hoşlandığının çoktandır farkındaymış...

Velhasıl istediği bölüme yerleşmesine imkan tanıyan puanı cebine koyduğunda, ailesinin "Bizim oğlan Ankara Üniversitesi'nde, Boğaziçi'nde okuyor efendim" diyebilecek olmasını hiç önemsememiş. Sınava bir kez daha girse Ankara ya da İstanbul'da okuyabileceğini bile bile yazmış tercih kağıdına taşra üniversitelerini. Çünkü onun hedefi şaşalı bir üniversitede istemediği bir bölümü okumak değil, istemediği bir yerde de olsa istediği bölümü okumakmış. Bunun için de zaman ve moral kaybetmeye niyeti yokmuş.

Nitekim kazandığı üniversiteye kayıt olmaya gittiğinde okulun yokluklarını değil, imkanlarını görmüş hep. Güzel fakültesini, rahat amfilerini, bazı genç ve idealist akademisyenlerini, o şehirden beklenmeyecek derecede modern olan apartını gördüğünde sevinmiş. Bardağın dolu tarafına bakmış hep.

Yeni okulunda ilk yılını devirip eve döndüğü zaman: "Nasıl kafana uygun adamlar bulabildin mi?" sorusuna cevap vermek için ne diyeceğini bilemese de, bu durumu hiç önemsememiş. Sınıfının 4'te 3'ü üniversitesinden memnun olmayan, "Ne işim var benim burda!" diye söylenen, yaptıkları bilinçsiz tercihlerin suçunu okula yükleyen; fakat kendisinin 10'da 1'i kadar buna hakkı olmayan tiplerden oluşuyormuş çünkü. Zaten o da bunu yapmayanlarla daha çok muhabbet etmiş, arasındaki sınıf ve genel kültür farkı buna müsaade ettiği müddetçe. Megaloman değilmiş yalnız, bunun nedeni kendini diğerlerinden üstün görmesi falan değilmiş. Çünkü kendisiyle eşit koşullarda büyüme şansları olsaydı, onların da kendisinden hiçbir farkları olmayacağını, hatta fazlaları bile olabileceğini anlamış.

İlk senesi, artık üniversiteli olduğunu anlama çabalarıyla geçtiği için, etrafında olup bitenlerin fazla farkına varamamış. Daha doğrusu buna dikkat etmemiş. Fakat ikinci yılında işler biraz değişmeye başlamış. Ne zamanki açılım denen şey ortaya çıkmış, insanların algıları televizyonda konuşulanlara, gazetede yazılanlara bakarak değişmeye yüz tutmuş, o zaman farkına varmaya başlamış bazı şeylerin. Örneğin sınıftan biriyle yaptığı olağan muhabbetlerden birinde: "Bizim baba tarafı Elazığ'lı" dediğinde, kendisine direk: "Kürt müsünüz yoksa?" diye sorulmuş! Bir tek kürtçe kelime bile bilmemesine rağmen... Türk mü, Kürt mü olduğunu az-çok eğitimli bir insan, onunla yaptığı 3 dk'lık basit bir sohbette bile kolayca anlayabilecekken... Üniversitenin bir kulübünde başkanlık yapan bir öğrenci sormuş bunu ona üstelik! Ayrıca pardon da, Kürt olsa ne olacakmış yani? O, insanları Kürt mü, Türk mü, Ermeni mi diye değil, insani vasıflarına bakarak değerlendirirmiş çünkü.

Ertesi günlerde teşkilat adını verdikleri bir oluşuma bağlı olduklarını söyleyen, teşkilatın oluşumla eş anlamlı olduğundan bile habersiz, Polat Alemdar görünüşlü öğrencileri tanımaya başlamış. Bunlar üniversite içindeki fakültelere, bölümlere, sınıflara "reis" adını verdikleri sözde sorumlular atayan, ülkeyi kurtarmaktan bahseden, fakat ülke hakkında en ufak bir bilgisi olmayan adamlarmış. Zaten ülkenin kurtarılması mı gerekiyormuş ki?

Teşkilata girme nedenleri, kızlara hava atmak ve kantinde bir masayı kapatıp etrafını bayraklarla, hilallerle donatarak bütün gün orada oturup tiplerinin hoşlarına gitmediği kişilere ters ters bakmak olan bu öğrencikler, erkeklerde uzun saça ve küpeye kesinlikle karşıymışlar. Grup halinde dolaşmak ve mülayim gördükleri yalnız gezen öğrencilere sataşmak en büyük eğlenceleriymiş. Bu öğrencileri önce kendi saflarına katmayı deniyor, olmazsa "Dayak cennetten çıkmadır" anlayışıyla bir güzel uyarıyorlarmış...

Bunların üzerine bizim genç de havalar soğuduğunda, yani artık daha kalın olan montunu giymesi gerektiğinde bir kararsızlığa düşmüş. Çünkü onun bir parkası varmış! Acaba ona da bir sataşan olurmuymuş ki? Geçen yıl tüm kış boyunca hiç böyle düşüncelere kapılmadığını, hatta bu ihtimalin aklının ucundan bile geçmediğini hatırladığında kendisine çok kızmış. Parkasını bir çırpıda geçirmiş sırtına ve yine her zamanki rahatlığında, okulun yine her zamanki olağanlığında olan yolunu tutmuş.

Sınıfa girip iki yıldır tanıdığı arkadaşlarından birinin yanına otururken ona ilk söylenen söz: "Ortalık karışık, kan gövdeyi götürüyor, dikkat et kendine" olmuş; kendisi merhaba demeye hazırlanırken! Bu söze ilk anda bir anlam verememiş; daha sonra bunu söyleyen öğrencinin şu ünlü teşkilatla ilgili olduğunu anımsamış. Ardından kendisine tehditvari çıkışı yapan öğrencikçiğe dönüp: "Bir kaban yüzünden benimle ilgili iki yıldır bildiklerini bir çırpıda unuttun ya, helal olsun sana" demekle yetinmiş. Ders bitene kadar ona tek bir kelime daha etmemiş. Ders bittiğinde ise bizim gence ilk iyi akşamlar dileyen, onu kendi çapında tehdit eden öğrencik olmuş. Ertesi gün de muhabbetleri yeniden normale dönmüş...

Fakat yeni farkına vardığı bu olayların etkisinden bir süre daha çıkamamış. Kampüs içinde yürürken yanından geçenleri "Acaba uzun saçlı mı, küpe takmış mı, parka giymiş mi?" diye düşünerek göz ucuyla kontrol etmeye başlamış. Zamanla böyle kişilerin sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini farketmiş.

Geçtiğimiz sene böyle takıntıları olmadığı için, bu seneyle geçen seneki miktarlar arasında karşılaştırma yapma şansı da yokmuş...

Şimdi bu genç kendi doğrularını uyguladığında mı ülkeye daha yararlı olur, yoksa ülkeyi kurtarmaktan bahsedenlerin doğrularını mı?...



Not: "Taşra Üniversitesi" deyimi bana ekşisözlükten bulaştı. Yoksa üniversitenin olduğu yerin taşra olarak anılması mümkün mü???

4 yorum:

  1. biliyorsun değil mi sen de hayatın içindesin ve inanılmaz bir gözlem yeteneğin var ki, bunu kaleme alışına söylenecek sözüm yok...
    şu farkındalık haline daha bu sabah denk geldim... kısa bir elbise, uzun çizmeler, üzerinde kısa yeşil bir hırka ve yeşil büyükçe bir yüzük ve bütün bunları birbiri ile kombinleyen bir fular... fular deseni nedeniyle şöyle bir çağrışım yaptı sabah sabah ofise girmemle birlikte: hayrola saf mı değiştirdin... baktım, ne denmek istediğine ve o anda gözüm boyun bağıma takıldı ki kışın en sevdiğim aksesuardır ve kendimi bildim bileli takarım renk renk desen desen... bu biraz kareliydi, biraz 'parka' gibi... yo dedim ben hala safım ama belli ki artık siz değilsiniz...

    buranerosun bir yazısı geldi aklıma, algı kirleniyordu, ne zaman ve nerde diye sordum kendime...

    şimdi bu yaşlı kendi inandığı doğrularla mı bakmaya devam etmeli hayata, yoksa saf değiştirdin diye soranların doğrularıyla mı?

    YanıtlaSil
  2. Ailesi farkında değil miymiş ? alla alla:))

    YanıtlaSil
  3. Bu genç hayatın bu kadar ayrıntılı ve sıkıntılı yaşamamalı , hayattaki sevinçleri ve eğlencelerin tadına varmalı. Ülkeyi kurtarabilmek tek başına hiç kimseye düşmedi , herkes bir yumruk şekline girerse anca o zaman gerçek ,bütün bir millete yüzümüzü döneriz.1938 den sonra bu ülke avrupalılar tarafından beyni bilgisayar oyunlarıyla , filmlerle, dizilerle , götü başı açık gezmelerle doldurulduğundan bu saatten sonra bu gencimiz hiçbişey yapamaz. o yüzden hayatta tutunabildiği güzelliklerle yaşasın gerisini siktir etsin. Sinirim bozuldu :)

    YanıtlaSil
  4. mussano'yu tanıyanlar bilir ki, tüm bu anlattığı nedenlerden dolayı büyük şehirlerdeki üniversitelerden çok, kendi tabiriyle, taşra'daki üniversitelerin onun gibi adamlara ihtiyacı var...Kaldı ki ben büyükşehirlerden birinde üniversite okuyorum ancak burada bir tane bile mussano gibi adam yok! Yani aslolan şehir-okul değil, eleman.

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP