Film Gün ve HissiyatKafamda şekillendirdiklerime göre 12'de yola koyulmalıyım...
Bu saati hedef alarak son hazırlıklarımı yapıyorum. Duş, traş ve kıyafetlerden sonra havayı kontrol ediyorum. Soğuma olasılığını da göz önüne alarak yakası fermuarlı, dokuması ince lacivert kazakta karar kılıyorum. Güneşi parlak bir gün. İçime bir şey giymeyi gereksiz bulup, tenime değecek yünü kulak arkası ediyorum. Saat 12:30! 3o dakika kaybettim.
Denizin kıyısından gitme fikrim varken, bu tadı dönüşe erteliyorum. Trenden hoşlanıyorum. Kalabalıkla yolculuk ederken güzergahtaki manzaraları, kavşaklardaki yoğun trafiği, bekleyen arabaları, inenlerin binenlerin devinimini seviyorum. Fakat önce, ne kadarlık hakkım kaldığını bilmediğim Samkartıma kontör yükletmeliyim.
Görmeyi istediğim mekana en yakın durakta iniyorum. Bir süre yürüdükten sonra benimle aynı yönden gelip sağa dönecek araçlarla, karşıya geçecek yayalara aynı anda yeşil yanması gibi bir senkron sorunu olan köşede; döndükleri anda durup da yayalara yol vermesi gereken ama bunu yapanın şöförlüğüne sayıldığı kavşakta, karşıya geçmek için, ana yoldan gelen arabaların durma anını kolluyorum. O esnada; cep telefonuna uzak, kolunda saati olmayan, vakti el yordamıyla bulan kişi, 14:15'te başlayacak film için, 'ne kadar vaktim var' tahmini yapıyor.
Karşıya tek ışıkta geçebilmek için hızlı hareket etmeliyim. İlk bölümü geçip sağdan gelen arabaları kontrol etmem gereken orta refrüje geldiğimde, yeşil ışık sinyale başlıyor. Kısa bir 'Beklesem mi?' tereddütünün ardından, koşuyorum. 80 saniye kazandım!
Üniversitenin durağında tren bekleyen kalabalığa neşeyle müzik yapan gençlere kulak kesildiğim gün, sol yanımdan gelen sese döndüğümde elime tutuşturulan broşürdeki sokağı tahmin etmeye çalışıyorum. Evet burası olmalı... Burası olmalıdan vazgeçip bir sonraki sokağa girmeye karar veriyorum. O sokakta olmadığını biliyorum. Küçük mekanlı, çiçek balkonlu, deniz kokulu, parke taşlı sokaklarda yürümeyi seviyorum. Sahile inip doğru sokağa bu sefer altan giriyorum. Tamam burası! Avangart Sanat.
Dar koridorun solundaki sahne yazan aralık ve ışıkları sönük kapıdan kırmızı koltukları görüyorum. Saklı bahçesi pencerelerinden taşan kafe bölümünü sıcak ve samimi buluyorum. Güler yüzlü bir genç "Hoş geldiniz," diyor. "Merak ettim." diyorum. Oturmamı teklif ederken ekliyor: "Çay içer misiniz?"
Yaptığı işten duyduğu heyecan, bu heyecandaki umut, bu umuttaki sevinç yüzüne pek yakışıyor. Vaktim olmadığını, sinemaya gideceğimi, sonra uğrayacağımı ve bir oyunlarını izleyeceğimi, hatta bunu yazacağımı söylüyorum. Beni geçirirken gururla sahneyi gösteriyor; el emeği göz yordamı yaratımıyla ilgili sözler ediyor. Heyecanındaki tonu seviyorum. Bir takım 'pazarlama' önerilerinde bulunuyorum, tanıtımları için katkı yapacağımı, bir blogum olduğunu söylüyorum. Sohbetin içinde bir yere sıkıştırdığı 'Sanatın pazarlaması olmaz' cümlesinden bu konudaki çekingen tavrını hissediyorum. Gülüyorum. Cumartesi akşamı son kez sahnelenecek oyunları için bilet alıyorum. O "Bir kişi mi?" diye sorarken bir şey farkediyorum ve evet diyorum. Farkettiğim ve kendime ait bu duruma tebessüm ediyorum. Soyundukları işin gönülden sevmek gerektirdiğini -baştan- kabul ettiğim bu uğraşı diğer övgü sözcüklerimle çoğaltırken, aslında duruma uygun kelimeyi bulamadığımı belirten bir cümle kurup mekandan çıkıyorum. Dar sokakta yürüyüp deniz kenarına iniyorum.
Balık lokantalarının ve Meksika etkileri taşıyan görüntüsünü beğendiğim ama henüz gitmediğim bir pub'ın önünden geçerken, yaşadığım kentin sunduğu olanaklara seviniyorum. Bir kamu kuruluşunun kampıyken halkın kullanımına açılan yeşil alanın önünden geçip, konumu itibariyle ülkenin en güzellerinden biri olduğunu düşündüğüm AVM'ye geliyorum. Kontrol noktasından geçerken cebimdeki metalleri masaya bırakışıma teşekkür eden genç kızın hoş geldiniz tebessümüne, tebessüm ediyorum.
Önce, Mudo ve Koton'a girip mussano için bir şeyler bakmayı düşünüyorum; fakat saat kaç oldu bilmiyorum. Öğrenmem gerekli!.. Oley! Durumu anlatan cümleyi buldum: "Karpuz kabuğundan gemi yapmak". Filme yazdığım yorumdaki anımı hatırlıyorum. Durumun benzeşliğini göz önüne aldığımda tanımın mekana yakıştığını kabul ediyorum.
Sinema katına çıkıyorum. Kartımı kiosktan geçirip biletimi alıyorum. Garip belki... ama ben bu işlemi de seviyorum. Saat 2'ye yirmi var! Hımmm... Bu bana 35 dakika sağlıyor. Önce mağazaları mı gezsem, yoksa bir şeyler mi atıştırsam? Neredeyse her gecesi mangal yakılan yaz sofralarında aldığım kiloların ikisi gitti üçü kaldı. O zaman, atladığım öğünü sıcak çikolata ile telafi edebilirim.
-Bir sıcak çikolata lütfen!
Elimde tepsi balkona çıkıyorum. Güneş denize vuruyor. Yüksek bir geminin güvertesinde ve uçsuz bucaksız bir denizdeyim. Usul bir rüzgar yanağımı öpüyor. Oturduğum "Mc Donald's"ın, manzara açısından dünyadaki en iyilerden biri olduğunu düşünüyorum. Karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren iskele görüş açımda... Dudaklarım ıssız.
Çikolata her hücreme sıcağını bırakmaya devam ederken; önce D&R'da bir tur atıyor, sonra sinemaya giriyorum. 10 dakikam var! Fuayedeki koltuklardan birine oturuyorum. Yanımdaki salonda film arası. Bir küçük kız ve bir küçük oğlan çıkıyor. İkisi de cıvıl cıvıl. Sarışın kadın tebessümle yanaşıyor. Çocuklar patlamış mısır istiyorlar. Onlara bakan gözlerim tebessüm ediyor. Şarışın kadın patlamış mısırları almaya giderken, tebessümlerimiz eşleşiyor. Uzun kelimelerin yerini gülüşlerimiz alıyor.
Merdivenlerdeyim. Önümden genç bir çift yürüyor. Oğlanın elinden bir şey düşüyor. Farkedip uyarıyorum. Henüz onlarla yan yana oturacağımızı, sonra onların benim arka sırama geçeceklerini, konuşmalarına müdahale etme isteği yaşayacağımı ama bundan vazgeçeceğimi bilmiyorum. Film başlamak üzere... Biraz kaykılıyorum, başımı koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne atıyorum. Salonun kapısı hala açık...
Gelecek Program: Film Hissiyat ve Gün*bizim evin önü