Yılbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2023 Pazartesi

Güzeldi Be!

Kardeşle alışverişe çıkıyoruz. Şef bu yıl hindiyi boş veriyor, kuzu kolda karar kılıyor ve onu üçe böldürüyor. Tüm bu eylemlerden önce enn sevdiğim kadına uğruyor, yeni yıllaşıyor ve de hediyeleşiyoruz.

Hava çok güzel, tropikal coğrafyada yeni yıl!


Niyetimde viski içmek var ve içi şirin şekerlemelerle dolu ve ellerimize az önce enn sevdiğim kadın tarafından tutuşturulan geyikli, karlı ve çam ağaçlı minik bardakları kullanmayı düşünüyorum.

Özellikle yılın ikinci yarısında gösterdiğim yüksek performansdan kaynaklı olarak sağlam bir bilanço ile kapatınca 2022'yi, bu gece benim gecem havasındayım. 


Evdeyim ve küçük kardeş arıyor; vakti saati tamam araması bu. Geliyoruz, diyorum. Kapıdan giriyoruz ki kokular miss, şef yine döktürmüş; 3 saatte fırında pişmiş kuzu kol fırından çıkmış ama fırın kabının üzerindeki folyo yırtılmış olsa da yağlı kağıt duruyor. Sanırım şef son dokunuş olarak onu dinlendiriyor.

Uzun bir yazlık sinemalar muhabbeti yapıyoruz Mussano'yla, pek çok anı anlatıyorum ki bunları aslında eskiden oldukları yerleri fotoğraflayarak yazmam da lazım.

Mussano yemekten biraz sonra eve çıkıyor.

Bir süre sonra da kardeş az uyuyacağım diyerek yatak odasına çekiliyor ama dönmeyeceği kesin.

Şimdi salon bana kalmış durumda ve konseptim eski televizyon yılları, TV 8'de O Ses Türkiye açık..


Binanın en sevdiğim dairesindeyim, dibi bahçe, açık mutfaklı salonun televizyonun karşısındaki kanepesine yerleşiyor, viskimi, Schweppes mandalinamı, suyumu ve çerez tabağımı da sehpanın üzerine konuşlandırıyorum. Tüy gibi hafifim ve olağanüstü bir keyif bünyeye hakim. Saatler saatleri kovalıyor, normalde izlemediğim programı uyumlu buluyorum anla ve hoşuma gidiyor. O kadar keyifli bir zaman ki hiç bitsin istemiyorum. Uzun aralıklarla kalkıyor, boşalmış bardağıma iki parmak Jack Daniel's koyuyor, iki buz atıyor ve televizyonun karşısına kuruluyorum. Gece boyunca sadece eksilenleri tamamlamak için kalkıp mutfak tarafına geçiyor, o kısa süreli anların dışındaki tüm zamanı kanepede geçiriyorum. Ve inanılmaz bir huzurla akıp geçiyor saatler, en iyi yılbaşı gecelerinden biri olma payesini alması mutlak.


Saat tam 00:00 olunca elbette tek tuş ve Enn Sevdiğim Kadın ki telefon açılmıyor, yaklaşık bir haftadır süren bir gripal durum var ve yatmış olacağını düşünüyor ve kısa bir çaldırmanın ardından kapatıyorum telefonu. Kapatmamla da o arıyor.

Kurulmuş bir cümlem yok.

Dilimden dökülenler net, çok yürekten ve kısa... ve beni bile şaşırtıyorlar, ancak kopup gelen o şiirsel sıralamayı şu an hatırlamıyorum ama özü şuydu:

Sürekli aklımda ve kalbimde olduğun için çok mutluyum, seni seviyorum, iyi yıllar.


Sonra MTV'ye geçiyor, son kez ki sanırım dördüncü, bardağa iki parmak jack koyup iki de buz ekliyor, bunu zamana yayıyor, son yudumun ardından aslında devam edecek keyifte ve potansiyelde olsam da boşları bulaşık makinesine koyuyor ve kardeşi uyandırmadan kendi daireme çıkmak üzere asansöre biniyorum.

Elbette şıp diye uyumuyorum, dünya alem, daha çok da bizim alem ne durumda diye bloglara bir göz atıyor, biraz kitap okuyor, sonra da tüm ayartma çabalarına rağmen şeytana uymuyorum ve uyuyorum.

1 Ocak 2022 Cumartesi

Eh İşte Yılbaşı

Güne erken başlıyorum. Yılbaşı pastası ve çocukların talebi tatlı için erkenden yola çıkıyorum çünkü henüz seçilmeden ve kalabalık oluşmadan aradan çıkarmak istiyorum. Niyeyse bu kez pastayı Türkân'dan almayı değil de geçenlerde yazdığım profiterollü pasta arzum nedeniyle, yine lezzetli pastalar yapan ama asla bir Türkân olamayan pastaneden almak istiyorum. Düşüyorum pırıl pırıl, bahar tadında günün sokaklarına. Tırtıl covid-19 nedeniyle giremediği vizelerinin telafi sınavlarının sonuncusuna girecek ve uçağı da akşam 22:00 civarı havaalanına inecek. Bu yıllar önceki bir yılbaşı anımızı hatırlatıyor bana. O kez kızkardeşim, üniversiteyi okuduğu Ankara'dan gelecekti ki en komik, aynı zamanda en aksiyonlu yılbaşı akşamlarımızdan biriydi; tüm kuzenler birlikte bekliyorduk şehrin girişinde, gelecek otobüsü. Kimbilir bir gün o unutulmaz geceyi daha detaylı yazarım belki.

Önce peynircime uğruyor, eksikleri alıp sırt çantama atıyorum. Şimdi pastanedeyim, o da sakinlik içinde. Reyona yanaşıyor, üzeri profiterollü, etrafı ince çikolata kasalı pasta için tamamdır diye düşünüyor, daha önce yediğim tek kişilik pastadan hareketle içinde de profiterol var mı diye soruyorum. Benimle ilgilenen hanımefendi bunu bir başka kişiye soruyor. O da var deyince onayımı tamamlıyorum. Sonra büyük oğlanın talebi doğrultusunda tatlılara geçiyor, tadımlık olsun diye toplamda yarım kilo olmak üzere "Sarma ve şöbiyet, lütfen," diyorum. Torbalar elimde çantam sırtımda eve dönüyorum. Benim için görev tamamlanmış durumda. Buradan ötesi küçük kardeş şefin görevi.

Gün içi işle meşgulüm, televizyon açık ve Arte'nin peşi sıra konserleri, eşlik ediyorlar bana.

Akşam üzeri telefon uyarıyor ve bana "Enn Sevdiğin Kadın arıyor," diyor. Heyecanlanıyorum. Onu bu pandemi sürecinde kendimden bile esirgiyorum. "İki dakika sonra aşağı iner misin? diyor. Bekliyorum ve mavi kuşu köşeyi dönüyor. O kadar güzel ki. "Çok tatlısın," diyorum. O gülümsüyor. Yıl sonu yorgunu. Ona Can Yayınları'nın iki kitabı yüzünden siparişimdeki diğer kitapların da yetişemeyeceğine dair kitapçımın mesaj attığından söz ediyorum. Bu çocuk benim aslında üzüntüsüne, çocukça bir eksiklik hissine bir mazeretin ardına saklanarak uyguladığı teselli eylemi. Bir torba uzatıyor bana. Bense bu yıl, hayatımın en keyifli heyecanlarından olan hediye paketleme zevkimden yoksun kalışımın hüznünü yaşıyorum ve bunu yine masum bir çocuk tadıyla, dolaylı da olsa seslendiriyorum. Bir ihmal değil bu, ama o keyif yoksunluğunu, hediye şeyler alma telaşlarımı, sonra onları tek tek ve heyecanla seçtiğim parlak kağıtlarla paketlemenin ve O'na ve diğer insanlarıma ulaştırmanın tat eksikliğini tamir edecek bir şey de değil ben için. Çünkü ilk kez bu yıl, yeni yıldan bağımsız olarak özellikle seçimleri onun yapmasını istediğim bir yıldı ben için. Ama o kadar yoğun bir iş temposu içindeydi ki, şu ana kadar çok kere sormama rağmen bir geri dönüş almamıştım. Kitaplar bir nebze de olsa tesellim olacaktı. Tabii ki iki lafın belini kırıyoruz. Amasya konuşuyoruz. Ben onu dinliyor ama daha çok da hayranlıkla onu izliyorum; bir şey anlatırken ki gülüşüne, coşkusuna bayılıyorum. O gidiyor, ben yukarı çıkıyorum. Alıyorum şirin çantanın içinden çok şirin torbayı. Enfes çikolatalar. Türkân yapmış! Muhteşemler. Hem bütün ve fındıklılar var hem minik minik meyvelerin daha doğrusu ince dilimlenmiş portakal kabuklarının üzerine kaplı çikolatalar. Hepsi birbirinden güzel. Sütle açılmış, tadından yenilemeyecek karamel latte lezzetinde ve içi iri fıstıklı olup ilk anda bunlar pestil mi diye düşündürtenler ise muhteşem ötesi. Dayanamıyorum. Oysa akşama hiç şaşmaz gelenekselimiz Hindi var.


Mesaim bitiyor. Televizyona takılıyım. Küçük kardeşi arıyorum, oğlan geç geleceği için hindiyi yarın mı yapsa diye soracağım ama aslında bu bir önerme olacak. O ise fırına attığını ve üç saati kaldığını söylüyor. Babaanne-Anne geleneği devam ediyor, iç pilavlı hindi ağır ağır pişiyor.


Bir süre sonra uçağın yolun yarısını geçtiğini fark ediyorum; biraz daha yaklaşınca kardeş onu almak üzere yola koyuluyor ve bir süre sonra da fırın görevini tamamlıyor. Hindi şimdi demleniyor.

Ondan bir süre sonra da araba bahçe duvarına yanaşıyor. Biraz soluklanma. Şimdi hindi dağıtılmak üzere masanın üzerinde. Görüntü muhteşem. Şef el aldığı şeflerin muhtemelen bu kez de yüzlerini kara çıkartmıyor.


Servisler tamam ki o süreç ne kadar kaliteli pişirildiğini gözler önüne seriyor. Dış yüzeyine ve doldurmadan önce içine başta zeytinyağı ve salça olmak üzere şef tarafından gereken tüm işlemler yapılmış. Sıcakla birlikte gelen koku mesajı sevinçle veriyor. Pilav kararında üzümleri ile birlikte etten gelenleri son derece iyi bir araya getirmiş ki pirinçler kararında bir canlılıkta ve bünyelerine aldıkları ile birlikte müthiş bi senfoninin ortağı durumundalar. Hindinin kendisi baklava gibi; ne parça alınırken sorun çıkarıyor ne de damakla paydaşlık halindeyken. Diri ve parlak görünmesine rağmen beyaz etleri dahil bir sertlik hissettirmediği gibi kıvamında bir dengede duruyor. O halde şefe kocaman bir alkış.


Ne kadar keyifli olursak olalım. Yine de eski, çok daha kalabalık, tombalalı uzun yılbaşı akşamlarının tadı yok. Pandemi etkisi mutlak ama bugün o günlerin kalabalığında değiliz. Oysa eskiden amca ve yenge, dört kuzenle birlikte 6 kişi gelir. Bizim aileye bayılan arkadaşlarımız nerede kutlamış olurlarsa olsunlar mutlaka gecenin bir vaktinde bize katılır. Çoğu zaman büyüklerimizin memleketlisi ve burada görev yapan ahbaplar o akşamda olur. Yenir, içilir, sohbetler edilir, espriler yapılır, anılar peşi sıra dizilirdi. Kocaman bahçenin içinde bir evdik ve zevkten sadece yılbaşı, bayramlar gibi özel günlerde değil, her hafta sonu kalabalıklarımız sayesinde ölürdük. O kadar güzel insanlarla o kadar güzel bir birliktelikti ki anmadan ve hep bir eksiklik hissetmeden yılbaşı kutlamak artık mümkün değil. Ne kadar başarılı bir masa kurup, ne kadar keyifli dakikalar yaşasak da ve an itibariyle eski evin yerinde ama coğrafyası değişmiş bir bölgede yeni bir binanın katlarında oturuyor olsak da, o eski günlerin sıcacık ve çok kalabalık tadı artık mazi. Ama şu pandemi biterse bir gün, ve yaşam normale dönerse; umudum ve dileğim yakın zamandaki çok keyifle yazdığım nişan ve düğündeki gibi bir yılbaşı akşamı organize edip, özellikle o eski günleri yaşamamış kuşağa, kocaman aile olmanın ve birlikte coşmanın tadını hissettirecek ve kalıcı kılacak bir örneği göstermeyi üzerime farz kılıyor ve şimdilik hayal ediyorum.

O halde pastayı kesebiliriz.


Pasta beni hayal kırıklığına uğratıyor. Çünkü ilk dilimi kestiğimde görüyorum ki daha önce yediğim pasta gibi beyaz kremalı değil ve iç kısımda da profiteroller yok. Beklenti gerçek olmayınca kısmi bir çöküntü olsa da bünye toparlıyor kendisini, masadakiler diğerini bilmedikleri için de onlar çok beğeniyorlar ve memnunlar durumdan. O zaman tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Yıllar sonra ilk kez bir yılbaşı masamızda benim içtiğim bir bira dışında alkollü hiç bir şey yok. Oysa özel bir içki ve tabii ki kuruyemiş alışverişi yapılır, tombala kesin oynanır, saat 12 olduğunda dışarı çıkılır, av tüfeği ile diğer seslere katkı yapılır, Albay Mustafa Amca, Eflatun Amca hariç, ve Komiser Mehmet Dayı, Amcam ve Baba silahları ile takır takır sayarlarken bundan çocukça bir zevk alınır ve masa her yıl, sadece hindi ve pilav değil diğer mezelerle birlikte tam tekmil hazır olur, hediyeleşilir ve gecedeki herkes herkesin yeni yılını tek tek kutlardı.

Baklavalar, diğer tatlılar ve pastaların hepsi de Annem, Nurhan yengem, Türkân Teyze, Yüksel ve İjlal Ablaların ellerinden çıkmış olurdu.

O zamanlar buralar karşı dağın tepesindeki köyün deniz kenarındaki "verimsiz," dolayısıyla para etmez topraklarıydı!

31 Aralık 2010 Cuma

Yeni Yıl Konseri: O ne şenlikdi Allahım!

Bu şehirde yaşıyor olduğuma bir kez daha şükrettiğim şahane bir akşamdı. Aslında tüm konser boyunca, geceyi hangi kelimelerle yansıtabileceğimi düşünmüştüm. Bir sürü kelime içinden en çok "muhteşem"in, dünkü güzellikleri gerektiği gibi yansıtabileceğini sanmıştım. Gecenin her saniyesinde iç sesim, diken diken olup sürekli aynı nidaları atsa da, yine de sözcüğü ortamı anlatabilmek için yeterli bulamamıştım.

Geceyi anlatabilecek bir sözcük arıyordum. Yoktu...

Evet! Geceyi, dün gecede hissettiklerimi, tanıklıklarımı anlatabilecek, geceyle eşleyebileceğim bir sözcük benim lugatımda, dili kullanabilme becerilerim içinde yoktu. Çaresizdim...

Bu sabah dahi, Bitsy ile geleneksel sabah ritüelimiz süreci boyunca, dudağımın kenarındaki gülümsemeye yerleşmiş olan kocaman bir mutluluk, kocaman bir umuttu.. Dün geceki konserin her bir saniyesini yeniden yaşıyor, yaşadığım kentle benim, hatta ailemin tüm fertlerinin kurduğu bağ, ve yeri tartışılmaz sadakat üzerine düşünüyordum.

Evet! Biz bu şehirde yaşamayı çok ama çok seviyoruz. Oysa ki köklerimiz, kökenimiz bu şehirden değil...

Ata topraklarına yaptığımız yolculuklardaki mutluluğumuzun, gittiğimiz farklı farklı kentlerin tadlarının dibine vurmamızın temel sebebi, tıpkı şairin dediği gibi, buraya döneceğimizi biliyor olmak...

İnanın kelimelerle oynamayı bu kadar seven ben bile bu bağı, Samsun Devlet Opera ve Bale'sinin bu şehire kattıklarını, onu nasıl çoğalttıklarını anlatmayı beceremiyorum. Şu anki duygularım; derli toplu, kısa ve öz bir yazı olsun çabalarım nedeniyle önüne koymaya çalıştığım tüm setlerimi yıkıp geçiyor; tüm direnç noktalarım bir bir yıkılıyor. Bir konser yazısı yazma niyetiyle oturduğum klavyenin başında, hangi anı, hangi anın önüne koyacağımın şaşkınlığını yaşıyorum. Dün geceki muhteşem coşkuyu, şahane katılımcılığı, esprili sahneleri, her biri birbirini tamamlayan bir sürü güzel anı anlatabilmek arzusu yüzünden, kendimi tanıyamadığım kadar anormal ama aynı zamanda son derece coşkulu, şapşaşkın bir karmaşa içindeyim. Tüm duygularım aklımla, duvardan duvara çarpan ateşli bir oynaşmanın engellenemez, lezzetli, bi o kadar ahlaksız, en terlemiş, en çoşkun anlarını yaşıyor. Bir türlü toparlayamıyorum yazıyı... Öylesine muhteşem bir tad ki bedenimin her hücresini sarıp sarmalayan...

Emin olun, dün akşamın, yani şahane akşamın; o salonda bulunan -istisnasız- herkese yaşatığı lezzet ile o salonda bulunanların yüreklerinden çıkıp havada uçuşan, sonra birbiriyle buluşup kollektif bir haza ulaşan duyguları üzerine bir yazar; içinde sevinçler, coşkular, kahkahalar olan kocaman bir roman yazabilir. İnanın birisi de o romanı alıp, kamerayı konser salonundan hiç çıkarmaksızın, Brezilya dizilerinin ruhuna rahmet okutacak uzunlukta bir seri çıkarabilir. Ve bir kez daha inanın, o anları hiç yaşamamış, konser salonlarında hiç bulunmamış, klasik müziğe son derece uzak, en ücralardan bir televizyon izleyicisi bile dizisini izlerken, çayını höpürtedip, keyiften göbeğini kaşıyabilir...

Şimdi siz, bu yazıya bir şekilde ulaşıp da okuyanlar, belki de sanıyorsun ki müthiş bir tarafgirlik ve abartı var şuraya dökülen hissiyatımda... Ahh şu an ve dün gece, o muhteşem anları yaşarken içimden geçenlerin ne olduğunu bir bilseniz! Ya da ufacık da olsa bir kamera kaydını koyabilseydim şuraya, beni anlardınız.

Dün, onca konser izlemiş ben en çok; tanıdığım, sevdiğim her insanı ellerinden tutup getirmek, o salondaki şahaneliğe tanıklık ettirmek istedim. Şimdi tüm bu satırları yazarken bile öyle bir coşku var ki içimde, tarifi olanaksız.

Evet bir süredir yeniyıl 2011'i öteki yıllardan daha farklı bir heyecanla bekliyorum. Hayatımda bir yılbaşında ilk kez tüm zamanlarımdakinden daha coşkuluyum. İçimde, yeni yılla ilgili tarifsiz sevinçler var. Ve biliyorum ki; eğer ölümler ya da çaresiz hastalıklar olmazsa, benim ve kocaman ailem için şahane bir yıl olacak...

Evet bu yılbaşı, üç yakışıklı delikanlımız, üç üniversiteli sırığımız aramızda yoklar... Onlar bi başka şehirde biraya gelip kutlayacaklar yılbaşını... Biliyorum ki kızlar yine etraflarında pervane olacak... Ve çok iyi biliyorum ki; biz gerçekten bir birinin keyiflerinden, neşelerinden beslenen de bir aileyiz. Bu akşam ki masamızdaki sohbette en çok onları konuşacağız. İt duruşlarına tebessüm edip genç heyecanlarını okşayacağız. Hatta Facebook sayfalarına koyacakları fotoğraflarına, ailemizden face kullanan bazı büyükler " Maaşallah 3 silahşörler gibisiniz" benzeri yorumlar yazacaklar.

Sanmayın ki ben bu kadar yoğun duygular, umutlar, heyecanlarla abarttım konseri...

Evet! Konser gelecek güzel yılın müjdecisi, işaret fişeği gibiydi.

Evet! Ana yemeğin güzelliğini sinyalleyen şahane bir antreydi.

Evet! En küçük hücreme kadar hissediyorum ki şahane bir yemek önümüzde ve ona yıllarla biriktirilmiş, şapşahane bir şarap eşlik edecek...

Dilerim herkese; mutlu, ama çok çok mutlu, içinde bir sürü bonusun saklı olduğu, yollarınızın o bonuslarla kesiştiği, güleryüzlü, yeni, yepyeni bir yıl... Kutlu olsun efendim, gelip yazılarınıza yorumlar bırakamasak da hepinizi-tüm samimiyetimle söylüyorum ki- çok ama çok seviyoruz.

Haa! Konserin kendisi tabi ki tüm ayrıntılarıyla; kahkahalı anları, sürprizleri, romantizmi ve konseri birlikte izlediğimiz Tırtıl'ın incileriyle birlikte yarına yazılacak...

Valla...

Söz:))

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP