Bir gün dışarıda lapa lapa kar yağarken...
Bir boş vaktimde...
Çıtırtılı sobanın başından bilmem kaç senedir baktığım aynı yerlere gözlerimi dikmişken...
Çocukluğumun düş zamanlarına gittim.
Orada bir çocuk, gecenin yakışıklı laciverti günün mavisine dönerken; kır sakallı, iskoç kareli ama ısrarla koyu ceketli; içinde mutlaka deriden, köstekli saat için cepli... hatta şimendifer resimli saatin ben demiryolcuyum dedirten zincirinin takıldığı bir iliği olan yelek, herdaim cami kokulu...
Hani amcalar kendi ölüm yataklarındayken gözyaşı damlalarının kelime olduğu anlatılarındaki, göz gözü görmez bir tipinin kapı altlarından, cam aralıklarından girip de birbirine sığınmış üşümüşlükleri daha üşümüşlükler yaptığı buz kesmiş bir sabahta... Siyah paltosu bembeyaz olmuş, elinde iki torba kömürle kapı ağzından ''Bu enikler olmasa bu çekilir bir çile mi?'' diyerek taa istasyondan şehrin bir tepesindeki fakir eve yürüyen...
Sadece bu tavrıyla bile sülaleye sorumlu baba olma duygusunu miras bırakan...
Tabakasından çıkardığı kağıdı baş parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırıp tütünleri özenle yerleştirdikten sonra dudaklarıyla şöyle bi ıslatıp, alışmışlığın ustalıklı estetiğiyle sardığı ve bunu her seferinde bir ritüele çevirmeyi başardığı sigarasını ispirtolu çakmağı ile yakan...
Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedemin, sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken...
İsterdim ki:
Hani demiştim ya yetişkin halimdeyken bi kere daha...
"Hani ütülenmiş, hala temizlik kokulu ve ev ne kadar sıcak olursa olsun, o çarşafa ilk yattığında hissettiğin tazelik kokan bi soğukluk vardır ya!" Tıpkı onun gibi...
...dokunulmasındı beyazlığa,
hoyratlığın çirkin ayakları basmasındı hak etmediği ruha,
hiç iz olmasındı bu bebek aydınlığın üstünde...
O telaşlarla, kimbilir kaç sabah o dokunulmamış keyfi seyrettim.
Ve şimdi...
Bugünlerde yani...
Tıpkı o karın hiç dokunulmamış halini, o saflığı sevdiğim gibi.
Bir boş vaktimde...
Çıtırtılı sobanın başından bilmem kaç senedir baktığım aynı yerlere gözlerimi dikmişken...
Çocukluğumun düş zamanlarına gittim.
Orada bir çocuk, gecenin yakışıklı laciverti günün mavisine dönerken; kır sakallı, iskoç kareli ama ısrarla koyu ceketli; içinde mutlaka deriden, köstekli saat için cepli... hatta şimendifer resimli saatin ben demiryolcuyum dedirten zincirinin takıldığı bir iliği olan yelek, herdaim cami kokulu...
Hani amcalar kendi ölüm yataklarındayken gözyaşı damlalarının kelime olduğu anlatılarındaki, göz gözü görmez bir tipinin kapı altlarından, cam aralıklarından girip de birbirine sığınmış üşümüşlükleri daha üşümüşlükler yaptığı buz kesmiş bir sabahta... Siyah paltosu bembeyaz olmuş, elinde iki torba kömürle kapı ağzından ''Bu enikler olmasa bu çekilir bir çile mi?'' diyerek taa istasyondan şehrin bir tepesindeki fakir eve yürüyen...
Sadece bu tavrıyla bile sülaleye sorumlu baba olma duygusunu miras bırakan...
Tabakasından çıkardığı kağıdı baş parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırıp tütünleri özenle yerleştirdikten sonra dudaklarıyla şöyle bi ıslatıp, alışmışlığın ustalıklı estetiğiyle sardığı ve bunu her seferinde bir ritüele çevirmeyi başardığı sigarasını ispirtolu çakmağı ile yakan...
Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedemin, sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken...
İsterdim ki:
Hani demiştim ya yetişkin halimdeyken bi kere daha...
"Hani ütülenmiş, hala temizlik kokulu ve ev ne kadar sıcak olursa olsun, o çarşafa ilk yattığında hissettiğin tazelik kokan bi soğukluk vardır ya!" Tıpkı onun gibi...
...dokunulmasındı beyazlığa,
hoyratlığın çirkin ayakları basmasındı hak etmediği ruha,
hiç iz olmasındı bu bebek aydınlığın üstünde...
O telaşlarla, kimbilir kaç sabah o dokunulmamış keyfi seyrettim.
Ve şimdi...
Bugünlerde yani...
Tıpkı o karın hiç dokunulmamış halini, o saflığı sevdiğim gibi.
2009
****
Gün akşam ve hava karanlık. Pencereyi açıyor, denizi eve dolduruyor, sokak lambasından geçen kar tanelerini donduruyor, kaloriferin üflediği sıcakla ısınıyorum. Madrugada'nın albümünü koyuyorum. Sıra ona geldiğinde üç kez şarkıyı başa alıyorum, hatta birinde iki hoparlörün dibine ve tam ortalarına oturuyorum. Sırtımı bu kez, çektiğim ahşap ama kolçaklı sandalyeye veriyorum. Öyle dinliyorum. Derin ve etkileyen sesiyle her şarkıyı sahne sahne yaşatan, dünyadaki vokallerin çok çok iyilerinden biri olduğunu düşündüğüm Sivert Høyem'in bir cümlesinde, bir kez daha asılı kalıyorum. O esnada klibini bulup bloga koymaya karar veriyorum. Aslında bu paragrafı da 10 yıl önceki bir yazımdan alıp birazcık güncelliyorum.
Bir çay yapıyorum. İngiliz usulü. Sütlü ve iki şekerli! Ve tam on yıl aradan sonra dün gece, ilk kez, Madrugada* dinliyorum. Elimde enteresan bir roman!
*Madrugada kimdir derseniz de buradan lütfen
Madrugada harika bir seçim. o cool sesi şu sıralar yaşadığımız
YanıtlaSilsoğuk havaya da denk düşüyor. aklıma getirdiniz ben de açayım bu gece. sütlü çay eşimim de favori içeceği..
Belki de kuzey havası çağırdı grubu ki bendeki yerleri ayrı. Sütlü çay bu aralar birden düştü aklıma, aslında arada şekersiz çay içsem de favorim filtre kahve:)
Silİlk defa dinledim. Şarkılar mükemmel. İnsanın ruhuna dokunuyor. Yazınızı okumadan önce şarkıyı dinledim bir yandan da okumaya başladım. Ne güzel oldu bir bilseniz. Bir romanın koparılmış iki sayfasını okuyor gibiydim :):)
YanıtlaSilSevindim seni grupla tanıştırdığıma ve sevdiğine elbette... Kuzeyli gruplar iyidir desem tam yeridir sanırım:) Her hayat bir roman bence; ben de o nedenle blogları seviyorum:)
SilOfff çok güzel çok güzel, betimlemeler cam gibi cam! Hakikaten ne yazabilirim bilemedim, biter bitmez hemen baştan ikinciye okumak hissi geliyor insana desem, anlatabilir miyim?
YanıtlaSilBu yorumunu okudum, epey erken saatte, sonra yanıtlamadan sabahın tazeliğini bekledim, sabah yazına gittim ve bütün havam söndü:) saat 4.45 civarı bir yorum yazmaya başladım, o an içimden geldiği gibi, saf, çok beğendim yorumumu, tıkladım lakin tarayıcım uyarı verdi ve yorum muhtemelen uçtu gitti.:) Şimdi bekliyorum, uçup gitti mi yoksa kaldı mı:) Gittiyse yazmaya çalışırım belki ama o ilk an duygusu ile akar mı aynı kelimeler onu bilmiyorum işte:)
SilBen de son bir kaç gündür sadece karın yağışını seyrettim. Yazacağım hâttâ ama bu kadar hoş anlatamam:)
YanıtlaSilSevgiler...
Teşekkür ederim:) Fakat eminim ki anlatırsın, çok daha iyisini çünkü adım gibi biliyorum ki yazıyla tablo çizersin:) Sevgiler...
SilSevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilKarın yağmasını seyretmeyi trenle yapılan yolculuklara benzetiyorum, ikisi de insanı çocukluğuna, geçmişteki duygulara götürüyor.
Madrugada'yı sizden öğrenmiştim. Bir süre önceki bir yorumda yazmıştınız, ben de ilk defa dinlediğimiz yazmıştım. Bu yazı ve bağlantı sayesinde bir kaç kez daha dinledim, güzel oldu.
Dedeler, köstekli saatler, babaanneler, torunlar...
İşte hep kardan ötürü bu güzel anmalar hatırlamalar. :)
Sevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilKar ve tren aynı cümlede bir araya gelince özellikle şu kapanılmış günlerde fena:) Bu yorum ve Magrugada, okul arkadaşlığı ve tabii ki müzik bir araya gelince bir tetiklenme kaçınılmazdı; biz lisedeyken bir Alman grup gelmişti şehrimize, dünya turundaydılar ve Asya taraflarından gelmişlerdi, hatırlar mısınız bilmem:) Uzun ve hikayesi olan bir şarkıları vardı, o güne dair bir yazı yazmış ve o şarkıyı bulup altına eklemiştim, şimdi baktım da o linkten dinlenemiyormuş artık ve ben de youtube'dan çok sevinerek yeni bir tane buldum ve ekledim.:) Linki şöylece bırakıyorum: https://laparagas.blogspot.com/2009/06/embryoevvel-zaman-once-bir-konser.html
Bugün uzun zamanlardan sonra mahalleye geleyim dedim. Komşular var çok sevdiğim, komşular var sarılmak istediğim... Komşu kızları ve mahallenin bıçkın delikanlıları orta yaşa gelmiş, bazıları çoktan teyze, amca olmuş. Çoğu taşınmış! Sayfalarda dolaştım, anılarda, yıllarda... Kendi dairemde 2008 ve 2009 senesinden iki yazı, yazmışım yayınlamamışım. Onları yayına vermem bile uzun sürdü, ah parmaklarım ve hafızam :)
YanıtlaSilSonra sana geldim. Akıp gitti yine her zamanki gibi. Müzik iyi geldi, usul usul yüzdüm anılar denizinde... Düşüncelerim birbiriyle yarış halindeyken ikinci parçayı da dinleyip, kocaman sarıldım sana. Sen ne güzel bir "iyi ki"sin bir bilsen dedim.
Ne iyi ettin de mahalleye geldin:) Yazını blogrolda görünce ve gelince iz sürdüm; bir çocuğa imrendim ve çocuklardan basketbol topunu alıp üç saniye sol dip çizgisine gitsem, dedim, sonra bir an zamanda kayboldum, meraklandım ve ilk kendimi bir garda, sonra garip, en güzel garlardan birinin olduğu şehrin Sakarya'sında bira içerken, sonra yine garda bir treni beklerken ve sonra bu kez trenin barında bira içerken, sonra bir masaya geçip o masadaki iki kız kardeşle sohbet ederken, sonra gece bir aktarma otobüsünde falan, diye uzayıp giden bir anda gördüm. Sonra bu kısa filmi aklıma düşürene şükrettim, sonra bu güzel çok güzel anları, gerçekten, gerçekten ben mi yaşadım, dedim:) Sonra sanırım içimden bir ben daha çıktı ve müdahil oldu ve iyi ki dedi... Öyle işte:)
SilAnılar ve müzikler, bir güzel sırtlayıp götürüyorlar beni. Büyük bir keyifle okuyorum yazı ve yorumlarınızı. Kulağımda Embryo - Asya'ya doğru yol alıyorum coşkuyla...
YanıtlaSilBir insanın aldığı keyfe sebep olmak kimi mutlu etmez ve gülümsetmez ki. Bir kez daha çok teşekkürler:)
SilBloguma beklerim reklama tıklarsanız sevinirim ve size şarkı önerim sözüm şiirlerin mükemmelidir
YanıtlaSilBir çok reklam alan blogda rastladığım üzere Google bu şişirme tıklamaları tespit ediyor ve sayıya dahil etmediği gibi hesapları da askıya alıyor. Ayrıca bu yol, bu tür talepler, insanlara itici gelir ve tıklayacak olsalar da gelip tıklamazlar. Bloguna reklamsızken gelmiş, okulunla ilgili bir yorum da yazmış hoş da bir diyalog gelişmişti aramızda; şimdi baktım da reklamdan başka bir şey çıkmadı önüme:) Ve ayrıca para kazanmak hoştur ama bu yol bence hoş değildir, bunun yerine gerçekten insanların yazılarını "hiç değilse okumuş gibi yaparak", yorumlasan muhtemelen bir çoğu döner, yazılarını okur, belki yorum yazar, niyeti sempatik bulur, bir çoğu da kesinlikle destek için reklamı tıklar:) Çabanı anlıyor ve girişkenliğini bir yanıyla takdir ediyorum lakin her kuşun eti yenmez diye de bir söz vardır, bir de derler ki ilk malı müşteri alır sonrakileri mağaza satar. Yani önce mağazamızı düzelteceğiz, yazacağız, bunu samimiyet içeren bir emekle yapacağız ve sonucunda kaymaklı ekmek kadayıfını yiyeceğiz:) Takipte olacağım, çünkü hevesinin ilk okuduğumdan beri farkındayım:)
Sil