12 Şubat 2021 Cuma

Dün Tertibimle Konuşunca Gaza Geldim

Acemi eğitim dönemi bitmiş, 10 günlük dağıtım izninde işleri yoluna koymuş, usta asker ama usta birliğinde en alt devre olarak yeni birliğime katılmak üzere bir akşam vakti küçük amcam ve Ender Abi tarafından şehrime 1,5 saat mesafedeki, şahane arkadaşlar edinip efsane günler yaşayacağım Tugay'ımın kapısına bırakılmıştım.  Nizamiyede getirenlerle vedalaşmış, nöbetçi subayının yanına varmıştım.


İçeride, izinden dönmüş bir kaç asker daha var. Subay sırayla soruyor. Diyorum ki ben dağıtım izninden dönüyorum ve yeni görev yerim Tugay Karargâh Bölüğüne teslim olmam gerekiyor. Orada bir de çavuş var; bir görev için gittiği çarşıdan dönmekteymiş. Hava karanlık, aylardan kış. Subay beni bölüğüme götürmesi için birine bakınırken, o çavuş "Ben götürürüm," diyor. Birlikte çıkıyoruz, askerliğin adetindendir ve ilk soru hep odur: "Memleket nere?" "Memleket uzak değil, şura," diyorum. O konuşmaya hevesli, usta asker ve bir çaylak bulmuş. Babacan bir tavır takınacak, biz de geçtik bu yollardan tadında tatlı tatlı havalanacak. Alan açıyorum ona. Tadını çıkarsın istiyorum ustalığının. Kibar biri ama! Şafak sayan bir teskereci. İlk sorularından bir diğeri, acemi birliğim nere?  "Ankara Etimesgut," diyorum. Duruyor. Fırsat vermeden soruya, veriyorum yanıtını: "Ben tankçı onbaşı, ünvanım tank şoförü ve aynı zamanda tankımın komutan yardımcısı; tank komutanı şehit düşerse de hem tankın şoförü hem komutanı."  Ne havalı bir ifade ama! "Lakin an itibariyle düz piyade, sınıf değişince de rütbe gitti. Şu an tank ehliyeti olan ama tankçı olmayan vasıfsız bir er." Bir numara var bunda diye düşünüyor, zeki biri. Anlıyorum merak ettiğini, anlatıyorum hikâyeyi. O bağları hemen kuruyor ve bir isim zikrediyor. Anlıyorum ki ben varmadan dosyam varmış, varmasıyla da bir mevzu yaratmış. İsim ilkokul arkadaşım. Bölüğün çavuş rütbeli yazıcısı.

Varıyoruz yeni görev alanıma. Yeşillikler içinde güzel bir birlik. Sıcacık oda, sıcacık bir kucaklaşma. Akşam muhabbetinin ortasına düşüyorum. Bir demli çay geliyor hemen yandaki gazinodan. Güzel sohbet, bir kaç okul anısı ve odadaki herkes tarafından altı çizilen "İyi kurtardın tanktan," cümlesi. Oysa bir yanım üzgün. Ama mecburdum da! O ve arkadaşlarında benim adıma bir ferahlık! Laf lafı açıyor, bir kaç okul anısı daha ekleniyor, tanımadıklarımla hemen kaynaşıyor derken,  geçiyoruz koğuşa. Rahat ve derin bir uyku. Şafakla birlikte yeni bir maceraya, aslında bir varolma savaşına ilk adım!

Elimi yüzümü yıkayıp geçiyorum bölük karagâha. Bölük yazıcısı olan arkadaşım bölük assubayını geldiğime dair bilgilendiriyor. Dosyamı inceleyen -bölüğün her şeyi- assubay, benim tank bölüğüne gitmem gerektiğini söylüyor, dışarıdan duyuyorum. Arkadaşımın yüzünden düşen bin parça.  Akşam boyunca da sürekli eğitim diyerek zorluklarından konuştular. Aslında tankı çok sevmiştim. Kalpten. Bereyi de! Onun kızların gözündeki yeri bir başka! Aslında askerler arasında da... Kıskançlık yaratan ve imrenilen bir ayrıcalık. Ama öte yanda da beni bekleyen zorlu bir hayat var! Diyorum ki ben bir konuşayım, şu assubayla. Bunun münasip bir durum olmadığı ve kişinin özelliklerinden bahsederek kararın değişmeyeceğini söylüyor, arkadaşım. Bense gözümü kararttım ve konuşacağım. Umutsuzca ama arkadaşa kıyamamanın hatırıyla giriyor odasına... Çıkıyor ve girebileceğimi söylüyor. Çok üzgün.  Dedim "Üzülme, duydum." "Ben bensem ve haklıysam, bilirsin beni."  Giriyorum, kapıyı vurup içeri. Dinliyor ama görüyorum ki fikri net:"Sen tankçısın ve bizim işimize yaramazsın."

Artık yeter, diyorum ve  savaş baltamı çıkarıyorum gömüldüğü yerden. "Nerde," diyorum "bu tank bölüğü?" Varıp gidiyorum tariflenen yere. Park yerindeki sıralı tankları görünce eriyor bir yanım. Soruyorum binalarına varınca birliğin: "Tank Keşif Bölüğü nerede?" Diyorlar ki o da burada ama birlik 12 Eylül'den beri Çorum'da görevde, subayları da orada, sadece bir çavuş ve beş asker bölüğe göz kulak olmak ve nöbet için buradalar. Diyorum ki "Bana O çavuş lazım zaten," Diyorlar koğuştadır onlar. Giriyorum koğuşa ki uykudalar. Kalkıyor çavuş; gözlerinde şaşkınlık. Sarılıyoruz. Diyorum böyleyken böyle... O akşam ve bir kaç akşam daha onların koğuşta kalıyorum.  Gündüzleri arazi oluyor akşamları Tank Bölüğü ile ortak kullandıkları gazinoya takılıyorum. Bir de enteresan durum var ki 13 Eylül günü, yani bulunduğum andan yaklaşık beş ay önce efsane tatilden dönerken yol boyu durdurulmuş, sürekli kimlik kontrolünden geçirilmiş, Çorum girişinde de bu kez plakayı seçip de arabaya yanaşıp  kimliklerimizi isteyen  kara bereli asker bu arkadaşım olmuştu. Sessizce konuşmuş, ailesine iyi olduğunu, selam ve sağlık haberlerini iletmemi söylemişti. Terhisi çok yakındı ve o nedenle bölük hâlâ Çorum'dayken o ve diğer askerler an itibariyle kebap yapıyorlardı.

Gazinoda ben gibi sınıfı değiştirilmiş, yine ben gibi siz tankçısınız diye buraya postalanmış torpilli bir kaç askerle sohbet ederken, bölüklerinin zorluğundan falan söz ediyorlar, daha çok da tankların temizlenmesi canlarını sıkıyordu ve nöbetler ve sürekli eğitimler elbette... Yani kardeş buraya gelme diyorlardı. Bense an itibariyle sınırı geçmiş ama iki ülke arasındaki tarafsız bölgede kalmış aidiyetsiz bir kaçak gibiydim. Üstelik içinde bulunduğum koşullar nedeniyle aslında bayılsam da an itibariyle tank bölüğüne katılmak gibi bir niyetim zaten yoktu. Üstelik de dereceyle mezun bir tank şoförü olarak yıldız bir muharebe birliğine dağıtım olmuşken ve Ankara'da kalacakken, neden bu duruma razı olaydım!

Böylece bir kaç gün daha geçiriyorum kaçak olarak, pazartesi öğlene doğru bir haber uçuruluyor bana; iki bölük de beni aramaktaymış. Aslında Tank Bölüğü ile aynı binanın içindeyim, fakat yokum. Çünkü tank keşif bölüğünün koğuşundayım ve piyade şapkalıyım. Bir çözüm üretmeliyim! İçimdeki sana dik yapana sen daha dik ol gücü harekete geçiyor. Ve mümkün olmayacak bir işe soyunuyorum. Dağıtım olduğum bölüğe dönüyor,  benim tankçı olarak işlerine yaramayacağımı söyleyen assubayın karşısına dikiliyorum. Keskin bir netlikle "Ben bu bölüğe gönderildim!" diyorum. O da tam bir asker ve cevaben ve altını çizerek diyor ki "Sen tankçısın ve bölüğün orası." Öfkeleniyorum, ben sana sorarım bakışımı atıyor, başımı dikiyor, selâmı çakıp çıkıyorum. Bölük yazıcısı ilkokul arkadaşım ve birlikte çalıştığı başka bir çavuş merakla beni bekliyorlar. Diyorum ki "Bu tugayın komutanı nerede?" Tırsıyor arkadaşım, olacak şey değil bu! Vasıfsız bir er, nasıl çıkar onca kademeyi atlayarak koca generalin karşısına?

Gidiyorum, gözümü karartmış, söyleyeceklerimi kurmuş, tümüyle hazır durumdayım. Giriyorum karargâhın kapısından, soruyorum nöbetçiye odayı, çıkıyorum merdivenleri... O güne kadar muhatap olduğum en yüksek rütbeli subay, bir iki kere olmak üzere Zırhlı Birliklerdeki bölük komutanım yüzbaşı. Varıyorum kapının önüne, o ara yan kapıdan ben yaşlarda bir onbaşı çıkıyor, o an bilmediğim sonra iyi arkadaş olacağım bir tertibim bu. Soruyorum ona, söylüyorum görüşmek istediğimi ve sanıyorum ki  komutanın postası o. "Komutan şu an yok ama sen bu işlere bakan şubeye git," diyor. "Ben oranın yazıcısıyım," diye ekliyor ve gösteriyor kapıyı. Tıklatıyor ve giriyorum içeri. Bir kader anı!

Bir binbaşı ve asteğmen var masanın arka tarafında ve bir işle meşguller. Burada bir zaman sıçraması gerekli, ve bir parantez açmalıyım diye düşünüyorum. O halde aç parantez (İleriki zamanlarda  asıl binbaşım izinde olduğu için onun yerine de bakacak bu binbaşı. Ve o kısa süreli günlerde onu jipimle evine bırakıp sabahları alacağım. Sohbet edilebilir olduğumu fark edecek,  İngilizce öğreten bir dergisini abone olduğu bayiden alıp  ona verirken her akşam, bir vesile ile dil öğrenme konusu açılacak, hatırlamadığım bir sebeple ingilizceyi kullanmam gerekecek ve bir kaç günlük birlikteliğimizin sonucunda fark ettiği "kalitem" onda bir ışık yakacak ve benle ilgili biriktirdiklerinin ışığında hatırlayacak bu anı ve soracak: "Yoksa tankçı, o tankçı sen miydin?" Sonra gülüşeceğiz.

Şimdi  kader anına tekrar geri dönüyorum. Diyorum ki -yazıyı uzattığım kadar uzatmayarak-  kısaca, altını çizerek ve güvendiğim -aslında hiç tanımadığım- dağlar olduğunu hissettirerek: "Komutanım benim bölüğüm karagah bölüğü, ben de oraya gittim. Fakat onlar işlerine yaramayacağımı söyleyerek beni tank bölüğüne yolluyorlar."  O ara gözüm binbaşıda. Yüz ifadesi derdimi anlatamadığımı fısıldıyor bana. Alanı genişletiyor ve devam ediyorum: "Tamam tankçı olarak eğitildim, asıl dağıtımım seçkin bir mekanize tugaya ki sen seç deseler orayı seçerdim." (Ankara'yı çok istiyordum. Enn Amcam, yengem ve minik kuzenlerim Ankara'da yaşıyordu, hafta sonları evci çıkarım, hatta gecelere akar, sivil arkadaşlar edinir, gencim güzelim eğlenirim, diye düşünüyordum.)  O sanırım beni hafife alıyor ve benden öncekiler gibi pısacağımı düşünüyor ve son kararını açıklıyor: "Sen tankçısın, tank bölüğüne gideceksin." İçimden diyorum ki artık ölsem gitmem ve hiç bir güç beni oraya yollayamaz. O esnada şaşkınca beni izleyen asteğmene gözüm kayıyor. Binbaşı net. Ve anlıyorum ki tek kurşunum var  ve tek atışlık bir şansım. Bünyem level atlıyor. Başım göğe eriyor. Pençelerim sivriliyor. Gözlerimde bir kesinlik! Bir es veriyorum. Muhteşem bir sessizlik. Tertibimi görüyorum, pür dikkat ve şaşkın. Sürüyorum o son mermiyi namluya. Hedefi gördüm... ve diyorum ki "Komutanım, -tamamı yalan olmak üzere devam ediyorum; net, buyurgan, müthiş bir güvenle; sanki yetişkin bir ben daha içimden çıkmış ve dışarıdan bana bakıyor. Çocuk benle gururlanmış ve yürü be koçum diyor-  "Komutanım ben dün akşam bu durum üzerine K.K. Kurmay Başkanıyla telefonla görüştüm, durumu anlattım ve o bana dedi ki, senin bölüğün Tugay Karargâh"  Derin bir sessizlik ve şaşkınlık çöküyor ortama. Ordu kademesinin en altında bir asker, o kademenin iki numarası ile telefonla konuşacak kadar yakın! Binbaşı gülümsedi, işlem tamam! Ve biraz da şaşkınlıkla sanırım, soruyor: "Sen torpilli misin?"

Sonra  telefonu kaldırıyor, bölük assubayının bağlanmasını istiyor santralden. "Bu sizin askeriniz," diyor. Bölük assubayı aslında saygı duyacağım, hatta duyduğum -ve ileriki günlerde kanka olacağımız ama bir gerginlik de yaşayacağımız ki o başlı başına bir macera- tam bir asker, direniyor ve diyor ki anladığım: "O tankçı." Binbaşı da diyor ki "Bu sizin, çünkü anladığım bölüğü net çizilmiş, adrese teslim bir dağıtım olmuş bu. Yazılı -sınıf değişikliği- emri mutlaka gelir yakın zamanda ve başımıza iş alırız."

*Kara Kuvvetleri Kurmay başkanını tanımıyordum, tanımıyorduk, amcamın bir tanıdığı vasıtasıyla ulaşılıp durumum anlatılmıştı, daha önceki bir yazıda söz ettiğim gibi... Tankçılığı aşk derecesinde seviyordum. Hayatım normal sürseydi koşa koşa gideceğim ve çok istediğim bir birliğe çıkmıştı dağıtımım, üstelik  askerliğimi orada yapamamış olmanın, o tadı alamamış olmanın eksikliğini de hissettim ama öyle bir arkadaş grubu oluştu ki burada. Gelecek günlerde yaşayacaklarımızın her biri bir efsaneydi.. Özel durumum nedeniyle buraya gönderilmiştim. İnternet çağında değildik, bürokrasi yavaş işliyordu ve asıl emrin Ankara'dan gelmesi uzamıştı sadece. Ama geldiğim yerde az önce her biri bir efsane diye söz ettiğim yaşadıklarıma ve arkadaşlıklarıma bakınca.... ?



 




 

4 yorum:

  1. Sevgili Okul Arkadaşım,
    Yazı uzun gibi gelmedi hiç, gayet akıcı ve eğlenceliydi üstelik.
    İpuçlarını birleştirince, anarşik(!) delikanlının askerliğin de hakkını verdiğini öğrenmiş olduk. :)
    Fotoğraftaki asker tankçı olan mı, piyade olan mı? :)

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Okul Arkadaşım,

    Öncelikle teşekkür ederim övgü için:) Fotoğrafdaki asker piyade, muhtemelen artık üst devre ve hem işlerini iyi yapıyorlar hem de muhteşem çeteyle maceradan maceraya pervasızca koşuyorlar:)

    Askerlik durumları bir günlük bile olsa erkek milletini geveze kılar, bu bir vaka! İnsanları da bir yerden sonra sıkar, çünkü tekrar içerir ve ne çare ki bitmez; bunun karakterlere göre alt sebepleri var elbette, o nedenle yazan ben o cümleyi bir uyarıcı olarak özellikle koydum, başa bela olmasın diye:) O muhteşem ekipdeki arkadaşlarım özellikle yazmamı ve linklerini de onlara atmamı istediler, ondan soyundum bu işe biraz da:) Çünkü belki rastlamışsınızdır bir yazımın içinde şöyle bir cümle kurmuştum: "Apo'nun yakın arkadaşı Ali'nin, bir güzel eylül akşamında, güzel kokulu bir mekanda bira içerken kurduğu "Bu bize hep anlatırdı da biz abarttığını düşünerek dalga geçerdik" cümlesinde ve bu cümleyi kurarkenki hayranlık ifadesinde buluyorum."

    YanıtlaSil
  3. Askerlik anıları unutulmaz. Zevkle okudum, ifade tarzınız çok hoş. Tebrikler:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP