14 Ocak 2020 Salı

Füruzan'dan Özür Diliyorum Bir De La Gomera İzliyorum

Doğrudan film yazısını okumak isterseniz, Bu Filmi İzlemesem Kendime Küfrederdim, alt başlığına gidebilirsiniz.


*

Bir türlü elim gitmiyordu, sebebi ne onu da bilmiyordum. Düşünmüyordum da! Tamam yerli yazarlara mesafeliydim, dünyayı merak ediyordum. Üstelik daha ortaokuldayken -2.sınıftayım diye yazmışım kitaba- iki ciltlik, 1237 sayfalık koca iki tuğla Sefiller'i yalayıp yutmuştum. Neredeyse, gençler için kısaltılmışı olmasa  arada bir göz attığım Das Kapital'i dahi yalayıp yutacaktım fakat onca kitaba rağmen, şu yaşa kadar bir Füruzan okumamıştım, okumuyordum. Onun kitaplarından yapılmış film izlemişliğim de vardı üstelik. Ve üstelik ağırlık yabancılarda olsa da hiç yerli yazar okumuyor değildim. Mesela kullanmaya bayıldığım günün ruhları dürtükleyen saatleri ifadesi Adalet Ağaoğlu'nun yıllar önce okuduğum Romantik Bir Viyana Yazı adlı ben için muhteşem, tadı kalıcı romanındandır.

Derken bir gün İstanbul'da, Haydarpaşa Garı'nda, kitap fuarında,* Kadıköylü olduğunun altını sıklıkla çizen, o ân için hâlâ  tek bir kitabını bile okumamış olduğum Füruzan, duygulu, sıcacık ve etkileyici bir üslup ve küçük bir kız çocuğu tazeliğinde, doğrudan yüreğe işleyen kelimeleriyle yaptığı kısa konuşmasıyla bir ânda ruhumu ısıtıverdi, ele geçirdi! O duygu, o güzel ve içtenlikli kelimeler şırıl şırıl yüreğime akarken, o küçücük kıza, o naifliğe koşup sarılasım da geldi. Buna rağmen her kitap siparişimde listeme bir kitabı giriyor fakat daraltma yapınca da ilk çıkanlardan biri o oluyordu. Sonunda, en son siparişimde, kısalığını da gözeterek bir kitabını siparişe ilave ettim!


Enn sevdiğim kadın geleneksel bir yemek için Ankara'da. Sırt çantama önce büyük fotoğraf makinesini ve biri bitmek üzere olan iki kitabı atıyor, sonra büyük makineden vazgeçip biri L23 olmak üzere iki küçüğü alıyorum yanıma. Trendeyim. Sınavları biten öğrenciler memleketlerine dönünce, futbol maçı da yarın olunca yolculuk sakin; açıyorum bayılmakta olduğum kitabımı, kaldığım yerden devam ediyorum. Güzergâh artık malumu üzere, çok zevkli. Hava soğuk fakat güneşli. Gözlerimin içinde, önceki gitmelerde aklıma yazdığım su böreği dilimleri dönüyor. Bu kez çay ama! Kahvaltımı orada yapacağım.

Trenden inip ringe geçiyor, küçük bir çevre turundan sonra da iniyorum çarşı içinde. Şoföre teşekkür etmeyi ve iyi günler dilemeyi de ihmal etmiyorum. Esnaflı ve parke taşlı sokaktan geçerken bir ân tandırı efsane minik ve kadim köy lokantasının fotoğrafını çekmeyi düşünüyor sonra da laflamak durumunda kalacağım için bu fikrimden vazgeçiyorum. Garın sokak içinden görünüşüne bayılıyorum, sanki ona ilk kez geliyorum, kucaklarını açmış beni bekliyor sanıyorum.

Su böreği ne yazık ki yok. Olsun! Fakat mekânda artık alıştığım ve sevdiğim çocuklar da yok.

"Bir peynirli börek lütfen."

"Dört tane ekler lütfen."  

"Bir de çay, fincanla olsun lütfen."



İlk cümlelerinden beri bayılma halimin devam ettiği ilk Füruzan kitabım, YKY-Doğan Kardeş-İlk Gençlik Serisi'nden. Daha enteresanı bu seçme öyküleri hazırlayan, kendisinden "bilmediğim bir yazar, kısa biyografisi iyi sinyaller vermişti ama! Anlatım dili incelikli ve şiirsel. Öyküleri sıcak, insana dair.." diye bahsettiğim, Nursel Duruel! Bu bilgilerin tümünden yoksun bir bilinçle, kısa bir tadımlık mantığıyla seçmiştim, Yaz Geldi'yi!

Onca izi kalmış kitap okuyan ben, kocaman bir hayranlıkla Füruzan'a, diline, kahramanlarına, doğrudan yüreğime inip beynime kazınan görsel şenliğine bayıla bayıla tadını çıkarıyorum hayatın; eski dostum bir garda. 70'lerin başında yazılmış her bir öyküsü koca bir roman tadı veriyor bana. Şaşkın ve hayran bir okuma ânının keşkeleri dönmüyor fakat başımda. Mutluyum, iyi ki, diyorum. İyi ki bu ara, iyi ki geçmiş de değil, diyorum. Bu tazeliğe bayılıyorum...

Okuma ile bağım da tazeleniyor, çiçekler açıyor. Sanki ilk alınmış ciltli kitaplarım Altın Masallar'ın, ve önünde nasıl uzun bir yol olduğunu bilmeyen, kitabın kokusunu seven, o ilk kitabının ilk sayfasını açmak için aceleci bir merakla ve bir ân önce eve varma telaşındaki çocuk gibiyim.

"Bir bardak çay lütfen!" 



Bugünün planında bir de film var, 16.15 seansı benim için uygun ki film ardı için de bir planım var. Kapatıyorum kitabımı, ödememi yapıp teşekkür ediyor, parkın içinde süzülerek yürüyor, sevdiğim alanların üzerinden geçerek istasyona varıyorum. Açıyorum kitabımı yeniden, bu kez ara istasyonda iniyor ve en sevdiğim iki arkadaşımdan birine gidiyorum. Sonra da onunla en sevdiğim diğer arkadaşıma. 16.15 için bir sorun yok ki gideceğim sinemanın olduğu AVM'de yol üstünde. Fakat laf lafı açıyor, laf açıldıkça keyifler artıyor, çaylar kahveler Türk'ten başlayıp çeşitleniyor derken.. film saati hayal oluyor.



Bu Filmi izlemesem Kendime Küfrederdim



Gitme konusunda kararsızlık ve bir üşengeçlik yaşasam da öğlene doğru çıkıyorum evden, ne güzel ki tren tıka basa gelmiyor. Mavi koltuk boş ama ben ayrılanları nedeniyle oturmuyorum. Tavrımla da örnek teşkil edemiyorum ne yazık ki ve bir genç adam gelip oturuyor! Herkesin gözü meşgul, ellerinde telefonlar, görmezi oynuyorlar. Dürtmezseniz de fark edemiyorlar! Şu teyzeye bir yer bulmalı.

"Çok meşgulsünüz farkındayım, şu teyze, göremediniz elbette!"

Yolda inenler olunca, oturuyorum bir koltuğa, açıyorum kitabımı. Özür dilerim, Füruzan. Hiç eksilmeyen, kendimi fark ettiğim her ânda fark ettiğim tebessümüme bayılıyor, sonra yeniden kitabın sıcacık dünyasına dalıyorum. Bu yaz neredeyse öykülerle dünya turu yapmış ben, çok farklı ülkelerden yazarların öykülerini okumuş ben, Füruzan'la gurur duyuyorum. Ona bayılıyorum. Onu seviyorum.

Ve bir kez daha Samsunspor! Hava sert ve yağmurlu, ama kuvvetli değil yağmur; tadı çıkarılası. Asansör, üst geçit, bozuk asansör ve merdivenler... Adı batasıca AVM dışarıdaki sakinliğin aksi bir kalabalıkta, pazar gününü ve çevreden gelen kalabalığı da düşününce, yakışır.

Doğrudan en üst kata yönleniyorum, seansa az bir süre var. Film sonrası için bir mekâna göz atıyorum. Manzaraya karşı bira; yanı için düşündüklerim de var elbet. Plana dahil bir durum!

"La Gomera için bir bilet lütfen!"

"La Gomera oynamıyor."

"Nasıl olur, internette gözüküyor ve afişin ışığı da yanıyor."

Dönüp bakıyor genç kız.

"Maalesef bize düşmemiş, oynamıyor."

"Seans ışıkları da yanan afişin işi ne o zaman?"

"Afiş var ama bize gelmemiş."

"14.15'de ne var, bir bakar mısınız lütfen."

"Islıkçılar."

"Aynı film, afiş La Gomera olduğu için, onu söyledim."

Öğrendi genç kız!  

"D 4 lütfen!"

Biletimi çok hoş güvenlik görevlisi genç kadına gösterip, onun iyi seyirlerine teşekkür ediyorum. Kata çıkıp, terasa yürürken şeytan dürtüyor ve biletime bakıyorum. G 4! Bingo!.. Ya benim dilimde bir sorun var, ya da beni kollayan bir Rab. Geçen sefer aynı nedenle oturduğum G 4'ü sevmiştim aslında, bilet almadan önce de aklımdan geçirmiştim ama ekrana bakınca D 4'ü seçmiştim, çünkü onu da seviyordum. Benim kaderim güzel örülürken aslında bazılarının kaderi de çiziliyormuş ki o ân için farkında değilim!


Terasta biraz deniz soluyor ve salona geçiyorum. Basamakları çıkıp koltuğumun koridoruna giriyorum ki bir ön koltuğumdaki kısmen toparlanan genç kız bana ayar oluyor, fark ettim; bunu da erkek arkadaşına ifade etti! Bacak bacak üstüne atıyor ve kitabımı açıyorum. Salon dolu olmasa da bu film için kalabalık: Ağırlıkla genç çiftler ve mantıklarından bakılırsa da doğru bir tercihle arka sıraları seçmişler. Ama yanılmışlar, gerçek filmlere kimse gelmez sanmışlar! E çocuklar salonu gözleyen kameralar var, diyeceğim ama insan algısı işte, karanlığı görünce umursuz oluyor sonuçta. Rahat olun mesajını elimden geldiğince veriyorum, gözlerim off'ta, anlarım halinizden diyorum, duruşumla. Öte yandan bu çağda bile sinema koltuğunda film için bulunmayıp da  fırsat yaratma mantığı, fazlaca zavallı geliyor bana.

Tıfıl çağların okullu aşklarından birinde, bir sinema salonunda, ellerinizdeki sıcak sanki yüreği gibidir. Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran bütün hücrelerinizi; ''Ne yaparım ben şimdi?'' dediğinde Asya...** yazmışlığı olan romantik de bir çocuğum ben oysa... ama diğer çocuklara eyvallah olsa da bu kız hırslı ve de tehlikeli. Oğlanı uyarsam mı acaba?


Film şu güzel kadınla başlıyor, kim olduğu henüz meçhul. Erkek karakter ilginç. Opera müziği, şarkıyı söyleyen ses çok güzel. Anlatımın görsel dili ilk ândan itibaren ben kaliteyim, diyor, yönetmeni bilmiyorum ve izlediğim ilk filmi ama ruhunu hissettim. Bir fırlama... kesin. İlk yarıda olan biten karmaşık gibi. Nereye gidiyoruz, kim kim, kim iyi kim kötü farkında değiliz ama film beni ele geçirdi çoktan. Meşguliyetimiz puzzle'ın parçalarını bir araya getirmek. Mizahsa bal gibi. Sinemasever için ama! Filmle ilgili olan, ona dahil olabilen, buna niyeti olan için yani... Filmin başındaki uyarının hakkını veren bir seks sahnesi var ki filme henüz girememiş tüm izleyenlerin çakralarını açıyor. Bir süre devam ediyor mahrem anların ıssızlığı. Sanki salonda kimse yok.

İtalyan Usulü Soygun'un tadını alıyorum filmden.*** Ama onla kıyaslamıyorum. Örgütlenme ile aksiyon ve karakterlerin çeşitliliği bunu düşündürten. İlki eğlenceli bir filmdi, soygun muhteşemdi. Bu da eğlenceli ama daha sert ve gizli örgütler dünyasını da açık edip, edeplerini de sorgulayan, politik bir tavrı da olan bir film.

Islık dili biz Karadenizde yaşayanlar için malum, varlığını biliyoruz. Sanki film akarken karakterlerden birinden böyle bir dilin aslında olmadığı gibi bir şey duyuyorum ya da böyle bir izlenim aldım ki bu dil kesinlikle var.

İkinci yarıda bütün dağınık parçaları bir araya getiriyor izleyici ki bu çok zevkli. Filmin içinde, ona dahil bir karaktermişiz de haberimiz yokmuş sanki. Çok eğlendim, merak ettim, dikkat kesildim, güldüm, heyecanlandım, Bükreş'e gitmeyi hayal ettim ve final sahnesi ve finaldeki bildik müziklere, ustalara saygı göndermeli klişelere ise bayıldım. Tebessüm ettim ve ruhundan öperim Sayın Yönetmenim, dedim, son isim de geçene kadar bekledim ve salondan çıktım.

Mutlu izleyici şimdi bu mutluluğunu çoğaltacak. Hayal Kahvesi taşındıktan sonra yerine açılan mekânı yazmıştı aklına, bir önceki gelişinde. Günü taçlandırma, mutluluğu artırma niyeti baştan belli. Bir umutsuzluğu da var aslında. Bir izlenim gerçi bu sonuçta?! Akşamın ışıkları usul usul yanıyor ve cam önü bir masadaki soğuk biranın ve ona uygun yiyecekli bir tabağın, üstelik de çok eğlenerek izlenilmiş film tadıyla katmerlenecek olması, ruhu fena kışkırtıyor!


İçeri adımımı attığım ânda emin oluyorum aslında, mekân çok şık ve hoş. Bir genç kız yaklaşıyor, güler yüzle. Sanırım bira ve alkol yok sizde, diyorum ve durum netleşiyor. Hayal kırıklığı yok ki bir umut Hayal Kahvesi'nin yerine gelmiş olmasıydı... Çıkıyorum, bir şeyler yeme fikrim var. Bir ân, hemen yandaki Anemon'a geçmeyi, onun enfes manzaralı restoranında bira içmeyi düşünüyorum; niyet sağlam ve hatta kendimin oradaki ön izlemesini de yapıyorum. Sonra bundan vazgeçiyorum. Bunu enn sevdiğim kadınla yapmalıyım, diyorum. Sonra bazı mekânlar daha geçiyor aklımdan, bu doğrultuda yürürken, kapandı diye düşündüğüm ve çok üzüldüğüm kadim bir lokantanın ki adı Gar, ama bu esnaf işi... Gardaki Gar Lokantası bir efsaneydi; o binayı aklı evveller yok edip bulunduğu yerden daha geride yeni bir bina yaptılar ve halt ettiler ki onun acısını bu esnaf lokantasının tadıyla dindirmek istiyorum. Önünden geçtikten biraz sonra bütün fikirlerimi revize edip geri dönüyorum.

"Az, sulu köfte lütfen."

"Az, pilav lütfen."

"Pilava biraz kuru fasulye atmamı ister misiniz?"

"Evet, lütfen."

Pilavda arpa şehriye var yahu!

Bu lezzetle bu kez dolmuşa biniyorum, trenden vazgeçtim; zaman kaybetmek istemiyorum ve bizim mahallenin büfesinin önünde ineceğim. Revize edilmiş fikirlerim var!

Dolabı açıyor, bu kez bir kutu Budweiser, raftan da bir küçük paket fıstık alıyor, soğuğun ve yağmurun tadını çıkara çıkara eve geliyorum. Ken Loach'ın şahane filmi Meleklerin Payı'nda gördüğüm ve hemen aynılarından aldığım lale ağızlı ve ayaklı viski kadehlerimden birine yarısını doldurup biranın, küçük kase fıstığımı da yanıma alıp ekranımı açıyor ve bu yazının ilk satırlarını yazmaya başlıyorum.

Dışarıda kar soğuğu enfes bir kış var. Deniz mutedil.



*Garda Kitap ve Füruzan bahisli o gün.

**O çocuğun unutulmaz günlerinden ve filmlerinden biri bahisli film yazısı.

*** İtalyan Usulü Soygun 

8 yorum:

  1. Okudum, okudum, en sonunda ilk düşündüğüm şu oldu: "Hâlâ o viski kadehlerinden almadım" :) Zira ne zamandır aklımdaydı. Fakat yanlış anlaşılmasın, yazının her bir satırı keyifle okudum. En ufak bir olayı bile anlatırken tekrar yaşıyor gibisiniz ve yaşatıyorsunuz aynı zamanda. Kaleminize sağlık.
    Ve bir şey daha... Geçen gün Tiflis yazılarınızı okudum arka arkaya. Epeydir aklımda olan bir şehir. Yorum kısmını bulamadım, oradan yazamadım. Ne güzel anlatmışsınız oradaki günlerinizi.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim:) Blogun bir albüm olduğunu düşünmeye başladım zaman içinde, bir de tüyo vereyim; tekrar okuduğumda yazdıklarımı, sanıyorum ki daha yeni oradaydım; dolayısı ile ömrü daha uzun yaşıyor insan:))

    Bazen üslup kendiliğinden oluşuyor çünkü muhattap bunu sağlıyor, yazdırana bakmak lazım yani:) Tiflis, nesli tükenmekte olan şehirlerden biri; severseniz, o da sizi seviyor ve konuşuyor sizinle... Bir an önce gitmekte yarar var. Ve Gabriadze'den bileti gitmeden almayı sakın ihmal etmeyin!:) Bir de linkini verdiğim şu yazıdaki mekanı bir yere not edin, olur ya aklınızı çeler belki:)

    https://evrenin.blogspot.com/2019/10/sarap-khinkali-ve-cok-daha-fazlas.html

    YanıtlaSil
  3. Her satırda 'buraneros'un keyifli gezginliğine, şahane kitap seçimlerine, film seçkileri ve damak zevkine ortak oldum yine. Okurken; yüzümde tebessüm, ruhumda şenlik, yüreğimde hafiflik.. yaratan uslübuna çok teşekkür ettim bir kez daha. Yüreğine, kalemine sağlık.

    'Füruzan'ı not ettim. Ev, tıka basa kitap da dolsa, büyük bir iştahla -hele ki böyle güzel tanıtımlarla- kitap almalara doyamıyoruz. Tüm bunlar, ortak paydalarda buluşan ve yüreğimize dokunan, bizleri kanatlandırıp uçuran; yaşadığımızı hissettiren ve anlamlı kılan dost kalemleri bulmanın bir coşkusu.

    Blog dünyasında tanıdığım bir avuç blogger içinde, sen de iyi ki varsın Değerli buraneros. Yazılarını okumak bir keyif. Esenlikle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çoookkkk şımarırım ben ama:) Bilmukabele diyorum, tüm bu içten ve çoooooooookkkkkkkkkkkk güzel cümlelerin için. Ayrıca yürekten katılıyorum sana ki ne güzel de buluyoruz, bulmuşuz bir avuç blogger birbirimizi. Çookkk teşekkürler tekrar, bu sabahki kahvem de bir lezzetli ki hayret?!! Oysa yıllardır aynı kahve:)

      Sil
  4. Füruzan'ın bütün kitaplarını severek okumuştum, eski zamanlarda. Uzun süredir aklıma geliyor, Parasız Yatılı'yı tekrar okumak istiyorum. Hımm, kitap kulübüne teklif edeyim, en iyisi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğum kitap ne güzel ki Parasız Yatılı adlı öykü ile başlıyor, bu yönü ile de yeni başlayanalar için Füruzan Külliyatına giriş kitabı olabilir demek ki:)

      Sil
  5. Soluksuz okudum buraneros. İçki dokunur bana ama dolaptaki birayı bira bardağına değil de kadehe mi koyup içsem diye düşündüm, sonra evde fıstık yok, eşimi arasam mı gelirken alsın diye de aklımdan geçirdim, ama vazgeçtim. Anlatı bir içim su gibi ferahlatıcıydı...İyi ki yazıyorsun.

    YanıtlaSil
  6. Çok teşekkür ederim; iyi ki yazmışız ve yazıyoruz diyorum şimdilerde de; elbette çok aktif kullandığımız, sonra işler güçler ve elbette başka başka nedenlerle ara vermek zorunda kaldığımız süreçler yaşasak da dönüp bloga ve dünyasına baktığım her seferde iyi ki yazmışım, yazmışız, yazıyoruz diyenlerdenim:) İnsana iyi gelen bir yanı olduğu da kesin zannımca, yaşamın güzel anlarını çoğalttığı da ayrıca kesin ve Patrick Suskind'in yürümekle ilgili sözününü evirirsem "yazmada da sağaltıcı bir güç var," sanki:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP