Yine işkembe çorbası, bu kez daha keyifli olsun diye kalın doğraması oyunun ikinci perdesine tercih edilen, bir tiyatro
akşamıydı.
Gerçi bir ara dönüp de arkama baktığımda benden başka çıkana da rastlamadım, hatta salondaki çocuklar ve bir kısım seyirci çok
da gülüyorlardı ilk perde boyunca. Sanırım bende bir su kaçağı var ya da çoğunluk otoparka ve durağa yakın kapıyı kullandı.
Yavuz Özkan adı aslında irkiltmişti beni ama yine de bir coşkunun esiri olarak aldım işte bileti, almaz olaydım.
Aslında oyunları ne olursa olsun yerin dibine sokmayı sevmeyen, verilen emeğe koşulsuz saygı duyan, eleştirilebilecek noktaları
dahi görmezden gelip iyi yanları öne çıkaran, izlediklerini beğenmese dahi parlatmayı seven bir adamdım ben.
Bu yıl bunun doğru bir tavır olmadığını hissettim. Çünkü izlediğim oyunlardaki insanlar sonuçta -üst- bir kurumun oyuncuları,
yönetmenleri, teknik ekibi falan... Evet amatörleri, genç oyuncuları desteklemek, beğenmesem de hoş görmek anlaşılabilir bir
şeydi şahsım açısından. Oysa egoları sahneden taşmış, ben oldum edasıyla oynayan, ya da bu edayla oyun sahneye koyan ve
bunda da başarısız olan insanları neden eleştirmeyecektim ki.
Bu, geçen sene kafama dank etmişti. Bu işten para kazanıyorlarsa ve bunu benim gibi izleyiciler için oynuyorlarsa, işleri
buysa, sözümü sakınmamın, beğendiğimi nasıl yazıyorsam, beğenmediğimi yazmamamın ne anlamı var ki diye düşündüm ve
"beğenmediğim gösteriyi yazmama" prensibimden vazgeçtim.
Gerçi bu sabah altı çizilmiş bir durumdan yola çıkarak buraya taşıdığım "Kasların öğrenme ve unutma hızı konusunda
anlatılanlardan hareketle, kendisi de sonuçta bir kas olan midenin tiyatroya gidildiğini hissettiği anda işkembe çorbasını
hatırladığından ve beyne "bu kötü bir oyun, çık işkembe çorbası iç" demeyi öğrendiğinden şüphelenmiyor da değilim." cümlesindeki
gibi de olabilir durumum. Önümüzdeki oyunlara bakacağım artık.
Dün akşam sıcağı sıcağına şu cümleleri kurmuştum bu oyun hakkında: Güçlü bir oyun olmadığı gibi izleyiciye şekerlemeler
dağıtan televizyon güldürülerine benzettim ve izleyicinin verdiği tepki ile Yavuz Özkan'ın yüksek sanatının çeliştiğini, kimsenin
onun vermek istediğini "alamayıp" oyuna gayet güzel güldüğünü düşündüm.
Oyuncuların hakkını da yemek istemiyorum. Sonuçta
yönetmenin istediğini oynamışlar. Söz konusu ilişkiler oldumu insan daha güçlü ve daha derinliği olan bir oyun ve oyunculuklar bekliyor.
Bu sabahsa tüm iyi niyetimi harekete geçirip oyun üzerine iyi şeyler düşünmeye çalıştım ama benim yaşadıklarım ve hayata
bakışımla örtüştürebileceğim hiç bir şey bulamadım. Öncelikle iki bedene; sıradan, entelektüel, bohem, şımarık, basit, orta-üst sınıf, vesaire
karakterlerin ilişkideki davranışlarını ve ifade edişlerini yüklemiş olmak, sahnedeki oyuncuları değişik elbiseleri sunan manken
haline sokuyor ve bu da verimsiz ve derinliksiz kısa skeçlerden öte gidip de bir hikaye bütünlüğü sağlayamıyor.
Cinsellik vurgusu ve espriler hiç zekice değil, abartılı ve seyirciyi -kolaylıkla- güldürmek üzere koyulmuş. En çok çocukların gülmesi
de bunun bir göstergesi sanki.
Oyuncuları tanımıyorum bu yüzden performansları konusundaki sözlerimi saklı tutuyorum ama sahnelenme biçimi ve gördüklerim;
ilişki olayına düzeyi ne olursa olsun benim verdiğim değer noktasından baktığımda daha vurucu, esprileri daha düzeyli, daha
doğrusu ucuz komiklikler içeren değil de tebessüm ettiren bir mizaha sahip, dramatik kurgusu daha güçlü bir oyun olmalıydı bu dedirtiyor.
Bir türlü sevemedim oyunu ki teknik aksaklıklar da vardı. Mesela müzik; şarap içilerek sohbet edilen odada, müzik çalardan
çiftin anılarında yeri olan şarkılar şeklinde ve onların inisiyatifi ile çalınıyor gibi bir mizansenle yer almıştı oyunda. Ama ses,
diyalogları bastırdığı anda kısılıyor ve dolayısıyla bu durum kurulan mantıkla hiç uyuşmuyordu. Doğal olarak ana kumandadan
ayarlanan ses oyuncuların inisiyatifi dışında indirilince izleyende odada çalınan değil de oyunun tema müziği duygusu yaratıyordu. Belki de sadece bende.
Bir de insanlar ayrılık günündeki hesaplaşmalarını illa ki dışarıda şimşeklerin çaktığı, yağmurlu bir günde mi yapmak zorundalar.
Kısacası kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, olan biten hiçbir şey içimde bir sıcaklık duygusu yaratamadı oyuna karşı. Oysa
ilişkiler üzerine -çok da keyifle yazdığım- pek çok oyun izlemiştim. Sanırım benim hayata bakışım ve biriktirdiklerim, -net üzerinde yapılmış övgülere baktığımda- bu oyuna yetemedi.
İZLEDİKLERİM 2024/17
2 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder