Bilir(mi)sin... Bir levhanın izine takılıp gidersin, virajlardan dönersin; yol yeni açılmış ve toprak taş karışımıdır, bazı anlarında
"Uff ya bu da ne!" deyip dönmek istersin... tekerleğin biri uçurumun kenarını sıyırarak gitmektedir, karşıdan gelene yol vermek imkansız bir çiledir.
Ama içindeki ses, merak, farkındalık inat eder, sen yürürsün...
Tüm o engebelerden, her dönülen virajın ardındaki belirsizlikten ürksen de, devam etmek acayip bir keyiftir.
Sonra bir noktaya gelirsin, bakarsın ki oradan öte yol yoktur, yürümek gerekir, arabayı bırakırsın ki dönecek bir yer de yoktur.
Tek çare, geri vitese takıp dönecek bir yer bulana kadar gitmektir.
Yürürsün, inersin, dar yollardan geçersin...
Sonra.. evet sonra, o yola çıkarken hedefinde olanı, beklediğinden daha müthiş akanı görürsün.
Manzara, hava muhteşemdir ve herkesin bildiğini sandığı ve en iyisi zannettiğinin ötesindedir.
Kimsenin gitmeye cesaret edemediği, güzelliğini bilemediği kadar muhteşemdir zaman.
Onca yukarıdan kendini bırakıp, kendi saklısında kendi çizdiği yoldan akıp giden o derin vadideki suyun sesi gibi...
Mihriban'ın Bahçesindeki ocakta bekleyen; eşsiz bir patates köftesiyle, en keçi peynirinden, en ince ve çıtırından gözlemeye ve hatta en şahanesinden reçellerle, peynirlere, zeytinlere ve hatta domatesle salatalığa eşlik edecek çay gibi.
Her bir kare fotoğrafın çekimi esnasında birbirine dokunan ten gibi...
Adı gibi...
Kocamandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder