Bazen, hiç yüz yüze gelmediğim insanlarla aramda derin bağlar kurabilirim. Bir satır yazıdaki samimiyet, herhangi bir yüzdeki anlamlı ifade bana çok şeyler anlatabilir. Ve ben, o insanları alıp hayatımın bir yerine iğneleyebilirim.
Öte yandan, yüz yüze sıklıkla geldiğimiz, uzun yıllardır tanıdığım, sohbetler ettiğim ama hayatımın herhangi bir yerine tutturmadığım insanlar da vardır.
Bir gün ağzımdan dökülen ve bana ait olduğunu sandığım, belki de bir yerlerden duyup da aklımda asılı kalmış "Ben herkesin arkadaşıyım ama herkes benim arkadaşım değil." cümlesinde anlam bulur bu hissiyatım... Bir gazete köşesinde ya da televizyon ekranında ettiği iki cümleden, o cümlede kendini gösteren hayata duruştan dolayı gönül haneme yazılmış ve bundan hiç haberleri olmayan, yollarımız herhangi bir günde bir yerde kesişmezse de olmayacak insanlarım vardır. Tıpkı Vera gibi.
Kürk Mantolu Madonna'nın onların şarkıları, benim de bir yazımın adı olması dolayısıyla grubun solisti Arel Koray'dan bir mail almamla başladı, Vera'yla tanışıklığım. O güne kadar varlıklarından haberdar olmadığım grupla o gün, aramda bir kan bağı oluştu. Onları izler olmaya başladım, taraf oldum. Bizi aynı çizgide buluşturan olgu, onların yaptıkları işe koydukları samimiyetti... edebiyatı müzik yolculuklarında önemli bir yere koymaları, dönemlerinin tanıklıklarında yer almayan değerlere sahip çıkıyor olmalarıydı... Yani bu çocuklar; emek vermeyi, bazı değerleri dışlamadan, hesap edilmiş yolları rehber etmeden, tutarlı ve inatçı bir çizgide var olmayı hedef bellemişlerdi. Müziklerini duyurmanın samimi gayreti içindeydiler. Ben de onların bu hallerini sevdim.
Henüz stereo pikaplarla, makaralı teyplerle tanışmadığımız gibi varlıklarından da haberimiz olmayan kısa pantolonlu hayatlarımızda plaklar vardı. Babam ve amcalarımın geceden sıraya girerek aldıkları lambalı Philips marka radyoya entegre edilmiş Garrant marka mono pikaptan dinlerdik aldığımız plakları... Henüz ilk Longplay'imizi almadığımız, stereo Dual pikabımızı yeni kitaplığımızın baş köşesine koyacağımız yeni ve kendimize ait evimize taşınmadığımız yıllardı.
O zamanlar, şimdilerde kapılarından sokaklara, günün popüler CD'lerinden şarkıların döküldüğü mağazalar gibi plakçı dükkanları vardı; 45'lik plakların çalındığı... En çok hoşlandığım şeydi önlerinde kalmak; bin bir emekle süslenmiş camlarındaki ve vitrin zeminlerindeki plakları incelemek...
Günlerden bir gün, mağazada çalıştığım bir yaz, babamdan önce, arabayla değil de geze geze gitmek için erkenden yola koyulduğum ve hızlı adımlarla yürüdüğüm akşam üstünde; hâlâ çok salonlu haliyle varlığını sürdüren Konak Sineması'nın karşısındaki, şu an dönerci olarak hizmet veren plakçıdan sokağa yayılan şarkı, beni yakaladığı gibi vitrine çarpmayı başardı. Vitrin camında gördüğüm plağın adıyla çalan şarkıyı senkronize ettiğim andan itibaren de, bir an öncenin telaşları paçamdan çekiştirmeye başladı.
Oradan, eski modern pazarın, şimdiki Anneler Parkı'nın hemen karşısındaki, mısır tarlalarının içinden geçilerek gidilen Kışla Sokak'taki, tarabalarını çok sevdiğim, duvar diplerindeki döşeme tahtalarından mantarlar çıkan eve koşturdum. Kapıdan dalar dalmaz babaannemi aradı gözlerim. Ben babaannenin büyük oğlundan torunuydum. Ailenin yeni kuşağının ilk çocuğu olmanın avantajlarını doya doya yaşamış olmanın yanı sıra, her daim, babaannemin "nambır van"ıydım.
Sözünü ettiğim plak, aşıklar geleneğinden gelip de türküler söyleyen, başta Çobanoğlu olmak üzere benzer sanatçıların plaklarını bir yandan dinleyip bir yandan ağlayan, üzerine bir yazıyı fazlasıyla hak eden farklı kadın babaannemin tutkunu olduğu, onun ifade edişiyle Manço'nundu... Yani parayı babaanneden koparmak için bir sürü gerekçe vardı. Sonuçta da öyle oldu. Engel, akşamın kendini hissettirmeye başlamasıydı. Oysa benim bir an öncenin telaşlarını zapt etmem, en sevdiğim heyecanımdan vazgeçmem ve olayı sonraya bırakmam da mümkün değildi.
İnsanlarının ağzından girip burnundan çıkmayı iyi beceren, bu yolda her türden duygu sömürüsüne başvurabilen ben, parayı kaptığım gibi soluğu plakçıda aldım.
Büyük bir zevkle ve özenle onu kabından çıkardım. Pikaba yerleştirdim ve babaannem şarkıyı çoook sevdi. İşin garibi, şarkı söylemeyi hiç beceremeyen benim hayatım boyunca söylemeyi başarabildiğim bir kaç şarkıdan biri oldu.
Şimdi upuzun yıllar sonra, şarkı yaşamıma yeniden ve yeni haliyle girdi. Vera, şarkıya yaptığı yeni düzenlemenin de olduğu performansıyla Babylon'da yapılan Be The Band finalinde ikinci oldu. Birgün çıkacak CD'lerinde daha iyi bir kayıttan dinleme dileği ile...
Üsteki resim Google'dan bulunmuş olup asıl kaynağı www.hafifmüzik org'dur.
Dünya, zaman, hayat ve düşüncelerin (kocaman).
6 saat önce