
Bir cumartesi öğleden sonrası arkadaşlar balık tutmaya gidiyorlardı... Ben de onlarla biraz takılır oradan da eve giderim diye düşünmüştüm. Şimdi giderim diye diye vakti biraz sarkıttım. Yaza yakın bir dönem olduğu için saatinde farkına varamamıştım. O zaman her dakika araba bulmakta zorluklar vardı.
Eve gittiğimde babam gelmişti. Yemek yenmiş miydi yoksa benim gelmemimi bekliyorlardı hatırlamıyorum. Babam alt kat mutfağının kapısının yanındaydı; annem de onun yanında... Babamın üzerinde kendi harçlıklarımla aldığım ve yemin ederim bir ömre sığmayacak kadar sevgiyi, minneti, saygıyı ambalajlarken içine koyduğum; gece mavisi üzerine, kırmızı yeşil açık mavi ince çizgilerden kareleri olan kısa kollu gömleği vardı. Bu benim ona alabildiğim son babalar günü hediyesiydi.
Kapıdan içeri girdiğimde burnum havadaki kokuyu almıştı. Kem küm ederek bir sürü anlamsız lafın arkasına sığınmaya çalıştım. Hangi duvarı örsem saklamıyordu. Karşıdaki iki göz her duvarın arkasından bulup çıkarıyordu. Ter basmış bir titreme içinde, ışığa yakalanmış tavşanlar gibiydim, kaçamıyordum. Bütün savunma hatlarım; o kadarcık bir süre içinde yıkılmıştı. Oldukça ağır ve sert bir tokatla cezam kesildi. Dudağım şişti. Bütün vücudum bir yangının içinde kalmış; gözlerim sele dönecek yağmur bulutları gibi dolmuştu. Dudaklarım; içimde çakan şimşeklerin sesini ortalığa saçmamak için dişlerime teslim olmuşlardı. Ağzımda ılık, tuzlu bir kan tadıyla kendimi yukarı zor attım. Kimseler gelsin istemedim yanıma... Göz kapaklarım dayanamadı gözyaşlarımın baskısına; sele döndüler.
Bir süre sonra çocukça ağlamaların seni başka bir yere taşıyacağı hissi veren sıcak, huzurlu uyumasına teslim ettim kendimi...
Yediğim tokadın acısına üzülmemiştim. Babama üzülmüştüm. Onun nasıl bir endişeyle beni beklediğini biliyordum. Kimbilir ne felaket senaryoları geçmişti kafasından. Nasıl bir iç sıkıntısına yanıt bulamamanın çaresizliği ile beklemişti. Eğer yemeği yediyse, farkında mıydı? Aklında bin tane endişe tilkisi; beynini leş parçalar gibi darma dağın etmemiş miydi? O tokat atmamıştı bana; en sıcak sarılmadan daha sıcak sarılmıştı. Oğlum seni çok seviyorum. Seni çok merak ettim, çok endişelendim diye bağrına basmıştı. Babam (26 aralık 1980) öldüğünde neden bir kez bile aleni bir şekilde sarılmadık diye üzülmüştüm. Çünkü askerdeyken her gece, şu anki yatak odasının olduğu yerdeki oturma odasında kanepeye ters oturup; ayaklarımızı radyatörün üzerine koyup; kardeşlerle birlikte babayla yaptığımız sohbetleri özlerdim. Sonra fark ettim ki, özellikle kendi çocuklarım olduktan sonra, babamla ben o kadar çok sarılmışız ki ...





