...
Tugaydan çıkıp binbaşıyı eve bıraktıktan sonra cipi park edip yukarı gazinoya doğru çıkmaya başladı. Arkadaşlarının bir kısmı izinde oldukları için, garson çocuklarla sohbet eder oradan da sinemaya giderim, diye düşünüyordu. İlişkisini onlara söylememişti. Racona ters düşerdi. Aslında saygı duyarlardı da derinliğini, nedenlerini ve farklılığını gözetmez, o yaşın duyguları ve davranış biçimleri üzerinden bakarak çeşit çeşit geyiklerle dalgalarını geçerlerdi. Belki de gizemi, onun romantik ve yakışıklı roller biçen hallerini sevdi. Yukarı, orduevine çıktığında hummalı bir telaş vardı. Bir hafta evvel üst binanın 12 Eylül paşalarına ayrılmış odasında müthiş bir doğum günü yapmışlardı ona. Bütün bir gün boyunca uyanamadığı bir gizlilikle hazırlanmışlardı geceye ve muhteşemdi her şey... Salona girdiğinde askerlerden oluşan orkestra prova tadında, aynı şarkının bazı bölümlerinde durup, sonra üzerine başka tınılar ekleyerek baştan alıp, aynı şarkıları farklı tatlarla çalıyorlardı. Prova yaptıklarını düşünerek; ''Hayrola çocuklar düğün mü var bu akşam?'' diye sordu. Düğün ya da başka bir etkinlik varsa sinemaya gitme fikrinden vazgeçebileceği ihtimalini düşünmüştü o anda. Saat; güneşin yüksek dağların arkasına çekilmeye başladığı, günün ışıklarını gecenin yakışıklı laciverdine terk etmeye hazırlandığı vakitteydi. ''Yok, hafta sonu kolordu komutanı toplantıya gelecekmiş, dolayısıyla akşamına protokolün de dahil olacağı büyük bir yemek var, ona prova yapıyoruz,'' yanıtı geldi ortaya sorulmuş soruya. Küçük bir şehir olduğu için, eğer bir etkinlik yoksa subaylar, aileleri hafta içlerinde pek yemeğe gelmezlerdi orduevine. Yalnızca, iyi içen daha doğrusu içmeyi ve yaşamayı bilen, çok da çekici bir karısı olan ordonatçı bir binbaşı zaman zaman karısıyla gelir, askerlerden oluşan orkestra da provaları varsa, ya da o isterse, onlara özel ve onların sevdiği şarkıları çalarlardı. Camın kenarında, eski kente bakan bir masaları vardı hikayenin O'sunun ve arkadaşlarının; eğer herhangi bir etkinlik için bir hazırlık yoksa o salonda, genellikle yemeklerini orada yer, yirmi yaşın tadında sohbetlerini, heyecanlarını, anılarını, hayallerini katarlardı içkilerinin yanına.
Salona girdiğinde kendi masalarının hazırlanmış olduğunu görünce, ’’Hayrola, çete izinde diye bizi satıp, masamızı başkasına mı açtınız köleler!’’ diye yüksekten bir sesle takıldı. Yanıt, sanki daha önceden hazırlanıp, derin dondurucuya gerektiğinde kullanılmak için atılmış gibi tez elden geldi: ''Yok sahip, 'E' binbaşı ve eşi yemeğe gelecekmiş, hazırlık ona...’’ Özellikle tugay komutanın muhafızı olan çete elemanı arkadaşı o gün orada olsa binbaşı falan dinlemez, şakadan da olsa ortalığı katardı birbirine ya, neyse!.. Tüm bu şakalaşmaların arasında, kendi kölesi yanaştı en şakadan hali ve en sevimli esprilerle bezenmiş en yalakalığıyla; ''Sahip iyi ve keyifli gördüm seni, bir şey yiyecek misin?'' Sonra, gaz veren bir edayla sırnaşarak ekledi; ''İbo gelirken Diren'in şaraplarından getirmiş açıyorum sana.'' O da, pusuya düşürüldüğünü henüz fark edemeyen av hayvanı salaklığıyla ve usulca bir saflıkla kafasına kaldırıp kölesine bakarak, ''Hadi ya! Hangisinden?'' diye sordu. ''Vadi... Keser mi abisi'' diye yanıtladı ötekisi ve ekledi, ''Sahip, binbaşı gelmeyecekmiş sen masanıza oturabilirsin.'' Sırıtkan köle, sırıtmaya devam ederek, genelde üzerine yapışmış ve olağanlık arz eden en fırlama haliyle ve şehrinin yerel ağzıyla geyikler yaparak devam etti; ''Karavanadan artan makarna var. Isıttırayım?''
Yüzü sahneye dönüktü ve bir yandan sahnedeki çocuklarla laflıyordu, bu yüzden ona yanıtsız kaldı. Orkestranın solisti, şehrin kızlarının gözdelerinden İbo'ya seslendi, "Şarap getirmişsin. Sağol! İbo'nun, sanki kurulmuş pusunun hiç ayrıdında değilmişçesine bir ifadeyle ve duraksayarak kurduğu, ''Lafımı olur tertip, afiyet olsun,'' cümlesine: elini kalbine götürerek, oldukça külhan bir "Eyvallah," çektiği anda, sol omuz başında biraz da karikatürize ederek sol koluna yerleştirdiği kıvamında bir peçete eşliğinde seremoni yapan kölesini fark etti. Oldukça iyi restoranlarda çalışmış, raconu çok iyi bilen köle önce şişeyi ve etiketini gösterdi. Sonra, son derece estetik hareketlerle -ve özellikle abartarak- esprilerini de ellerine ve yüzüne yükleyip durumu iyice anlamlandırarak şişeyi açıp, şişenin ağzını temizlemek için şarabın bir kısmını önce boş bir kadehe döktükten sonra tadım için, bir miktar şarabı da onun önündeki kadehe döktü. O da, onca espriye donuk bir şakayla ve sessiz kalarak cevap verip, hiç uzatmadan şarabından bir yudum aldı ve devamı için başıyla onayını verdi. Bütün itliği ile ''Önce hanımlara di mi sahip?'' diye sordu köle(!). Onun şakacı bir kızgınlıkla elini, ona vurmak için kaldırıp omuz başında duran kölesine döndüğündeki cümlesi sadece, ''Aman tanrım!'' olabildi. "Doğum günün kutlu olsun," diyen iki dudak yanağına, salondaki herkesin içini ısıtacak sıcaklıkta bir öpücük kondurdu. Öpücüğün sahibi karşısına oturdu, şaraplar dolduruldu. Orkestra, akşamları içmekten yorgun düştükleri anlarda, teybe koyup üst üste başa sararak dinlettiği; Çocukların, sevgililerinin, eşlerinin fotoğraflarını önlerine koyup onlarla sivilleşirken, özlemin göz yaşlarını o anda kurdukları iptidai siperlerine saklamaya çalıştıkları Tapılacak Kadınsın'ı çalıyordu. Onunsa, göz yaşları orduevinin camlarından taşıyor, her bir kayaya çarptıkça daha fazla çağlayarak aşağıda sakin sakin akan Kızılırmağa karışıyordu. Uzanıp ona dokunmak istiyor. Gücü kolunu kaldırmaya yetmiyordu. O, dokunduğunu biliyordu.
...6.Bölüm
Görsel: widelec.org